EN MÜHİM HASTALIĞIMIZ (*)

Halil NECATİOĞLU

Süfyan b. Hüseyin der ki:

“Bir gün İyâs (1) Hazretleri’nin meclisinde bir adamı çekiştirerek bazı kötü fiillerini beyan ettim. İyâs Hazretleri bana:

—Sen cihad ve gazâ kasdıyle Rum (Yani Anadolu) cihetine gittin mi? dedi.

—Gitmedim, diye cevap verdim.

—Sind, yahut da Hint taraflarında cihâda azîmet ettin mi?

—Oralara da gitmedim, diye mukabele ettim.

—Senin elinden Rum, Sind ve Hind ahalisi olan kâfirler selâmet bulmuşlar iken, mü’min kardeşin niçin selâmet bulmuyor? Bundan sonra bir daha bu şekilde sözler söyleme, diyerek bana hayatım boyunca unutamayacağım bir ders verdi.”

Şahısların gıyabında, aleyhlerinde konuşmamaya azmedip karar verdiğimiz olmuşsa, bunu tatbik etmenin zorluğunu çok iyi bilirsiniz. Hazır olmayan bazı zevattan bahsedilen nice toplantılarda hem prensibimizi bozmamak, hem de mecliste nâhoş, sıkıntılı ve muhtemelen kalb kırıcı bir hava husule getirmemek için olanca gayretinizi sarf etmiş, bizzat kendiniz sıkıntıya düşmüşsünüzdür. Bazan da böyle bir muhavereye farkında olmadan, gayr-i ihtiyari kendimizi kaptırır, konuşmanızın ta ortasında durumumuzu idrak eder, gafletinize şaşarsınız. Bu neden böyledir? Bu fena fiile neden bu kadar tutkunuz? Çünkü insan ruhunda, şahısların bilinmeyen taraflarını bilmek, hareketlerindeki asıl niyeti keşfetmek, saklamaya çalıştığı kusurları ortaya dökmek, binaenaleyh o zatın o kadar melek, o kadar hürmete layık, o kadar kıymetli kimse olmadığını (!) isabet etmek hususunda dayanılmaz bir temayül saklıdır. Biz insanlar “en temiz vicdanda gizli bir leke” farketmek isteriz. Halbuki bunun içtimaî zararları çok büyüktür. Çok muhtaç olduğumuz tesanüdü yıkar, şahısları birbirinden soğutur, itimadları zedeler, darılmalara yol açar. Bazan aksi tesir de yaparak, kusur işlemiş olan şahısların bunlar üzerinde ısrarına ve hatta kötü insanlar safına kaymasına sebep olur. İtiraf edelim ki hepimiz, güzel yazı yazıyorsak, resme hevesimiz varsa, herhangi bir sahada kendimizi yetkili hissediyorsak... bu, muhitimizden bize karşı bu yolda bir kanaat beslendiği ve izhar edildiği içindir. Yine bunun gibi eğer hakikaten iyi insan isek bunu biraz da etrafımızdakilerin bizi iyi bilmesine, iyi zannetmesine borçluyuz.

İşte bütün bu sebeplerden İslâm dini, bir şahsın üzerinde olmayan bir kötülüğü söylemeyi yasak ettiği gibi —çünkü bu apaçık bir iftira olur— hakikaten sahip olduğu kötü vasıfları veya işlediği bir hatayı söylemeyi, yazmayı da yasak etmiştir. Mü’minler hakkında hüsn-i zan beslemek, varsa kusurlarını örtmek, gizlemek içtimaî ve bilhassa manevî kazancı çok yüksek olan amellerdendir.

Yukarıdaki fıkra, bir kimsenin gıyabında, onun, duyunca üzüleceği kusurlarını söylemek hatasına düşenlere verilecek cevapların, yapılacak ikazların en mükemmeli, en nezih ve en zarif numûnelerinden biridir.


(*) İslâm Mecmuası, s.84, Eylül 1964.

(1) İyâs b. Muaviye rahimehullah (664–740). Meşhur, muttakî Emevî Halifesi Ömer b. Abdülazîz tarafından Basra’ya kadı tayin edilmiş idi. Onun zekâsı ve sezişi Arab edebiyatında darb-ı mesel haline gelmişti.

Dervişân

.