YAYGIN VE ÖRGÜN EĞİTİM
Aziz ve muhterem misafirlerimiz, davetliler, dostlar, kardeşlerimiz!..
Bir dinlenme ve tatil devresi geçirdik. Okulların açılmasıyla beraber, ikamet ettiğimiz şehirlerde yeni bir hizmet döneminin başında bulunuyoruz. Umumiyetle tatillerde bir dinlenme ve dağılma oluyor, büyük şehirlerde... Hele Ankara'da boşalma oluyor. Sonra okulların açılmasıyla bir toplanma oluyor. Yüksek tahsillerdekiler tatilden dönüyorlar, faaliyetler hızlanıyor. Yeni bir hizmet yılının başında dün açtığımız bu ilim irfan yuvasının salonunda toplandık.
Bizim câmiamız, mensub olduğumuz grubumuz, kardeşlerimiz, Türkiye çapında meşhur insanlardır. Birkaç nesildir en büyük hizmetlerde en önde görülen, gazetelerde isimleri çıkan kimselerdir. Câmiamızın amacı, Allah'ın rızasını kazanmaktır. Bizim prensibimiz, büyüklerimizden öğrendiğimiz ana hedef: "İlâhî ente maksûdî ve rıdàke matlûbî" Yâni, gayemiz Allah'ın rızâsını kazanmaktır. Herkesin yaptığı işte bir amaç vardır, kalbinde bir niyeti vardır; menfaati için çalışır, hırsı için çalışır. Kafasındaki ideal için, kalbindeki bir emel için, insan hayat boyu bir hedefe doğru koşuyor. Bizim bu salonda hiç farkımız yoktur. Hepimizin hedefi Allah'ın rızâsını kazanmaktır.
Şimdi bu rızâyı kazanmak için neler yapmak lâzım?.. Dünyanın her yerindeki bütün müslümanlar bunu düşünüyor. Yurt dışına yaptığım seyahatlerde bizim çalışmalarımıza benzer çalışmalar yapan, müslüman gruplarla karşılaşıyorum, konuşuyorum ve sevinç duyuyorum. Çünkü elhamdü lillâh akıl için tarik birdir derler; yani akıllı insanlar hizmet için, Allah'ın rızâsını kazanmak için aynı şeyleri buluyorlar ve yapıyorlar. Elhamdü lillâh bize de bir te'yid oluyor.
Hattâ geçtiğimiz ayda Londra'da bir konferans istediler benden... Böyle büyük bir kolejin konferans salonunda "21. yüzyılda neler yapmamız lâzım?" diye konular seçmişler bana da bildirdiler. Mecburen o konu üzerinde konuşmam icab etti, konuştum. Pakistanlılar, İngilizler muhtelif millletlerden münevver, yazar, profesör vs. gibi kimseler, gazeteciler geldiler. İngilizceye çevrildi konuşmam... Konferanstan sonra, "Ne güzel şeyler düşünmüşsünüz, ne güzel şeyler teklif ettiniz." diye teşvik ettiler, tebrik ettiler. Allah razı olsun, Allah sevsin, kulların sevgisi mühim değil; ama bu da bir te'yid oldu benim için...
Bizim birkaç tane vakfımız var. Aslında biz müslüman olduğumuz için; hani ne yapar müslüman?.. Cami yapar, camiye girer, ibadet eder, geceleyin tesbihini çeker; tamam gibi düşünüyoruz. Hayır; öyle değildir, bizim amacımız daha geniş... Bizim hizmet amacımız o kadar geniş ki; hayatın her faaliyet dalına yayılmış, hizmetler yapmaya çalışan arkadaşlarımız var. Belediye hizmetleri yapanlar var, politik hizmetler yapanlar var... Mühendislik, tıp vs. alanlarda hizmetler yapanlar var... Hepsi de meslek sahibi kimseler...
Bizim kendi câmiamızın kurduğu üç vakfımız var; bir de kendi kardeşlerimizin başka yerlerde kurduğu vakıflar var... Paralel istikametli çalışan kardeş vakıflar var... Ama bizim İskenderpaşa câmiamız olarak üç vakfımız var:
Birisi Sağlık Vakfı'dır. Çünkü her şeyin başı sağlıktır. İnsan hasta olunca, kendisine hizmet ediliyor. Kendisi hizmet edemiyor. Onun için hastanelerimiz var, polikliniklerimiz var, çeşitli büyük müesseselerimiz var; hepsi meşhur... Yeni Bosna'da Hayrunnisâ Hastanesi, Vatan Caddesi'nde Şadiye Hatun Teşhis klinikleri... vs.
