AHLÂK  VE DİN GÖREVLİLERİ (*)

Doç. Dr. M. Es’ad COŞAN

Ahlâk, hayatta işlenmesi gereken hareket tarzlarının kaidelerini anlatır. Bu yüzden onu, “Beşer hayatının tanzimi ve idaresi ilmidir.” diye tarif edenler olmuştur; “Hürriyetlerimizi iyi ve güzel kullanma ilmidir.” veya “Hayırlı olma sanatıdır.” şeklinde anlatanlar da vardır.

Sevgili Peygamberimiz —salât ve selâm ona!— “Ben, ahlâk güzellik ve yüceliklerini tamamlamak üzere gönderildim.” buyurmakla ahlâkın önemini belirtmiş ve İslâm dininin başlıca gayelerinden birinin de, ahlâkı güzelleştirmek olduğunu göstermiştir.

En eski çağlardan günümüze kadar her insan cemiyetinde mutlaka bir ahlâk sistemi var olmuştur; tarih ve sosyoloji, bu gerçeği ortaya koyuyor. Merhum Profesör M. Karasan da, Bergson'un, Ahlâk ve Dinin İki Kaynağı adlı eserinin Türkçe tercümesi mukaddemesinde şöyle söylüyor:

"Her cemiyet bir canlıdır, bir uzviyettir; her uzviyet ise bir organizasyon ve koordinasyondur (yâni; düzen, teşkilat, işbirliği ve işbölümüdür.) Bu ise disiplinsiz olamaz, Bu yüzden her cemiyet için, mutlaka BİR AHLÂK EDİNMEK LÂZIM VE ZARURİDİR."

Görülüyor ki ahlâk, cemiyet halinde yaşamanın vazgeçilmez bir şartı ve gereğidir. Cemiyette ahlâk bozulunca, "organizasyon ve koordinasyon aksar ve kaçınılmaz netice olarak cemiyet, anarşi ve çatışmalar içine sürüklenir.

O halde, ülkemizi yükseltmek ve ilerletmek için muhakkak ahlâka sarılmak mecburiyetindeyiz; çünkü, ispat edilmiştir ki, sadece ilmî ve meslekî maharet ile diğer malî ve maddi şartlar kalkınma için kâfi gelemiyor. Ahlâkî kusur ve zaaflar, her sahadaki ilerlemeyi ve başarıyı engelliyor, dolayısıyla büyük zararlara yol açıyor. Meselâ, tembellik, bencillik, hırs, kin, intikam duygusu, inat. menfaatperestlik, rüşvet alma, iltimas etme, şantaj, sabotaj, kişilerin görev, makam ve salâhiyetlerini kötüye kullanmaları, kibir, kendini beğenmişlik... gibi hususlar ve kötü huylar, en iyi bir elemanı, birinci sınıf bir ilim adamı veya araştırıcıyı, en kabiliyetli bir idareciyi bile, ülkesi ve milleti için zararlı çalışmalara veya yönlere sürükleyebiliyor. O halde her sahadaki vatandaşı: Köylüyü, işçiyi, memuru, esnafı, tüccarı, sanatkârı, siyasetçiyi, talebeyi, öğretmeni... ahlâklı olarak yetiştirmek, çok önemli ve çok âcil bir vatan borcudur.

Fakat bu nasıl sağlanacaktır?

Nasıl olacak da, fertlere iyilik ve fazilet duyguları, yurt sevgisi, milletine bağlılık, insan kıymeti bilme, yardımseverlik, diğergâmlık, hakikate bağlılık, hakkı kabul, dürüstlük, namusluluk, vazifeşinaslık, çalışkanlık, sebat, fedakârlık, cesaret, sabır ve tahammül... gibi yüce vasıflar ve ahlâkı öğretip benimseteceğiz?

Malûmdur ki sadece “Ahlâklı ol!” demekle insanları ahlâklı yapmak mümkün değildir. Ahlâk bu kadar kolayca tesis ve temin edilemez; nazlı ve nadide bir çiçek gibi itinalı bakım ister. Onu besleyen bazı kökler ve birtakım unsurlar vardır ki bunlar kesilirse ahlâk derhal bozulur, canlılığını hemen kaybeder.

İşte burada, ahlâkın kökleri, kaynakları nelerdir, onu neler ve nasıl güçlendirir, sorusuna ulaşmış oluyoruz.

Hemen belirtelim ki, bütün akl-ı selim sahiplerinin kabul ettiği üzere, AHLÂKIN EN BAŞTA GELEN KAYNAĞI DİNDİR.

Şarkta ve Garpta, tarih boyunca dinsiz ahlâk isteyenler olmuş, fakat bu istek tatbikatta müsbet sonuç vermemiştir. Çünkü dindışı ahlâk, müessir bir MÜEYYİDE'den mahrumdur, temelsiz ve köksüzdür.

Sevgili Türkiye'mizde de bazı kimseler, sosyolojik gerçeklere ve ilme aykırı bir zihniyetle ahlâkı, yüce dinimizden ayırmağa ve din dışı, materyalist ve inkarcı temellere oturtmağa çalışmıştır. Eğitim ve matbuat sahasında maalesef bazı taraftarları da olan bu yanlış ve zararlı tutum ve teşebbüs, tatbikatta bazı zümre ve gençleri dindarlıktan uzak yetişmeyi sağlamış, fakat ahlâklı yetiştirmeğe kâfi gelememiştir. Günümüzdeki bunalım ve kargaşalıkların temelinde bu ters zihniyet yatmaktadır. Yıllar öncesi bu gerçeği büyük bir açıklıkla sezmiş ve görmüş olan millî şairimiz merhum M. Akif, bu sebeple şöyle haykırmaktadır:

Oyuncak sanmayın ahlâk-ı millî ruh-ı millidir.

Onun iflâsı en korkunç ölümdür, MEVT-İ KÜLLİ'dir.

Ahlâkın en güçlü kaynağı din olduğuna göre, ahlâk eğitiminde en büyük sorumluluk da yine din görevlilerine ve samimi dindarlara düşmektedir. Bu onların hem dinî, hem de millî görevleridir. Kuran kursu hocası, vaiz, imam, müezzin, müftü vesair dinî meslek erbabı ile bütün aydın müslümanlar, yaşayış ve faaliyetlerini, bu açıdan bakarak yeniden düzenlemeli; halen olduğundan daha aktif ve müessir çalışma sahaları ve metodları bulup geliştirerek, yurt çapında ahlâk eğitimine katkıda bulunmalı; ailenin ve mektebin yanındaki yerini ve rolünü almalıdır. Kalkınmamız ve dolayısıyla istikbalimiz buna bağlıdır.

Bu yolda sorumluluklarını bilen ve gayretini esirgemeyenlere başarılar, sevgiler ve saygılar!..


(*) Diyanet Gazetesi, 15 Haziran 1978, s. 191, sf. 4.

Dervişân