TÜRK EDEBİYATINDA NA’TLAR
Doç. Dr. M. Es’ad COŞAN
İslâmî Türk edebiyatımız çok köklü ve çok zengindir. İslâm dinine bütün kalbiyle bağlanan, onun pak îmanından büyük feyz ve şevk alan ecdadımız bu yolda sayısız fikir ve sanat şaheserleri ibda etmişlerdir. Bunların, sevgili peygamberimiz Hazret-i Muhammed SAS Efendimizle ilgili olanları ise; daha muhteşem olup, umumiyetle yüksek sanat değerine ve coşkun bir lirizme sahiptirler. Çünkü O’na karşı duyulan engin ve samimî muhabbetten güç almışlardır.
Edebiyatımızdaki, Hazret-i Peygamberle doğrudan doğruya ilgili olan eserleri şöyle gurublandırabiliriz:
1. Onun Tercüme-i halini ve faaliyetlerini anlatan sîret (siyer) ve megâzî kitapları,
2. Söz ve işlerini konu edilen Sünnet ve hadîs kitapları,
3. Bedenî evsafını ve bazı ahlâkî hususiyetlerini anlatan hilye ve şemail kitapları,
4. Doğumu (ve kısaca hayatının bazı olayları) konusundaki mevlid kitapları,
5. Mî’racını konu edinen mî’râciyeler,
6. Mû’cizelerini ve peygamberliğine dair delilleri anlatan mû’cizât, şevâhid ve delâil-i nübüvve... kitapları,
7. Onun hakkındaki salat-ü selâm ve dua kitapları, tercümeleri,
8. İsimlerine dâir Esmaü’n-Nebî kitapları,
9. Faziletlerinin zikri ve medhi için yazılan na’tlar ve doğduğu, yaşadığı yerler, ebeveyni, hanımları, çocukları, ashabı, eşyaları, kabri, mescidi, vasiyetleri, ahlâkı... gibi sayısız konuda irili-ufaklı, manzum-mensur, tercüme-telif nice eser...
Biz bu yazımızda, na’t hakında bilgi vermek ve bazı örnekler sunmak istiyoruz.
Na’t: Arapçada, tavsif etmek mânâsına masdar, sıfat ve vasıf mânâsına da isim olarak kullanılır; aynı şekilde Arap gramerinde de, sıfata; na’t, mevsûfa; men’ût denmektedir.
Edebiyat sahasında ise na’t denince ilk önce, Hazret-i Peygamber Efendimiz’i övmek, evsafını zikretmek, ona duyulan saygı, sevgi ve şevki dile getirmek, ondan şefaat dilemek... gibi maksatlarla yazılan manzumeler anlaşılır. Bunların nazım şekilleri muhteliftir: Gazel, kaside, mesnevî, terkib-i bend, terci-i bend, müstezad... vs. olabilir, beyitler veya dörtlüklerle yazılabilir; Beyit sayısı 6-7’den, yüzlerce beyte kadar değişir.
Na’t, hasseten Hazret-i Peygamber için yazılan manzum eserdir; maamafih “Çar yâr-ı Güzîn” bazı veliler ve tarikat pirleri için de aynı minval üzre na’tlar yazıldığı olmuştur: Na’t-ı Hazret-i Ali, Na’t-ı Mevlânâ gibi...
Edebiyatımızda —pek az istisnası ile— hemen her şair birkaç na’t yazmıştır. Zira, İslâmî an’aneye göre, başlanan bir işte önce besmele, sonra hamdele, sonra salvele ve Âl ü ashaba dua edilerek asıl maksada geçilirdi. Zamanla edebi eserlerin mukaddime kısımlarında ise, besmele ve hamdele “tevhid bölümü” salvele (veya tasliye) de “na’t bölümü” haline dönüştürülmüş; Rasûlüllâh’ın Âline ve Ashabına dua kısmı da “ashaba na’t” olmuş, iltica ve niyazlar ise; “münâcat bölümü” halinde tezahür etmiştir. Binaenaleyh, her müellifin umumiyetle mukaddimede bir na’t ortaya koyması anlaşılmıştır. Bunlardan farklı olarak kendini na’t yazmaya daha çok vermiş ve bu yüzden şöhret kazanmış şairlerde vardır. (Böylece na’t-gû lâkabı verilirdi.)