Geçen hafta da Çanakkale'de, bizim 20 kadar elemanımız sağlık taraması yaptılar. 1200 hastaya bedava baktılar. 500 milyon TL'den fazla ilaç dağıttılar. Yani, Allah için; para isteyerek, vizite yaparak, satarak değil... Kendileri cuma, cumartesi pazar günlerini ayırdılar. Köylere gittik, ben de başlarında bulundum. Sıraya girmiş köylüler, ihtiyarlar, hastalar, biçareler... Baktık, tedavi ettik, ilaç verdik, tavsiyelerde bulunduk. Geçen sene de yapmıştık bunları; "Tavsiyeleriniz sayesinde ben ölümden döndüm; eğer muayene olmasaydım, tavsiyelerinize uymasaydım, ölecektim." diyenler oldu. Bu sene de 1200 kişi bu hizmetten yararlandı. Bu az bir rakam değil...
Tıbbî hizmetlerimizi götüren bir Sağlık Vakfımız var... Onun Panzehir diye bir dergisi var... Neşriyat organı olarak çok güzel bir dergi...
Bir başka vakfımız var: Hakyol Eğitim Yardımlaşma ve Dostluk Vakfı... Başlığında amaçları saklı:
a. Eğitim yapmak.
b. Yardımlaşma.
c. Müslümanlar arasında birlik beraberliği sağlamak amacıyla çalışmak.
Eğitim amaçlarımızı ikiye ayırıyoruz:
1. Okula gitmeyen, gidemeyen, okul çağını geçirmiş insanlara tepeden yaygın bir eğitim. Bu neyle olur?.. Dergiyle olur, gazeteyle olur, radyoyla olur, televizyonla olur. Buralardan bilgilendirilir.
Elhamdü lillâh, bizim bu sahalarda müesseseleşmiş olan, 18-20 ilde o bölgeye yayın yapan Ak Radyo'muz var... Şimdi uzaydan yayın yapıyoruz. Almanya'dan Orta Asya'ya kadar anteni olanlar bizi dinleyebilir. Ve bir istatistik vereyim: Bizim Ak Radyo'muz sırf İstanbul'da 50 FM radyosu içinde, en çok dinlenen ilk üçten biri; ama ötekiler müzik yayını yapıyor. Tabii, müziği herkes dinliyor. O ayrı, kıymeti yok bence; bizimki kültür yayını yapıyor. Yani hadis var, tefsir var, fıkıh var, tarih var, edebiyat var, kadın eğitimi var, çocuk eğitimi var, doktorların konuşması var... Çok kıymetli meşhur şahsiyetlerin yorumları var, röportajlar var... Yâni yine beğeniliyor, beğenen de tiryaki oluyor. Şimdi bir şaka çıkartmışlar, "Akrakolik olduk." diyorlar birbirlerine; hani alkolik der gibi... Hakikaten 24 saat dinleniyor, uyanık olduğumuz sürece...
Radyo her yere taşınabilir ufacık bir cihaz; araçta da giderken dinlenebiliyor, çok faydalı oluyor. Her şey var, Kuran-ı Kerim'den ezana varıncaya kadar... Dur bakalım ezan okunmuş mu diyoruz, açıyoruz Akra'yı; biraz sonra ezan okunmaya başlıyor. Tamam diyoruz. Şimdi bu yaygın eğitim...
Radyodan camiye gelemeyen, vaaz dinleyemeyen, okula gelemeyen işçiye, kadına, çocuğa, köylüye, kentliye bilgi yağdırıyoruz. Bilgi bombardımanı; bu bir eğitim...
Sonra dergilerimiz var: İslâm, Kadın ve Aile, İlim ve Sanat... 10 yıldır, 12 yıldır ayakta durabilen dergiler... Bu şampiyonluktur. Türkiye'de dergiler iki yıl ömürlüdür. İki yıldan fazla yaşamaz. Çünkü dergilerin Anadolu'ya dağıtımı olur; parası gelmez. Dergiyi basanların parası tükendiği zaman, dergi kapanır. Anadolu batağına batar dergiler... İki yıllıktır en güzel dergiler. İsmail (Turan) Ağabeyin zamanında İslam'ın Nuru dergisinden vs. den hep böyle gider bu... Bizim dergilerimiz devam ediyor. Biz gerekli tedbirleri aldık, devam etmesini sağladık.
