İSLAMÎ TÜRK EDEBİYATINDA ÜKKÂŞE HİKAYESİ (*)
Doç. Dr. M. Esad COŞAN Eski Anadolu Türkçe'siyle yazılmış manzum veya mensur dinî hikâye ve destanların kültür tarihimizde mühim bir mevkii vardır. Halkımızın bugünkü inanç, zihniyet, davranış ve zevklerinin oluşmasında, onların rolü ve payı büyük olmuştur. Onlara vâkıf olmadan, köylü, kentli, halkımızın iç dünyasını iyice ve doğru olarak tanımak ve açıklamak mümkün değildir. Ayrıca, bu sâfî ve samîmî mahsuller, çoğunlukla sevimli ve tatlı olup asırlardır halkımızca okuna gelmiştir; içlerinde hâlâ zevkle okunabilecek evsafta olanları bulunmaktadır. Konuları İslâmî —dolayısıyla da Arap ve İran gibi, diğer İslâm milletleriyle müşterek— olan bu hikâyeleri ecdadımız, tercüme, nakil, tebdil ve ilâve sûretiyle millî edebiyatımıza mâl etmiş; halkın tarihi, dinî, edebî bilgi ihtiyacını karşılamak ve bediî, hamasî, dinî duygularını ve merakını tatmin etmek yolunda ve müslümanlığı yayma veya kökleştirme vasıtası olarak kullanmıştır. Bahis konusu hikâye ve destanlar çok kere, —diğer öğretici mahiyetteki dinî eserler gibi— akşam toplantılarında, uzun kış gecelerinde “meclis meclis” okuna gelmiş olmalıdır. Hattâ manzum olanların makam ve nağme ile söylenmesi de kuvvetle muhtemeldir. Nitekim bazılarının mevlid kitaplarına ilâve, edilmeleri bunu gösterir. Kesik Baş Destanı, Ejderhâ Destanı, Güvercin Hikâyesi, Geyik Hikâyesi, Hatun Destanı, Fâtıma Destanı... gibi (1) bu tarz dinî edebiyat mahsullerinden biri de Ükkâşe hikâyesidir. ‘Ükkâşe hikayesi, bu yazımızda göstereceğimiz gibi, edebiyat tarihimizde, değişik şahıslar tarafından, farklı zamanlarda tekrar tekrar kaleme alınmış bulunuyor. Demek ki şairlerce beğenilmiş, halktan da rağbet görmüştür. Önceleri kısas-ı enbiyâ, siyer, hadîs kitapları içinde iken, daha sonraları çeşitli mevlid kitaplarının yazma ve basma nüshalarına eklenerek günümüze kadar gelmiştir. a. Hikâyenin Konusu Ükkâşe (2) hikayesi'nin konusu kısaca şöyledir: Hazret-i Muhammed AS hayatının son günlerinde, hasta haliyle odasından Mescid-i Nebevî'ye çıkar. Artık dünyadan ayrılma zamanının yaklaştığını îmâ ile; kimin kendisi üzerinde bir hakkı var ise gelip hemen istemesini, hesabı ahirete bırakmamasını tekrar tekrar söyler. Bunun üzerine yaşlı Ükkâşe RA kalkarak, bir savaş dönüşünde Hazret-i Peygamber'in, bineğine salladığı (kamçı veya) sopanın kazara kendisine çarptığını bildirir. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber aynı şekilde, kısas yoluyla Ükkâşe tarafından kendisine vurulmasını emreder. Sahabenin ileri gelenleri, Hazret-i Ebû Bekr, Hazret-i Ömer, Hazret-i Ali, Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin RA kâh yalvararak, kâh tehdid yollu, bu işi yapmamasını Ükkâşe'ye söylerler. Fakat, hem Hazret-i Peygamber, araya girenlere mânî olur; hem de o kısastan vazgeçmez. Mescidin içi hüzün ve heyecan dolmuştur: Ükkâşe, nasıl olup da Allah’ın sevgili kulu ve resulüne vuracaktır?! Hal böyle iken Ükkâşe ikinci bir talep daha ortaya atar ve: “—Ey Allah'ın elçisi! Sizin bana vurduğunuzda benim sırtını açık ve çıplaktı, binaenaleyh sizin de sırtınızı açmanız gerekir” der. Kalabalığın heyecan ve kızgınlığı bir kat daha artar, mescidin