Na’tların beğenilen ve şöhret bulanları türkü makamlarda bestelenmiş, toplantılarda, tekke ve camilerde okunagelmiştir. Mevlid okuyana mevlid-hân denildiği gibi, na’t okuyanlara da na’t-hân denilmiştir.
Anadolu’da gelişen tasavvufî Türk edebiyatında, Mevlevî tarikatı yoluyla Mevlânâ Celâled-dîn-i Rûmî büyük bir tesir icra etmiştir. Aynı tesir na’t konusunda da aynen vâki ve câridir. Çünkü Mevlânâ bu vadide de birçok şiir yazmış, bunlar büyük musikî üstadları tarafından bestelenerek Mevlevî Tekkelerinde zevk ve şevkle okunmuştur. Yazma eser kütüphanelerimizde onun na’tlarını toplayan mecmualar vardır.
Mevlana’ya ait olduğu söylenen (Yenikapı Mevlevihanesine ait bir yazma eserde hakkında “meşkûktür” deniyor Bk. Süleymaniye Nafz Paşa Ktp. No: 1249, s. 2) ve büyük şöhret kazanan İtrî tarafından şahane bir şekilde bestelenen Farsça na’tın metnini ve mealini aşağıda veriyoruz:
Yâ Habiballah! Rasûl-i Hâlık-ı yektâ tuî
Ber-güzîn-i zü’l-celâli pâki bi-hemtâ tuî
“Ey Allah’ın sevgilisi, yegâne yaratıcının elçisi sensin;
Benzersiz, pâk ve celâl sahibi Allah’ın seçtiği mümtaz kişi sensin.”
Nâzenin-i hazret-i Hak, Sadr ü bedr-i kâinât
Nûrı çeşm-i enbiyâ, çeşm ü çerağ-ı mâ tuî
“Hak Teâlâ Hazretleri’nin nazlısı, kâinatın en Kâmil ve yüksek mertebelisi, peygamberlerin gözü nuru, bizim de gözümüz ve meşalemiz olan kişi sensin.”
Der şeb-i Mi’râc bûde Cebrail ender rikâb
Pâ-nihâde ber şer-i nüh künbed-i hadrâ tuî
“Mî’rac gecesinde Cebrail mâiyyette olduğu halde dokuz mavi kubbenin üstüne ayak koymuş olan kişi sensin.”
Ya Rasûlallah tu dânî ümmetânet âcizend
Reh-nüma-yı âcizân-ı bî-ser ü bî-pâ tuî
“Ey Allah’ın elçisi! Sen biliyorsun ki, ümmetlerin âcizdirler ve başsız-ayaksız âcizlerin yol göstericisi ise sensin.”
Serv-i bustan-ı risalet, nev-bahâr-ı ma’rifet
Gül-bün-i bâğ-ı şeriat, bülbül-i bâlâ tuî
“Risalet bahçesinin selvisi, marifetullah vadisinin ilkbaharı, Şeriat bağının gülfidanı ve kadri yüksek bülbülü sensin.”
Şems-i Tebrîzî ki dâred na’t-ı peygamber zi-ber
Mustafa vü müctebâ ân seyyid-i Bâlâ tuî
“Şems-i Tebrizi (yani Mevlânâ’nın kendisi) Hazret-i Peygamber’in na’tını (tasvir ve tavsifini) nice ihata ve ifade etsin ki seçilmiş ve mümtaz olan o en yüce asil sensin.”