Bu dergilerin bu çağda fonksiyonu nedir?.. Şimdi İstanbul gibi büyük kültür merkezleri için dergi çok orjinal bir bilgi kaynağı değil; köyler için bilgi kaynağı... Köyden, yayladan bir mektub geliyor, bir kız diyor ki: "Sizin derginizi okudum, namaza başladım, başımı örttüm, hidayete erdim." Bir oğlan diyor ki: "Sizin derginizi okudum, yanlış yoldaydım, düzeldim." Hidayete vesile oluyor. Yurt dışında olanlar sabırsızlıkla bekliyorlar, "Bir çıksa da görsek!" diye... Büyük hizmet görüyor. Onun için, devam ettiriyoruz. Zarar ettiğimiz halde devam ettiriyoruz. Parayı başka yerden kazanıp burada hizmet var diye, dergiyi destekliyoruz. Kâr etmiyoruz ama dergiyi destekleyerek mânevî kâr olsun diyoruz.
Tabii, "Bu kârlar nereden sağlanıyor?" sorusunun cevabı: Yirmi küsur şirketimiz var, her şeyi yapıyoruz. Meselâ, hiç tahmin etmeyeceğiniz Sav Marketleri'miz var, silah ve av malzemeleri satıyoruz. Biz çıkardık bunu... Sav Marketleri ağına sahibiz Anadoluda... Silah da üretiyoruz kendimiz; tescilli, şarjörlü filân... Zülfikâr isminde duymuşsunuzdur. Bunu niye yapıyoruz, benim işim ticaret mi?.. Değil... Zaten mesleğim de değil; kardeşlerimizin de mesleği ticaret değil... Ama Sav Marketler bizim dergilerimizin destek kuruluşudur. Buradan kazandığımızla dergileri çıkartıyoruz. İslâm, Kadın ve Aile, İlim ve Sanat, Panzehir... Bir ara çıkartmayı yavaşlattık, niye?.. Para yoktu da ondan...
En zor işlerden birisi insanlardan para istemek muhterem kardeşlerim, çok zor! Ben bir iki defa vakfın namına para istedim. Siteler'de bir dükkana girdik, ikincisine giremedik. Oturduk çay içtik filan... "İşte, vakfımızın şu kadar öğrencisi var, paranız varsa verin zekâtınızdan; işte bunlar okusunlar." diyeceksiniz. Çok zor muhterem kardeşlerim!.. Para istemek kadar, el açmak kadar zor bir iş yok...
Şimdi diyorlar ki: "Nakşiler holding kurdu." Tabii kurarız. İstememek için, dilenmemek için kuruyoruz. Başımız dik olsun diye, kimsenin karşısında ezik olmayalım diye, bunları yapmaya çalışıyoruz. Yirmi kadar şirketimizden orjinal olduğu için bunu söylüyoruz. Sav Market; yani silah ve av malzemeleri tüfek, çadır, el fenerleri vs. satan dükkan bunlar neticede... Bizim elemanlarımız satıyor, kârıyla dergilerimizi götürüyoruz.
--Sonra orjinal ne var?..
--İnşaat şirketimiz var...
--Allah, Allah siz bir cami cemaatisiniz; insaat şirketiyle ne işiniz var?
--Boru imalatımız var; mavi boru, yeşil boru, beyaz boru var ya paslanmayan güzel borular, onları imal ediyoruz; pencere imal ediyoruz. Pencere fabrikamız var Konya'da vakfımızın. Ne olacak bak işte burada bin küsur öğrencimiz var, bunların hepsinin midesi var. Zavallıların yemek yemesi lâzım, soğuk olunca giyinmesi lâzım!.. Barınması lâzım, yurt lâzım, giyim lâzım, ihtiyaçlarının karşılanması lâzım!.. Yetmiyor muhterem kardeşlerim! Çeşitli şirketlerimizle bunları sağlamaya çalışıyoruz, vakfımızın eğitim amaçlarını yerine getirelim diye...
İlk fırsatta gazete çıkaracağız. Hazırlıklar yapıyoruz, parayı biriktirebilirsek günlük gazete çıkaracağız. Başka?.. Televizyon yayınına geçeceğiz. Bu işi ilk önce biz düşündük Türkiye'de; ama her şey parayla oluyor. Televizyonu kurma hazırlığı içerisindeyiz.
2. Sonra eğitim müesseseleri açıyoruz, ana okulları açıyoruz. Ana okulu öğretmeni yetiştirmek için okul açtık. Geçen sene 17 tane mezun verdik. Bu mezunlardan bir kısmı ana okullarında göreve başladı.