içi feryat ve hıçkırıklarla dolar. Hazret-i Peygamber sırtından örtüsünü sıyırır. Ükkâşe elinde kamçı beklemektedir; fakat vurmaz Hazret-i Peygamber'in sırtına sarılır; yüzünü, gözünü onun, “mühr-i nübüvvet” (3) denilen, keklik yumurtası kadar olan kabartılı ben'ine sürer. Bütün yaptıklarını, bu mübarek işareti görmek için yaptığını söyler. Bunun üzerine kendisinin cennette Rasûlüllah ile komşu olacağı müjdelenir; o da bahtiyar ye memnun yerine döner... Görüldüğü gibi hu hikâyede heyecan unsuru boldur; sonuç, okuyucunun karşısına ansızın ve umulmayacak bir tecellî ile çıkmaktadır; vak'alar dokunaklı tasvirlere elverişlidir. Ana fikir olarak, Allah'ın şerefli ve sevgili kulu olmasına rağmen Hz. Peygamber'in, kul hakkını ödemeğe ne denli önem verdiğini ortaya koymakta; ayrıca bütün Ashab'ın Hz. Peygamber'i ne kadar içten sevdiğini sergilemektedir. Bütün bunlar hikâyenin sevilmesini izah edici unsurlar olsa gerek. b. Hikâyenin Kaynağı ve Sıhhati ‘Ükkâşe hikâyesinin edebiyatımızdaki bazı rivayetlerinde, onun, İbn ‘Abbâs RA'dan nakledildiği tasrih edilmiştir. Hikâyenin kendisinden de Ükkâşe'nin, ashab-ı kirâmdan maruf ve muteber bir kimse olduğu aşikâr olmaktadır. Biz bu noktalardan hareketle Ükkâşe adını taşıyan sahabîleri ve çeşitli dinî eserlerdeki “vefât-ı Nebi AS” ve “mühr-i nübüvvet” bahislerini dikkatle araştırdık ve güvenilir kaynaklarda (4), bu hikâyenin anlattığı hadiseyi bulamadık. Nihayet İbn el-Cevzî (h. 510-597 / m. 1116-1200)'nin Mevzû’at’ında, Türk edebiyatındaki şekline oldukça yakın bir rivayeti elde ettik (5). İbn el-Cevzî bu hikâyeyi tafsilatlı olarak ve Muhammed b. 'Abdi'l-Bâkî b. Ahmed - Ahmed b. Muhammed el-Haddâd - Ebû Na’îm Ahmed b. ‘Abdi'llâh el-Hâfız - Süleyman b. Ahmed - Muhammed b. Ahmed b. el-Berâ - 'Abdü'l-Mün'im b. İdrîs b. Sinan - Onun babası (yani İdrîs) - Vehb b. Münebbih rivayet zinciri ile Câbir b. ‘Abdillah RA'dan ve İbn ‘Abbâs RA'dan naklederek kaydediyor ve rivayetin sıhhati hakkında şu hükmü veriyor: “Bu, vukuu imkânsız, uydurma bir hadîstir —Allah onu uyduranın cezasını versin ve; böyle soğuk bir halt ile, Resûlüllah SAS ve sahabe RA'a yakışmayan sözler isnad ederek, şerîat-ı İslâm’ı kötüleyen o kimseyi hayırdan mahrum eylesin— Bu rivayeti uydurmakla itham olunan kişi rivayet zincirindeki 'Abdü'l-Mün'im b. İdrîs'tir ki Ahmed, b. Hanbel Rh.A: “Bu kişi Vehb'den yalan haber uydururdu.” der. Yahut: “Yalancı, habis bir kimsedir”; İbn el-Medînî ve Ebû Dâvûd: “Sika (güvenilir) değildir”; İbn Hibbân: “Onunla ihticac (vesika ve delil getirmek) uygun değildir”; ed-Dârakutnî: “Hem o, hem babası âlimler tarafından terk olunmuş kimselerdir” dediler,” (Buhârî’nin de bu kanaatlerde olduğu eş-Şifâ şerhinde belirtilmiştir). İbn el-Cevzî'nin bu hükmüne rağmen, Hazret-i Peygamber AS hakkında, mevsuk rivayetlere dayanılarak yazıldığı için çok beğenilen ve ciddî bir kaynak olan Kitâb eş-Şifâ'da, Kadı 'İyâz, bu rivayetin birkaç cümlesini –Rasûlüllah’ın ince adalet vasfını ispat sadedinde– delil olarak zikretmiştir. Şöyle ki: Ükkâşe, Hazret-i Peygamber SAS'e şöyle dedi: “—Beni çomakla vurmuştun; bilmem ki bu vuruş kasden mi idi, yoksa deveye mi vurmak istemiştin?” Bu söz üzerine