ANARŞİYE ÇARE İMANA ÇAĞRI (*)

Doç. Dr. M. Es'ad COŞAN

Çağımızın insanı, genellikle maddî varlığının gelişmesine, görülen dünyasının düzenlenmesine ihtimam gösterir de, mânevî varlığını, psikolojik cephesini ihmal eder. Zengin olmak için var gücüyle çalışır; iyi gıda, temiz hava ve bol güneş arar, gezilere, tatillere çıkar ama, manevî yönünün zenginleşmesi, iç dünyasının aydınlığı, sağlık, denge ve düzeni için aynı çabayı harcamaz. Maddî sıkıntılarına çare, bedenî rahatsızlıklarına deva arayıp dururken, ruhunun en hayatî problemleriyle bile ilgilenmez. Çalışma ve didinmelerin yorgunluğunu, dinlenme ve eğlenmeyle bastırmaya çalışır da, günlük yaşantısının hızlı akışında manevî ihtiyaçlarını düşünme fırsatını bulamaz.

Halbuki insanın maddî varlığı ile beden sağlığı bile -çok büyük ölçüde- manevî dengesine, ruhunun huzur ve sükûnuna bağlıdır. Hattâ kişinin, dış dünyasındaki tüm başarıları, maneviyatının kuvvetli olması sonucudur.

Bundan dolayı, sağlıklı, aydın ve huzurlu bir iç dünyası kurmak, başta kendisine, sonra içinde yaşadığı topluma yararlı olabilmesi için vazgeçilmez şarttır.

Medde-mâna dengesi, ruh sağlığı ve mutluluk ise ancak İMAN ile sağlanabilir; çokların sandığı gibi, para ve madde ile değil. Mutlu fakirler ile, mutsuz zenginlerin her yerde görülegelmesi bunun delilidir. O yüzden Yunus:

Kem durur yoksulluktan nicelerin varlığı

Bunca varlık var iken gitmez gönül darlığı...

diyor.

İç dünyamız sadece iman ile aydınlanır, ruhumuz iman ile sağlık ve canlılık kazanır. İnanan kimseler çevreleriyle iyi ve dostça ilişkiler kurar, herkese fayda sağlamak ister, suçları bağışlar, "Yaratılanı hoş gör, YA-RATAN'dan ötürü." derler.

İmanlılar, varlıklara ve olaylara daha başka bir gözle bakar, hayatın güçlükleri karşısında daha sağlam durur, dayanır. Göklerin ve yerin eşsiz düzenini sezer; ilâhî san'at ve güzellikler karşısında hayran olur; kuşları, çiçekleri, suları, dağları sevgiyle temaşa eder, coşar da,

Dağlar ile, taşlar ile çağırayım Mevlâm seni

Seherlerde kuşlar ile çağırayım Mevlâm seni

Deryalarda mâhî ile, sahralarda ahu ile

Derviş olup "yâ Hû" ile çağırayım Mevlâm seni...

diye seslenir.

Dünya hayatının bir imtihan olduğunu, bir gün ettiklerinden sorguya çekileceğini düşünür; işini ve tasarılarını kontrol eder; adaletten ayrılmamağa, haksızlık yapmamağa çalışır, iyi işlere yönelir, gönül kazanmaya çalışır,

Ben gelmedim da'vî için

Benim işim sevi için

Dostun evi gönüllerdir

Gönüller yapmağa gedim...

diye düşünür.

Allah'a sevgiyle bağlanır; onun rızasını, sevgisini kazanmağa çabalar, azabından korkar. O'nun dostlarıyla tanışıp dost olmak, düşmanlarından uzak durmak yolunu tutar. Âlemlere rahmet olarak gönderilmiş olan sevgili Peygamberimizi tanıyıp, anlamağa çalışır; sözlerinde ve işlerinde ona uyar. Dinî bilgisini geliştirip, öğrendiklerini tatbik eder. Toplumun dirlik ve düzenini aksatmaz; aksine onu korur. Her türlü haksızlığa karşı çıkar, hakkı savunur. Gereğinde "bir gül bahçesine girercesine şu kara toprağa girmeğe", şehitlik mertebesine ermeğe can atar.

Hâsılı, iman insanı insan, hattâ sultan eyler; yararlı yöne, yüce ideallere ve erdemlere yöneltir. Bu ise hem fert, hem de cemiyet için aranan, özlenen bir husustur.

O halde toplumca imana değer vermeli, saygı göstermeli; inanç ve mâneviyat tohumlarını ta çocukluk çağında gönüllere ekmeli ve geliştirmeli, korumalıyız. Bu yoldaki eğitim, bilgi yığınından, kuru ilimden, maddî san'at ve hünerlerden çok önce gelir ve öne alınmalıdır. Çünkü inançsız ilim ve hüner şerre alet olur; boş gurura, suiistimale yönelir, insanlığa fayda sağlayamaz. Şair:

İlm kesbiyle pâye-i rif'at ârzû-yı muhal imiş ancak

Aşk imiş her ne var âlemde İlm bir kıyl u kaal imiş ancak

derken bu ince noktaya işaret etmiş olmaktadır.

Ciddî incelemelere göre, modern ileri devletler de millî eğitimlerinde, mâneviyata ağırlık ve öncelik vermekte ve bu konudaki ihmalin, toplumları yıkıma götürdüğünü; uyumsuz, problemli, suça ve anarşiye meyyal tipler doğurduğunu, kesinlikle belirtmektedirler.

Dinî duygunun güçlenmesinden, inançlıların artmasından endişelenmek yersizdir. Bu endişe, yüzyıllarca önümüzde eğilmiş olan dış düşmanların, ardniyetle ortaya saçtığı bir kuruntudur. Çünkü onlar, milletimizin, yüce dinimizden büyük güç aldığını bizden daha iyi biliyorlar.
Milletimiz, dindarlıktan her zaman fayda görmüştür; tarihteki parlak zaferlerimiz yetiştirdiğimiz ve övündüğümüz saygıdeğer kişiler, Alpaslanlar, Yunuslar, Fatihler ve sayısız Türk-İslâm büyüğü bu gerçeğin tanıklarıdır.

Şu da var ki, doğru ve gerçek inanç fertlerden esirgenirse yeri boş kalmaz; ya hurafeler, ya da gayrı millî düşünce sistemleri tarafından doldurulur. Toplum, kibir, kin kıskançlık, zulüm, intikam ve haksızlıklarla yıpranır. Çağımızın bunalımları çoklukla, toplum yöneticileri bu gerçeği göremedikleri veya isabetli tedbirleri zamanında yürürlüğe koyamadıkları için ortaya çıkmıştır.

O halde toplum olarak vakit geçirmeden mâneviyatı güçlendirecek tedbirleri almaya girişmeliyiz.

O halde, ey daha önce yaşam uğraşı yüzünden ruhunun ihtiyaçlarını ihmal etmiş olan okuyucu sen de bu konuya gerektiği gibi eğil, ele geçen fırsatı değerlendir; yüce Rabbına, mânevî değerlerine ve gerçek mutluluk yoluna dön! Ne durumda olursan ol, çünkü Tanrı'nın engin rahmeti karşısında umut suzluğa yer yoktur.

İçsen bu sudan bir daha dostum, susamazsın,

Bir hal gelir ağlayamazsın, susamazsın.

 

Dervşân