Eğitim ne zamandan başlıyor biliyor musunuz?.. Adam evlenmeden önce başlıyor.
--Yâ Hocam dur bakalım adam daha evlenecek, düğün dernek gerdek olacak, çocuk olacak da ondan sonra eğitim olacak.
--Hayır! İyi bir kadınla evlenmezse çocuktan hayır gelmez. Kadını seçmekle başlıyor. Kadının sıhhatli, namuslu, ahlaklı iyi dürüst kadın olmasından başlıyor. Erkeğin iyi olmasından başlıyor.
Onun için bizim Prof. Kemal Çakmaklı isimli kardeşimiz İstanbul'da kendi tatlı ifadesiyle diyorki : "Bir çocuk anasından doğup, ciyak dedi mi eğtiminin sekizde beşi geçmiştir." diyor. Sayıyor işte: "Anne iyi olacak baba iyi olacak, sıhhatli olacak, helâl lokmayla beslenecek..." vs. Ana karnında da bir eğitim var... Doktorlar bunu biliyorlar ki annenin alışkanlıkları, gıdaları çocuğa tesir ediyor. Doğar doğmaz eğitimin yarıdan fazlası bitiyor; kalıyor yarısından azı, sekizde üçü... Sekizde üçün de ne kadarını vereceğiz? ..
Onun için adam olmuyor yetişen gençler... Talebelerin adam olmaması, anarşist olması, Ortadoğu'yu bitirip de Türkiye'nin başına belâ olması ondan oluyor. Okul eğitimi yanlış, materyalist, komünist, dinsiz... Barış gönüllüleri geldi İslâm'dan soğuttu, hrıstiyanlığı aşılamağa çalıştı. Ne oldu sonunda?.. Anarşist yetişti.
Eğitim çok önemli, derin bir iş... Hem kökü derin, hem tesiri ileriye doğru derin... Eğitim müessesine yatırım yaptığınız zaman, 100 yıl sonra sonuç alabileceğiniz bir yatırım yapmış oluyorsunuz. Yüz yıllık fayda sağlayacak iş yapmış oluyorsunuz. Çok mühim bir iş!.. Bunu kimse bilmez. Onun için biz bu eğitim müesseselerine önem veriyoruz.
Konferanslara önem veriyoruz, vaazlara önem veriyoruz, vâiz yetiştirmeye çalışıyoruz. Hoca kardeşlerimizin adedini arttırmağa çalışıyoruz. Fıkıh enstitümüzün, hadis enstitümüzün sebebi nedir?.. İlâhiyattaki tahsil yeterli değil, hocalar yeterli değil, hocalar tam müttakî müslümanlar değil... Açık konuşalım, ben de ilahiyattan emekliyim; istediğimiz tarzda değil... İstiyoruz ki, çoçuklar müslüman yetişsin, Allah'tan korkan insan yetişsin. Onun için ayrı müessese kuruyoruz, destekliyoruz, onları yetiştirmeye çalışıyoruz.
Eğitimin yaygın eğitim tarafı var... Örgün eğitim dediğimiz, işte ana okulundan, ilkokulundan, orta okulundan devam eden okullar var... Bizim bu müessesemiz ne kadar güzel olursa olsun, ne kadar büyük olursa olsun, eğitim için yapmamız gereken faaliyetler içinde az bir yekün tutuyor sevgili kardeşlerim!.. Eğitim çok mühim bir iş, çok büyük bir sektör, çok masraf isteyen bir iş... Devletin yapamadığını biz nasıl yaparız?.. Biz kestirmeden işi sonuca götürmeğe çalışıyoruz.
Eğitimin yapılmasında ve müslümanların mutluluğunun sağlanmasında yardımlaşma var amaçlarımızın içinde... Bizim yardımlaşmamız makbuzla para toplamak meselesi değil. Çeçenistan'a nasıl yardım ederiz, Kuzey Irak'a nasıl yardım ederiz, Makedonya'ya nasıl yardım ederiz, Bosna Hersek'e nasıl yardım ederiz; bunu düşünüyoruz. Kamyonlarla ilaç gönderiyoruz, malzeme gönderiyoruz, arkadaş gönderiyoruz. Yâni derdimiz çok...
Avustralya'dan hoca istiyorlar. Bak şurda arkada cami var, dün açılış yaptık, halktan birisi dedi ki:
"--Hocam, caminin imamı yok, imam da verin!"