Hazret-i Peygamber SAS ona şöyle cevap verdi: “—Rasûlüllah'ın sana kasden vurduğu zannına sapmak suretiyle büyük bir belaya düşmenden seni Allah'a sığındırırım” Demek oluyor ki çok ciddî ve müdekik bir âlim olan Kadı 'İyâz Ükkâşe RA'a bir çomakla vurulma hadisesini, dolayısıyla bizim üzerinde durduğumuz hikâyenin bazı kısımlarının doğruluğunu ve vukuunu kabul ediyor. (6) Biz İbn el-Cevzî’nin kaydettiği uzun rivayeti dikkatle inceledik. Bu parçanın sonu ve Hz. Peygamber'in vefatı ile ilgili kısmı, üslûp bakımından, başı, yani Ükkâşe hikâyesi kısmından çok farklı ve iğreti görünüştedir. Yani zannımızca, haberin bazı kısımları muhtemelen doğrudur. Uydurmacı şahıs, sahîh bazı rivayetleri esas alıp, onu kendi yalan ve ilaveleriyle genişletmiş olabilir. İbn el-Cevzi'nin, rivayeti tenkit ederken kullandığı “bu soğuk halt: et-Talit el-bârid ifadesi de böyle bir karıştırmayı îma ediyor gibidir. Bu müşahedelere dayanarak biz rivayetin külliyen yalan ve uydurma olmadığı, bazı kısımlarının bir esasa ve gerçeğe dayandığı ihtimalini varit görmekleyiz. c. Ükkâşe'nin Kimliği Bahis mevzuu hikâyenin kahramanı Ükkâşe'nin kim olduğu, babasının adı, kabilesi... rivayetin kendi içinde açıkça belirtilmiş değildir. Sadece yaşlı bir kimse (şeyhün kebîr) olduğu tasrih edilmiştir. Eş-Şifâ’ adlı kitabı şerh eden 'Ali' el-Karî, onun adını 'Ukkâşe b. el-Mıhsan el-Esedî olarak veriyor (7). Bu Ükkâşe b. el-Mihsan, çok maruf ve önde gelen bir sahâbîdir. Benî Esed kabilesinden ve Medine'ye ilk hicret etmişlerden (el-muhâcirün es-sâbikün) idi. Baştan beri bütün cihadlara (Bedir, Uhud, Hendek, v.s) katılmış, seriyyelere kumandan olarak tayin edilmiş, Rasûlüllah’ın sevgisine ve müjdesine mazhar olmuş, cennete hesaba çekilmeden (bi-ğayri hisâb) girecek 70.000 kişiden birisi olduğu kendisine Hazret-i Peygamber tarafından söylenmiş bir kimseydi. Yüzü çok güzeldi. Hz. Peygaınber'in vefatında 44 yaşlarında olduğu kaynaklarda belirtiliyor. Ebü Bekir RA hilafeti zamanında Ridde olaylarında Tulayha b. Huveylid el-Esedî adlı yalancı tarafından şehit edilmiştir. Ebü Hüreyre ve İbn 'Abbâs, ondan hadîs rivayet etmişlerdir ki bunları üç büyük hadîsci, koleksiyonlarında kaydetmiştir (8), ismi şeddesiz olarak 'Ükâşe şeklinde de kullanılır. Ali el-Kâri'nin belirttiği bu 'Ükkaşe b. el-Mihşan'ın bizim hikâyemizin kahramanı olması, hikâyenin anlatım tarzı ve kahramanın tavrı bakımından biraz şüpheli gibidir. Bir kere, ondan meşhur bir kimse olarak değil de, “kendisine Ükkâşe denilen bir adam” tarzında bahsediliyor. Ayrıca kaynaklar tarafından Hz. Peygamber AS'ın vefatında 44 yaşında olduğunun belirtilmesi de “yaşlı, ihtiyar bir adam” tarifine aykırı düşüyor. Acaba bu Ükkâşe, meşhur Ükkâşe b. el-Mihşan'dan daha başka biri olamaz mı? Bu nokta düşünülmeğe değer. Nitekim biz Farsça yazma bir Kısas-ı Enbiyâ kitabında (9) kahramanın adının Ükkâşe b. el-Haris olarak kaydedildiğini bulduk. Yalnız, bu değişik kaydın kaynağı maalesef belli değil. Üstelik bu Kısas-ı Enbiyâ kitabının diğer yazma nüshalarında bu kayda yer verilmemiş. Ayrıca Ashab-ı Kirâm'ı anlatan biyografi kaynaklarında bu isimde bir sahabî de göremedik. Böylece, konunun bu yönü karanlıkta kaldı.
