.

EL - YAZMASl KİTAPLAR

Doç. Dr. M. Esad COŞAN

El-yazmaları umumiyetle antika eşyalar gibi değerlidir ve kültür tarihimiz için büyük önem taşırlar. Çünkü: çoğu bir tarih belgesi durumundadır, ziyana uğramaları telâfisi imkânsız millî kayıplar doğurabilir.

Bu konuda halkın aydınlatılması ve ilgililerin uyarılması şarttır...

Tetkiklerimizde gördüğümüz kadarıyla, bunların kıymeti çok kere ge­reğince takdir edilmemektedir.

a. El - Yazması Nedir?

El-yazması eser, (manuscript, handschrift... vs.) adından anlaşılacağı gibi, matbaada basılmış, çoğaltılmış olmayan, elle yazılmış kitap veya risâle demektir. Bunlara eski devirlerde “nüsh” denirdi Kur'an-ı Kerim nüshası... vs. gibi. Hattâ, üzeri dua yazılı, üçgen şeklinde kat­lanmış kâğıt veya bezlere verilen “muska” adı da bu nüs­ha kelimesinden bozmadır. Matbaanın gelişinden sonra nusha-i mahtutâ (yazma nüsha) şeklinde kullanılır ol­du; çünkü artık nüsha-i matbua (basma nüsha)lar da ortaya çıkmıştı. Şimdi ise bu tâbirlerin yerine kısaca “bas­ma” ve “yazma” demekteyiz.

Yazma eser, bizde genellikle bildiğimiz kapaklı kitap şeklinde (codex) olabildiği gibi, nadiren de tomar ve rulo şeklinde bulunur. Bu ikinci şekil daha ziyade soy şecere­leri, tarikat silsileleri, fermanlar ve bazı vakıfnâmelerde kullanılmıştır. Eni boyundan daha uzun olan ve genellikle halk şairlerine ait şiirlerin yazıldığı özel şekilli yazmalara ise “cönk” adı verilir.

b. Türkiye'deki yazmalar:

Türkiye yazmalar bakımından çok zengindir. Ecdadı­mız ilme ve dolayısı ile kitaba büyük değer vermiş, biz­lere zengin yazma koleksiyonları bırakmıştır. Üç kıt'adan, İslâm âleminin çeşitli ülkelerinden toplanmış Arapça, Farsça, ve Türkçe yüzbinlerce yazma bize kadar ulaşmış bulunuyor. Topkapı Sarayı, Ragıppaşa, Köprülü, Atıfefendi, Nuruosmaniye... ve bu gibi müstakil ve hususi binaya sahip birçok kütüphane yanısıra camiî, tekke, dergâh gibi kutsal yerlere ve medreselere yapılan kitap bağışlarından teşekkül etmiş kütüphaneler de vardır.

Bugün devlet eline intikal etmiş yazmalara, bir dere­ceye kadar garanti altına alınmış gözüyle bakabiliriz. Fakat Türkiye'de çeşitli resmî müesseselerdekilerden başka, Özel şahıslarda da büyük miktarda yazma bulunduğu yurt içi tetkik gezilerimizde dikkatimize çarpmıştır. Yalnız şe­hir ve kasabalarda değil, köylerde dahi bol yazmaya rastlanır. Bunların bir kısmı iyi korunmakla beraber, büyük çoğunluğu yangın, îhmal, haşerat, fare... gibi tehlikelere mâruz olduğu da bir gerçektir.

Birtakım kimseler Anadolu'yu köy köy dolaşarak antika eşya, eski elişleri, tarihî eşya yanısıra bu yazmaları da toplamakta, büyük şehirlere getirerek antikacı ve kitapçılara satmaktadır. Pek çok yazmanın, yabancı turistler tarafından buralardan; alınarak yurtdışına kaçırıldığı gö­rülmektedir. Ayrıca bazı kimseler, sadece tezhipli, müzeyyen, güzel hatlı yazmaların kıymetli olduğunu sanmakta, gösterişsiz olanlar ihmal edilmektedir. Sözün kısası özel yazmalar, endişe edilmeye lâyık durumdadır, çeşitli teh­likelerle karşı karşıyadır, elden çıkabilirler.