Halk sağlıyor, Diyanet sağlayamıyor; kadro yok... Avustralya'dan benden kadı istiyorlar:
"--Hocam! Biz müslüman olarak İngiliz hakimin huzuruna çıkmak istemiyoruz. Bize kadı gönder, hakim gönder! Derdimizi ona açalım, o bizi dinlesin, hükmünü versin; râzıyız." diyorlar.
Yâni ben burdan, fıkıh enstitüsünden çocukları yetiştireceğim, kadı olacak, hakim olacak, İslâm hukukunu bilecek... Avustralya'ya göndereceğim, hakimlik yapacak... Böyle istiyor.
Tayland'dan bir derginin müdürü benden hoca istiyor. Dedim ki:
"--İnsaf! Yanınızda Bengladeş var, Hindistan var, Pakistan var; oradan hoca alın! Yakın; dilinizi bilir, kültürünüze yakın..."
"--Türkleri seviyoruz, Türk hoca istiyoruz!" diyor.
Şimdi red mi edeceğiz bunu?.. Gönderebilmeliyiz. Bir tanesini Tayland'a gönderebilmeliyiz. Bir Türk hoca, ehli sünnet akidesini orada öğretip, insanları yetiştirmeli!
Yapmamız gereken işlerin yanında yaptıklarımız çok az! Yâni böyle bir zerre gibi bir şey... Deryânın yanında, bir damla gibi bir şey yâni... Bu müessese güzel elhamdü lillâh; dilenciye hıyar vermişler, eğri diye beğenmemiş derler. Beğenmezlik gibi olmasın, elhamdü lillâh güzel ve büyük bir müessese... Çok güzel bir yerde kurulmuş, havadar, güneşli... filân. Gelişecek, büyüyecek, yanına iki tane daha bina yapma projemiz var... Bütün bu hususlarda yalnız Türkiye değil, bütün dünyadaki müslümanlarla yardımlaşmanın nasıl yapılacağını planlamak istiyoruz. Vakfımızın amacı bu... Bütün müslümanlar birbirini tanısın dost olsun istiyoruz.
Bu dost olmanın nasıl olacağını düşündük taşındık da biz, İSPA turizm seyahat şirketimizi kurduk. Suudi Arabistan'dan, Mısır'dan alimler geldiler, müesseselerimizi gezdirdik, bize:
"--En çok sizin seyahat acentanızı beğendik, orijinal düşünmüşsünüz!" dediler.
Neden?.. Ben burdan 70 kişiyi alacağım Özbekistan'a götüreceğim, oradaki müslümanlarla tanışıcağız... Alacağım Mısır'a götüreceğim oradaki insanlarla dost olacağız...
Nitekim yaptık bunu... Gorbaçov'un devrilip tekrar dikildiği günlerde biz Özbekistan'a gittik, Azerbaycan'a gittik. O günlerde konuşuldu parlamentoda, Azerbaycan hürriyetini ilân etti. Özbekistan'a geçtik; orada Özbekistan hürriyetini ilan etti. Allah tam hürriyet ihsan eylesin...
Oradan dostlar edindik. Burslar verdik, hacca çağırdık. Oraya burada aranızda olan kardeşimizi vaiz olark gönderdik. Dr. Metin Erkaya, bizim Sincan'lı kardeşimiz... Ben, "Özbekçe'yi öğrenin, müslümanlar birbirlerini tanısın!" dedim; Özbekçe'yi öğrendi, Özbekçe kitabı yazdı, neşretti. Özbekçe'nin; yâni onların dilinin bizler tarafından öğrenilmesi için kitap yazdı. Kendisi doktor ama, ramazanda oraya vaaz etmeğe gitti.
Orada ihvanlarımız var... Bahaeddin Nakşıbend Hazretleri'nin camisinin imamı ihvanımız, kardeşimiz... Müftü şimdi, Özbekistan'ın diyanet işleri başkanı gibi yâni... Daha başka dostlar edindik. Bunlar nasıl oluyor?.. Seyahatle oluyor. Onun için seyahat şirketi kurduk. Dostluk meselesinde her yönüyle müşterek çalışma yapmak istiyoruz.
Bir vakfımız daha var. İLKSAV: İlim Kültür ve Sanat Vakfı... Amaçları isminden belli: İlmi araştırmalar yapmak, ilim adamı yetiştirmek; dinî, tarihî, millî kültürümüzü araştırmak, muhafaza etmek, öğretmek... Yâni biz neyiz?.. Elhamdü lillâh müslümanız. Dedelerimiz kimlermiş, nasıl yaşamışlar?.. Kültürümüz, örfümüz, adetimiz, dinimiz, lisânımız, edebiyatımız, âdâbımız, ahlâkımız; bunlar kültür işte... Bir de sanat; yani işin estetik yönüne de dikkat ederek yapmak...