d. Türk Edebiyâtında Ükkâşe Hikâyesi ‘Ükkâşe Hikâyesi, incelemelerimize göre, edebiyatımızda defalarca ele alınmış, muhtelif şairlerce nazma çekilmiş bulunuyor. Bunların tespit edebildiklerimizi tarih sırasıyla aşağıda tanıtmağa çalışacağız. 1. En Eski Kayıtlar: Kütüphanelerde yazma eserler üzerinde çalışırken Ükkâşe Hikâyesi ile ilgili bazı mühim ibarelere tesadüf ettik. Edebiyat tarihimizin, eserleri nadir olan devirlerine ait olduğu için, kıymetli bir vesika sayılması gereken bu ibareler, Farsça bir Kısâs-ı Enbiyâ nüshasında (10) şöylece geçiyor: (vr. 169b)
Tercümesi: Bu mahalde, Ükkâşe Hikayesi, kamçı, Ükkâşe'nin mühr-i nübüvveti görüp öpmesi, cehennem ateşinin ona haram olması ve o toplantı... [anlatılmak gerekirdi], ta ki okuyucu, “müellif burada kusur etmiş, kısa kesmiş demesin”. Bu Kısas-ı Enbiyâ kitabının kâtibi (yani müellif kendi), Arapça, Farsça ve Türkçe, manzum ve mensur, pek çok vefat-ı Nebî kitabımı okumuş incelemiştir. Sözün özü ne ise buraya yazdı..... .... ve Fatıma RA (babası Hz. Muhammed'in vefatına üzüntüsünden) yaka yırttı.... Bu makamda [.....] Fakîh Türkçe ne güzel söyler: Gök [k]e düşdi tehniyet Bu çok mühim satırlar h. 693/1294 m. yılı Tevbe ayı'nın (cumâdâ'l-ûlâ) 16'sında cuma günü yazılışı (istinsahı) tamamlanan Fatih 4449 nüshasında bulunuyor. (Eserin diğer nüshası tarihsiz olup bu satırlar onda mevcut değildir). Bu kayıtlardan, edebiyatımızda bu erken tarihlerde, Hazret-i Peygamber'in vefatı ile ilgili (ve dolayısıyle o günlere ait bir olay Ükkaşe hikâyesinden de -büyük bir ihtimalle- bahseden) bazı eserlerin mevcut olduğu ortaya çıkıyor. Burada bir dörtlüğü verilen o eserin, 13. asra ve belki de daha öncelere ait olduğu söylenebilir. 2. Hatîb-oğlı Muhammed'iıı Hazmettiği şekli: Ükkâşe hikâyesini, 15. asır Osmanlı âlim ve şairi Hatîboğlu Muhammed (ki Fatih devri büyük müderrisi, meşhur Hatîb-zâde Muhyi’d-din Efendi'nin babasıdır) de ele almış ve 829/1425'te tamamladığı, 100 hadîs ve 100 hikâyeden müteşekkil olan Ferah-nâme adlı eserine, 97. hikâye olarak dahil etmiştir (12). (Metni makalenin sonunda) 3. 'Arif'in Mevlidi içinde bulunan şekli: 'Ükkaşe hikâyesi, mevlid kitabı nazmetmiş şairlerden 'Arifin 842/1438'de telif ettiği eseri içinde de bulunmakladır (13). 4. Yazıcı oğlu Muhammed’in Hazmettiği şekli: Ükkaşe hikayesi, Yazıcı oğlu Muhammed (ö. 1451) tarafından da Muhammediye adlı meşhur eserinde nazma çekilmiştir (14). Bu eserin telif tarihi 853 /1449'dir. Müellif hattıyla nüshası Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşiv Md. 431 /A'dadır. 5. Diğer Mevlid Nüshalarında görülenler: Ükkâşe hikâyesi konu yakınlığı dolayısıyla çeşitli mevlidlere eklene gelmiştir. Bunlardan gözümüze ilişenlerin bazıları şunlardır: a. Ebülhayr Mevlidi (Nüshaları İst. Millet Ktp. 1365, 1366) b. 87 beyit halinde İstanbul Üniversite Ktp. Ty. 2569. (İstinsah tarihi 1119 h.) c. 85 beyit halinde İ.