Bazı meşher na’tlara daha sonra gelen şairler, nazireler yazmış veya onlar üzerinde tahmis, tesdis... yoluyla işlemişlerdir. Meselâ Aydınlı meşhur şeyh Dede Ömer-i Rûşenî (ö. 1487)’nin “Çün doğup tuttu cihan yüzünü hüsnün güneşi” diye başlayan sevilen ve bestelenmiş na’tı-na, Beylikci İzzet Bey (ö. 1809)’in yazdığı tahmisi ve yine Nefehâtü’l-Üns yazarı İranlı büyük âlim, şâir ve mutasavvıf Molla Abdurrahmân-ı Cânû (1414-1492)nün Arapça mülemmalı Farsça na’tına, Türk şairi Hoca Neş’et (ö. 1807)’in yazdığı tahmis... vs. gibi. Ki bu sonuncudan bazı kısımları aşağıda sunuyoruz:
Bezm-i Câmîde mey-i ışkın olup cür’a-keşi
Olmuşam mest-i mahabbet, akıdup kanlı yaşı
Ururam na’re-i mestâne hemen subb u aşî
Lî habîbün medeniyyün arabiyyün kureşî
Ki büved derd ü gameş mâye-i şâdi vü haşî
“Molla Câmi’nin meclisinde aşk şarabının yudumlayıcısı olarak, gözümden kanlı yaş akıtarak muhabbet sarhoşu olmuşum, sabah akşam sarhoşlar gibi nâra atmakta, feryad etmekteyim. Benim Medineli, Arap soyundan, Kureyş kabilesine mensup bir sevdiğim var ki onun dert ve gamı bana neşe ve hoşluk sermayesidir.”
Bundan Â’lâ nedir uşşakına ihsan u kerem
Olalar devlet-i didâr ile hoş-dil, hurrem
Suretâ firkat; ü ma’nâda visâle her dem
Gerçi sad merhale dûrest zi-pîş-i nazarem
Vechuhû fi nazarî külle gadâtin ve aşî
“Onun âşıklarına bundan daha âlâ iyilik ve kerem ne olabilir; eğer onun didarına bakmak devletiyle gönülleri hoş ve sevinçli olsalar. Dışardan ayrılık gibi görünse bile aslında onunla vuslat ve beraberlik her zaman devam etmekte, gerçi o benim gözümün önünden yüz fersah uzaktır ama cemali her sabah ve her akşam benim, gözümdedir.”
Sûziş-i ışk-ı Nebî ile aleyhi’s-salevât
Söyle dil-tecne gidem mahşere, buldukda hayât
Ola sirâb dil-i huşk-lebân-ı Arasât
Maslahat nist merâ sîr ez-în âb-ı hayât
Dâafa’llâhu bihî külle zamânin atası
“Hazret-i Peygamber’in —ona salat ü selam olsun— aşkına yanarak mahşere şöyle gönlüm susamış olarak gideyim. Haşr ve ba’s olduğu zaman dudağı kurumuşların gönülleri Arasatta onun cemâliyle doysun ve kansın. Bu âb-ı hayata doymak ve kanmakta bana bir fayda yok; onun için Allah her zaman ona karşı olan susuzluğunu artırsın.”
Son bir numune olarak da Sultan II. Mustafa B. IV Muhammed’han (1664-1703)ün yine Hazret-i Peygamberin medhi ve na’tı vadisinde yazdığı bir murabba’ı kaydedelim.
El medet ey Fahr-i âlem, vey şefiâl-muznibîn
Nazil oldu hakkına hem “rahmeten li’l-âlemîn”
İşidelden vasfunı budur lisanımda henûn
Es-selâtû ve’s-selâm ey sâdıka’l-va’di’l-emîn
Çağlayub her dem akar bu çeşm-i giryanum benüm
Fikr idüp nazr-ı cahîmi havf ider cânum benüm
Umaram rûz-ı cezada ola hem-râhûm benüm
Es-selâtû ve’s-selâm ey sâdıka’l-va’di’l-emîn
Dolmuşam bahr-i şekavet içre, kârım seyyiât
Ya ilâhi sen hidâyet eyle bana ver necat
Sen şefâat kıl garibe ey Rasûl-i kâinât
Es-selâtû ve’s-selâm ey sâdıka’l-va’di’l-emîn
Ey Rahim-i lâ yezâl etme hisâbı bendene
Cân u dilden özlerem ol cismi pâki görmeğe
Ya habîb-i kibriya cem et livâ’yı hamd’üne
Es-selâtû ve’s-selâm ey sâdıka’l-va’di’l-emîn
Ümmetünden en hakîr ü bi-kesem ben yâ Rasûl
Hazretüne etdüğüm vird-i salâtı kıl kabûl
Âciz u Meftûni’i cennât-i adne et vusul
Es-selâtû ve’s-selâm ey sâdıka’l-va’di’l-emîn
Hakses Mecmuası, Hicret Özel Sayısı, Eylül-Ekim 1979, s.37-39.