Yukarıdaki müesseseyi gezseniz veya İstanbul'daki kolejlerimizi gezseniz, bir şey daha dikkatinizi çeker: Güzellik... Çünkü Peygamber Efendimiz: "Allah bir insanın bir işi güzel yapmasını sever." buyurmuş. Yaptığı şeyi ihsân ile, mükemmel ve güzel yapmasını sever ve rahmetini ihsan eder böyle yapana... Yaptığımız her şeyi güzel yapmak zorundayız. Yazıyı güzel yazmak zorundayız. Kurbanı keserken bile bıçağımızın keskin olması lâzım, güzel olması lâzım. Hayvana ezâ, cefâ vermemek gerekir.
(El kelimetüt tayyibeti sadakatün.) "Sözün güzeli de sadakadır." Sözü de güzel söylemek lâzım, her işi güzel yapmak lâzım!..
Bakın bu camiye, bu müessese açılmadan önce teftiş için geldim, "Burayı ne hale getirebiliriz?" diye... Merdivenlerden çıkarken ayağımız kayıyordu. İçerisinde tahta bölmeler vardı, çok eciş bücüştü. Şimdi çok intizama girdi, içi, dışı düzenlendi. Bazı hacı amcalar yeraltına abdesthane yaptırdılar. Kadınlar için dıştan merdivenler yaptılar. Paramız oldukça yapacağız, yaptığımızı da güzel yapacağız.
Dergilerimiz çıktığı zaman, "Aferin! Bak müslümanlar bu işi becermiş!" dedirttik. Basında bir kaynak açtık, peşimizden bir sürü İslâmî dergi yayınlandı. Olsun, hepsi de güzel faaliyetler yapıyorlar. Yani öncülük ettik, fazl-ı tekaddümümüz vardır. Bir işi önceden yapmanın üstünlüğü vardır, şerefi vardır. Açtığımız çığırda yürüyenlerin sevabından hissemiz vardır.
Bizim vakfımızın Anadolu'da yüzlerce şubesi var... Ayrıca bazı yerlerde vakıf kurmak için müracaat ettiğimiz zaman müsaade alamadık. Müsaade dokuz ayda çıkıyor, iki senede çıkıyor. Vakıfların mevzuatı var, devletin mevzuatı var, bir şeyi yapmak kolay olmuyor. Vakıf kuracaksın, toplanıp müracaat edeceksin; kurucuların fotoğrafları, nüfus suretleri, iyi hal kağıtları... O olur, bu olmaz... Ondan sonra müzakere ediliyor. Müsaade ya geliyor, ya gelmiyor diye, Anadoluda yüzlerce dernek kurdurduk. İlim, sanat, kültür ve çevre dernekleri kurdurduk. Çevre derneklerini, Çevre Bakanlığı tesis edilmeden kurdurduk. Çevre Bakanlığı'ndan önceyiz. Hakk-ı tekaddümümüz, şeref-i tekaddümümüz vardır.
Çevrenin düzeltilmesi de önemlidir. Peygamber Efendimiz'in tavsiyesi: Sokağın süpürülmesi, evin içinin temiz olması, dışının temiz olması, suların temiz olması, sıhhate uygun olması lâzım, ağaç dikilmesi lâzım!.. Sadakayı cariye... Onun için biz kardeşlerimizi kahvehaneden kurtarmak istiyoruz. Vatandaşlarımızı boş zaman öldürmekten kurtarmak istiyoruz. Orman yeri gösteriyoruz; gelin bu orman yerinde orman kurun diyoruz. Sizin de burada üç beş ağacınız olsun diye korular kurduk, ormanlar kurduk, daha hedeflerimiz var... Yollar üzerinde dinlenme yerleri kuracağız, başka hizmetler yapacağız.
Bunların hepsi muhterem kardeşlerim niçin yapılıyor? Allah rızâsı için. Şahsen fayda beklemediğimiz gibi, şahsen yardımcı olmağa çalışıyoruz. Nice kardeşlerimiz var ben isimlerini vermeyim ağadır, milyonlarını vermiştir bu işler yapılsın diye masraf ediyor. Çünkü Allahın rızâsını kazanmak için kulluğu iyi yapmak zorundayız. İyi kulluğun bir yolu insanlara hizmettir. İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır.