Ü. Ktp. Ty. 610 (tarihsiz) ç. İ.Ü. Ktp. Ty. 279 (İstinsahı 1195 h.) d. İst. inkılâp Ktp. Muallim Cevdet 106, K. 200 (tarihsiz) e. İst. Süleymaniye Ktp. Lâleli 3756. f. İst. Millet Ktp. manzum 1350. g. İst. Süleymaniye Ktp. Hacı Mahmud 4407 (tarihsiz) 'ÜKKÂŞE HİKAYESİ METNİ: Bu yazımızın sonunda Ükkâşe Hikâyesi'nin, Hatîboğlu tarafından nazmedilmiş şeklinin metnini vererek konuyu bağlamayı uygun buluyoruz: Ferah-nâme'den el-Hikâyetü's-sâbi’(at)ü ve't-tis'ün Nitekim üşde
hikâyetdür iy yar Hak Rasûlinün-dürur bu vâkı'â Gel ana ne vâkı’ olmuşdur işit Dinle göre peygam-bere ne kıldılar Hazret-i Ahmed meger hastayidi Didigüm ol hastalıkdur iy ulum Dünyadan nakl eylemekdeydi özi Mescide geldi çıkub hutbe okıdı Dükeli halk ah idüb ağlaşdılar Ah idüben dökdi pevgam-ber yaşın Kim cihanda kimseye kılmaz vefa Lütfu göslerür virür kahr u
belâ İmdi vakt oldı bizi dahi bugün Emr irişdi kim kılavuz intikâl Her kimün kim bende hakkı var ise Yâhud hükm eyler iken key görsün Şimdi benden hakkını kılsun taleb Hakkın alsun bunda âzâd eylesün Ahiretde benden hak islemesün Sarb durur yarıngı gün hak istemek İsteyen şimdiden istesüm didi Nesne söylemedi hiç kimse ana Hazret-i Ahmed yine kıldı
nidâ Gönlünüzde ne varısa
gizlemen Tanrıdan korkun durun siz özr yok Lütf idün yarın bana zeer eylemen Şu gün isten hakkunuz her ne ki var Bu hitabı çün ki kıldı ol pür usnl Kim Ukâşaydı anun adı iy yâr Durmazıdum illâ key dutdun becid Ben hu hâldan virmeyiserdüm habar Lîki sizden çün işaret oldı İmdi bir kez kim gazâdan döndük Kamçı varıdı elünüzde sizün Siz giderdünüz Önümce iy ulu Güneş ıssısına bağrum yanuban Kamçı kaldurdun deveyi vurmağa Ben kafanuzda gelürken nâgehân Bilmezem kaşdılamı vurdun beni Bilmezem sîz bilmezin dokındı Katı zahmat çekdi anda bu özüm Siz bilürsiz bakîsin ben didüm uş Hazrat-ı Ahmed buyurdı yâ Bilâl Tiz getür kamçıyı ol kim görsün Âhırata kalmasın alsun hakın Tîz durugeldi Bilâl oldı revân Fâtıma kapısuna geldi iy yâr Fâtıma eydür nidersin yâ Bilâl Ol Bilâl eydür ki Yâ Fâtıma bugün Vaktıdur gerek vire halka kısas Hakk'a irenler kısas virür didi Çün işitdi Fâtıma kıldı fığan Şöyle düşdi kimsanur kişi anı Inçkıru ınçkıru durı geldi Pes Bilâl eydür Ukâşa dirler Fatıma eydür ana kim yâ Bilâl Ol Ukâşa di atamdan almasun Bu gice sıtma dutubdı atamı Döyimez atam kısasa yâ Bilâl Kamçıyı virdi eline Fatıma Bile vardılar Hasan Hüseyin ile Virdiler ol kamçıyı peygambere Virdi peygamber Ukâşa eline Al kısâsun hîç şefkat eyleme Eyle diyecek bu halk ağlaşdılar Didiler gel Tanrı yolundan iy yâr Hem Rasûlüllâh döyemez hastadur Hiç birinün sözin işitmedi ol Duru geldiler Hüseyn ile Hasan Sayrudur incitmegil dedemüzi Bu gice sıtma dutubdurur anı Arkamıza vur gerek yüzümüze Râzî olmadı Ukâşa iy amu Ortadan bu kez duru geldi