Halbuki yazmaların millî kültürümüz için büyük öne­mi vardır.

Türk kültürü bütün yönleri ve bütün devreleriyle iş­lenmiş, açıklanmış ve aydınlanmış olmaktan çok uzaktır; arşiv vesikalarımız iyi korunmamış, mevcutlar tetkik ve tasnif edilerek yayınlanmamıştır. Tarihî eserler ihmale uğramış, mesefa kitabeleri bile tamamen tesbit olunmamış­tır; kültür tarihiyle ilgilenenlerin faydalanacakları başlıca kaynakların bile henüz ilmî, güvenilir, indeksli baskıları yoktur... vs.

Ecdadımızın ilmî, fikrî ve edebî mahsûlleri olan eser­leri de tam olarak bilemiyoruz; çünkü bu millî kültür ha­zineleri, el-yazmaları halinde eski eser kütüphanelerinde veya özel şahıs kitaplıklarında, günışığına çıkma ve ta­nıtılma sıralarının gelmesini bekliyor. Mevcutların bile ka­talogları büyük çoğunlukla neşredilmemiştir. Literatürü­müz hakkında C. Brockellmann'ın Arap Edebiyatına dair meşhur Geschichte der Arabischen Literatur'u gibi bir eserimiz bile yoktur.

Zaman zaman görüldüğü gibi, yeni keşfedilen yazma bir eser bize, o güne kadar edebiyat ve tarih kitaplarımıza geçmemiş mühim bir müellif tanıtabiliyor; yahut bilinme­yen bir hususu ortaya çıkarabiliyor; yada çok değerli ve orijinal bir konuya dair olabiliyor. Meselâ Kaşgarlı Mahmud'un 1072'de yazdığı Dîvân-u Lügati’t-Türk'ünü düşü­nelim. Bu eserin bulunup tanıtılması, Türk dil, edebiyat, tarih ve kültürü için yeni bir çığır açmış, eşsiz bir keşif, olmuştur. Kitabın yegâne yazması elli-altmış yıl önce Ali Emirî Efendi tarafından bir kadından satın alınmış ve sonra devlete intikal etmiştir. Bu yazma harp, yangın ru­tubet, ihmalkârlık gibi bir sebeple zamanımıza ulaşama­mış olsaydı kültürümüz bakımından ne kadar büyük bir kayıp olacağı ortadadır.

Demek oluyor ki yazmaların millî kültürümüz için hayatî bir önemi vardır; dıştan gösterişsiz de olsalar kü­çümsenmemelidirler. Onların iyi korunması, herkesin faydalanabileceği bir statüye kavuşturulmaları millî, hattâ, dinî bir ödevdir. Yazmalar olmadan, atalarımızı, tarihimi­zi, kültür ve medeniyetimizi, bugünkü cemiyet ve çevre­mizi lâyıkıyla tanımak; sosyal ve kültürler meselelerimizi çözmek, ruhî ve  mânevî kalkınmayı sağlamak adetâ müm­kün değildir.

c. Netice:

Yazmalar konusunda devlet, millet ve fert olarak he­pimize mühim görevler düşmektedir. Bunların neler oldu­ğunu incelemek ayrı bir yazı konusudur. Kısaca söyle­mek gerekirse bizce başlıca bunlar yapılmalıdır:

1. Yazmaların değeri ve önemi konusunda yaygın bir eğitim;

2. Yazmaların (veya mikrofilimlerinin) özel ellerden mutlaka toplanması;

3. Yazma eser kütüphanelerinin maddî imkân ve mütehassıs bakımından geniş bir şekilde takvi­yesi;

4. Yazmaların dağınık kütüphanelerden her şehirden (veya kasabadan) gerekli imkânlara ve mü­tehassısa sahip tek bir merkezde toplanması;

5. Yurt (hattâ dünya) çapında tesbit ve tasnif çalışması


(*) İslâm Mecmuası, München, B. Al­manya, Ağustos 1976, s.185.

Makaleler | Prof. Dr. M. Esad COŞAN Rh.A | Dervişân