Bu dünya hayatı fanidir, hepimiz ahirete göçeceğiz, bu dünyada yaptığımızın ahirette hesabı olacak, ölçülmesi tartılması olacak. Ahirete hazırlanmak zorundayız. Amel-i salih işlemek zorundayız. Hayrat ve hasenat yapmak zorundayız. Biliyorsunuz Yâsîn Sûresi'nde ne buyuruyor Allah-u Teâlâ Hazretleri: "O gün kimseye haksızlık yapılmayacak, hiç bir nefs zulme maruz kalmayacak, hiç bir can haksız muamele görmeyecek! Dünyada ne işlediyseniz onun karşılığını göreceksiniz. Hayır işlediyseniz, hayrın karşılığını göreceksiniz mükafat cennet. Kötülük işlediyse bir insan, kötülüğünün cezasını çekecek azab itab, cehennem..." Onun için ahirete hazırlanmak zorundayız.
Kimin hedefi, gayesi ahiret olursa; Allah onun işlerini rast getirir. İki yakasını bir araya getirir. Gönlüne zenginlik verir, dünyalığını da eksiltmez. Peygamber Efendimiz yeminle söylüyor: "Vallahi zekât ve sadaka vermekle mal eksilmez!" İnsan ahirete çalışınca dünyası harab olmaz. Ama kimin hedefi dünya olursa Allah onun işini dağıtır, darmadağan perişanlaştırır; toparlayamaz işini... Fakirliği iki gözünün arasına yerleştirir. Fakirlikten korkar hayır yapamaz, dünyalıktan da eline Allah ne yazdıysa ondan fazlası geçmez.
Ben şimdi kendimden bir misal vereyim; başkasını söylesem belki niye söyledin der: Ben İlahiyat Fakültesi'nden emekli bir profesörüm. Emekli bir memurun mâlî imkânı ne olur yani?.. Allah öyle yardım ediyor ki insana... Gökten böyle, güm diye arsamın üstüne üç katlı köşk düştü. Yağmur yağar gibi iki tane köşk düştü. Hocam biraz açıkla ne demek istiyorsun desenize!..
Şimdi ben burda asistanken harçlıklarımdan artan parayla bir arsaya ortak oldum. Çok ucuz, tepede... Sonra o arsaya bir müteahhit gelip demiş ki verin bu arsayı bana işte yüzde elliye inşaat yapayım. Arsa benim, inşaatı o yaptı. Ben bir kuruş vermedim. Ne yaptığını da bilmiyorum, planına da bakmadım. İşler bittikten sonra beni aldılar götürdüler. Bizim arsanın üstüne iki tane üç katlı tripleks villa konmuş. Çok para da değildi yani aldığım zaman...
Ben kendi emekli maaşıyla iki tane villaya sahip olan bir profesör düşünemiyorum. Olur mu?.. Olmaz! Ama Allah nasip edince, olur.
Benim ağabeyim bir yerden arsa almış. Benim Mithat ağabeyim, --kendisinin yanında söylesem kızar-- bizim vakfımıza en çok milyarlık rakamlarla yardım eden insanlardan biridir bizim aileden... Belki bizim aileden yapılan yardımlara erişen yoktur vakıflarımıza yardım edenler içinden...
Şimdi arkadaşlarından birisi arsasını satmak istemiş. Almış adamları arsasının yanına götürmüş, işte burası demiş. Dört beş arkadaş gitmişler. Bir tanesi demiş ki:
"--Yâhu, sen kazıklamak isterken dostlarını mı kazıklarsın? Bu taşlık arsa para etmez ki, ne diye satmak için bizi buraya getirdin?" diye, bir ağır söz söylemiş.
Şaka mı söyledi, ciddi mi söyledi; gerçekten taşlıkmış arazi... Yani dost kazıklamayı mı seviyorsun sen deyince, adamcağızın başından kaynar sular dökülmüş gibi kıpkırmızı olmuş. Çok üzülmüş, perişan olmuş. Şaka desen şaka değil, ciddi ise yenilir yutulur bir şey değil... Mithat ağabeyim, "Tamam ben alıyorum!" demiş, münakaşayı bitirmiş. Neden?.. Çok üzülmüş. "Ne fiyata veriyorsan ben alıyorum!" demiş ve almış.
Bir kaç gün geçmiş bu taşlık arazinin yanından bilmem hangi bakanın bir yakını arazi almış, oranın fiyatı on misli veya elli misli fırlamış. Bu neden?.. Allah'tan... Merhamet etti diye birden böyle oldu.