Ali Sayrudur peygamberi incitmegil Üş bana kıl ne kılarsan iy ulu Arkama vur karnuma vur yüzüme Râzî olmadı Ukâsa iy kibar Cün Ukâşa râzî olmaz gördiler Didiler gel üş bize vurğıl bere Virelüm biş bin koyun âl yüz deve Dek bağışla hakkunı sen iy ulu Hastalığınun melulluğı yiter Hak yolunda gel sözümüz kıl
kabûl Külli halk bir kezden uru durdılar Yâ Ukâşa didiler kes sözüni Terkin ur ko kaç kısas istemegil Ger bugün bir kamçı urursan iy yâr Ne yüz ile Hak katına varasın Kılmaya kimse şefa’at özüne Üşbu resme çok nasihat virdiler Nice kim cehd ildiler virmez rızâ Bu kezin yalvarmağı terk itdiler Didiler kim yâ Ukâşa sen bere Çık gid imdi aramızda durmağıl Çün bu sözi didiler anlar ana Kon kısasın alsun incitmen
anı Ahıratlık dostı oldur kişinün Çünki bu dünyâ azâbudur genez Ahıratda çün azabun ucı yok Kon kısasın benden alsın ol kişi Çün Rasûlüllâh buyurdı bu sözi Baş açub feryâd idüb yalvardılar Bir girî kopdı vu feryâd u figân Ah idüb düşdi kamu ayağına Kanludur katunda gel âzâd kıl Ol Ukâşa didi virmezmen rızâ Böyle diyicek Resuli gör ne dir Kamçıyı eline aldı ol kişi Yâ Rasûlallah didî ol gün ki siz Bir izâr ile hemin üryân idüm Bunı işitdi Rasûl-i mu'teber Soyınub bir bir çıkardı donların İki yağırnı arasında mühr Toptolu oldı mescid içi nûr ile Yıldırım şakır gibi şimşek dokır Misk-i anberden bigi kokdı
arak Halk beküllî çığrışur yâ müslimîn Bu ne dün bu gün kıyamet mi
aceb Halk bu resme ditreşür zan kılur Hîç bulamazlar bu derde kim deva İlerü geldi Ukkâşa ol zaman Kasdıle kamçıyı eline aldı Halk urur sandılar anı küllisi Kamçıyı ardına atdı
Ukkaşa hemân Sürdi yüzini Rasûlün mührine Yüzinî mührün yüzine urdu Ak sakalın kodı mührün üstine Yâ Rasûl senden kısâs alan kişi Hak Taàlâ ana lutf işlemesün Dâyimâ yiri cehennem olsun Ömri geçsün görmesin hiç yahşi gün Yâ Rasûlallâh bu işümden garaz Bu degüldi maksadım alam kısas Lîkin işitmişidüm kim soylaya İ'tikadile sürenler yüzini Tanrı odı her giz anı yakmaya Gövden açdurmakda maksûd bu idi Hazret-i Ahmed didi utanma gil Ol Ukâşa didi afv itdüm bugün Şimdi afv itdüğimiçün görmiyem Hak Rasûli dir bağışlağıl yârın Döndü Ukâşa bu gün eydür iy yar Toğrısın işid kim uş simdi direm Ne beni vurdun vü ne gördüm seni Nesne yokdur bu arada bî gümân Cismüne bu ak sakalım süredüm Sol ümid ile ki oddan kurtılam Bu kadar zikr itdi başladı kelâm
Notlar: (l) Bunlar ve benleri eserler için bk. meselâ: Kocatürk, Vasfı
Mahir, Türk Edebiyatı Tarihi, s. 143-166, 192 v.s. (3)
Mühr-i nübüvvet denilen bu et beni hakkında pek çok rivayet mevcuttur. Bk.
msl. Ebû İsa Muhammed el-Titmizî, Şemâ'il. 2. babı. (4)
Baktığımız kaynakların bazıları: İbn Sa'd'ın Tabakàt'ı Hidâyetül-Evliyâ,
Sahîh el-Buhâri, çeşitli şemail kitapları, el-Bidâyetü
ve'n-Nihâye, el-İşâbe, Üstül-Gâbe, Târih et-Taberi v.s. (5)
Bk. îbn el-Cevzî, Küâbıı'l-Mevzûât 1/295-301. Burada kamçı
yerine, uzun ince çomak (kazib) kelimesi geçiyor, ve mühr-i nübüvvetten
bahsedilmiyor. Rasûlüllah’ın sırtını değil, karnını açtığı söyleniyor
v.s. (6)
el-Kâzı İyâz, Kitâbu'ş-Şifâ' bi-Ta’rifi Hukûki'l-Mustafâ 3.
Kısım, 2. bab, 8. fasl sonu; izahı için bk. Alî el-Kâri, Şerh eş-Şifâ'
II/364, 365, İstanbul, Matbaa-i Amire, 1308. (7) Şerh eş-.Şifâ' II/363. (8)
Ukkâşe b. el-Mihsan için bk. Üsdü'l-Ğabe IV/2-3; İbn Sa’d, Kitâb
et-Tabakât el-Kebtîr, Leiden baskısı II (l. kısım) s.5 (9. satır), 58
(13), 61 (12), 118 (21); III (1. Kısım) 62 (24), (2. Kısım) 36, 37 (2,5); IV
(l. Kısım) 77 (17) ve Hayre’d-dîn ez-Zirikli, el-A’lâm V/43; el-İşâbe
t.5634 ve Ş. Sami, Kamusu'l-a’lâm V/3166 v.s. Bu sahabî bilhassa
“Sebekake ‘Ükkâşetü... hadisi dolayısıyle meşhur olmuştur. Bu hadîs
için bk. er-Ravzu'l-Unf II
/73, Mısır 1332; Keşfu'l-Hafâ, I/448 Mısır 1351. (9) İst. Süleymaniye Ktp. Lala İsmail kısmı No. 364, vr. 266a. Eserin istinsah tarihi yoktur. (10) Kısas-ı Enbiyâ, Farsça, muhtemelen İshak b. ibrahim b. Ebî Mansûr b. Halef el-Müzekkir en-Nisaburûnî'nin telif eseri, İst. Süleymaniye Ktp. Fatih 4449 ve Lala İsmail 364 ve Türkçe tercümesi: Hacı Muhmud 4329 v.s. (11)
Bu güzel ve önemli manzumenin şairinin ismi, maalesef yazmada kazınmış ve
silinmiştir. Eğer isim mevcut olsa idi Türk edebiyatı için mühim bir şahsiyeti
teşhis etmiş ve tanımış olacaktık. (12) Hatib-oğlu Muhammed, Ferahnâme ve nüshaları hk. bk. Coşan, M. Esad, Hatiboğlu Muhammed ve Eserleri, basılmamış Doktora Tezi, Ankara, 1965 (13)
Bunun metni için bk. Kocatürk, V.M., Türk Edebiyatı Tmiln, s. 262-263.
Kütüphanelerde (Arifin Mevlidine ait çeşitli nüshalar bulunmaktadır.
Bunlar için bk. Pekolcay N., Süleyman Çelebinin mevlidi neşri (1980);
ve orada gösterilen kaynaklar. (14)
Bk. Kocatürk, V.M., Büyük Türk Edebiyatı Tarihi, s, 278-281; Çelebioğlu,
Dr. Amil, Muhammediye 2 cilt. Tercüman 1001 Tcroel Eser Serisi No.
55-56, II /s. 372 vd. (*) A.Ü.İ.F. Dergisi, Ankara 1983, c.26, s. 275-286. |