Bizim Adapazarı'nda bir hacı kardeşimiz var. Anası, babası, kardeşi hepsi hayırsever insanlar. Bizim bir vakfımızın toplantısında çıkardı bir para vaad etti, "Ben de şu kadar hayır yapacağım!" diye... Yaptılar hayırları, arsalar verdiler oralarda da kolejler açılıyor. Oranın açılışına da gideceğim. Bunu babasının dostu birisi yolda yakalamış:
"--Bana bak! Sen daha tecrübesizsin, daha hayatı bilmiyorsun. Bir günde öyle beşyüz milyonluk bir hayır yapıvermişsin, müsrifçe çok para vermişsin!" diye, vakfa verdiği parayı tenkid etmiş.
O da karşısındaki yaşlı kimseye:
"--Amca, biliyorsun babam öldü." demiş.
Yâni demek istemiş ki; insan ölüyor, hayır yapmak lâzım!..
Kızmış öteki:
"--Beni ölümle tehdit etme!" demiş.
Yâni, "Sen de öleceksin hayır yap!" dedi diye mânâ çıkarıp kızmış. "Hocam, birkaç gün sonra şehrin göbeğinde çok kıymetli, paha biçilmez bir arsası vardı, belediye istimlak ediverdi." diyor. Ne kadar para verirse versin; belediyenin istimlak ettiği yere pasaj yapsaydı, dükkan yapsaydı ne kadar kazanacaktı?.. Gitti. Yâni Allah dilediğinden mülkü alıyor, dilediğine veriyor. Fakire veriyor, zenginden alıyor.
Benim sütçü yamaklığı yapan bir tanıdığım vardı. Sütçü yamaklığından aldığı paralarla, Keçiören'de yamuk bir arsa almış. Bir tepenin yamacında yamuk bir arsa almış. Ondan bir kaç sene sonra gördüm, "Nasılsın?" diye sordum.
"--Hocam, arsama bir müteahhit talip oldu, bana altı tane kaloriferli daire veriyor. Birisinde oturup, beşinin kirasını yiyeceğim!" dedi.
Bak fakire, garibana Allah nasıl yardım ediyor.
Zenginliği veren Allah, sıhhati veren Allah, ömrü veren Allah... Malı veren Allah, malı alan Allah... Kur'an-ı Kerim'de bu hususta ayetler var, kıssalar var... Demişler ki: "Aramıza hiç fakir sokmayalım, fakirlere hiç bir şey vermeyelim!" Geceleyin bir felaket gelmiş mahsulün hepsi gitmiş. Sabahleyin anlamışlar hatalarını, perişan olmuşlar.
Onun için, ahirette fayda verecek, bize yararı dokunacak işleri bu dünyada yapmağa çalışmak için bu faaliyetleri yapıyoruz. Sizin de katılmanızı dileriz. Şu bakımdan diliyoruz. Sizin de kendinize özel hayırlarınız vardır. Herkesin sadakası vardır, zekâtı vardır, düşüncesi vardır, planı vardır... Belki vakfı vardır... Bilmiyorum amma; biz câmia olarak, bu işleri planlı bir şekilde uzmanlara danışarak, profesörlerle istişâre ederek, zaman zaman gazetelere giren toplantılarla yapıyoruz. "Yeni gelişen şartlara karşı İslâm'ı korumak için ne tedbirler almamız lâzım?" diye devamlı araştırma içindeyiz.
Onun için, gelin güçlerimizi birleştirelim!.. Bu müessesenin yarısı vakıf, yarısı özeldir. Biz zaman zaman müesseselerimizi de özel sektöre açıyoruz ki, iştirakler olsun, bizim yükümüz azalsın; "Biz de başka yerde, başka hizmetler yapalım!" diyoruz.
Ankara için daha yapacağımız çok şeyler var. Burada bir belediye başkanı kardeşimiz vardı biraz önce... "Bizim belediyemiz hudutları içinde bir arsa verelim, orada da böyle bir müessese kurun!" dedi. "Olur, inşaallah yaparız!" dedim. Benim amacım, inşaallah bir de üniversite kuracağız, bu işi tamamlayacağız. Onun için, bu planlı çalışmalarımıza gelin müştereken katılalım!.. Biz iştirak edenlerin de faydalanmasını düşünüyoruz. Verin bağışı demiyoruz; gelin ortak olun, siz de katılın diyoruz. İstiyoruz ki, kardeşlerimiz ekonomik yönden de kalkınsınlar.
Bunun için yaptığımız bazı teşebbüsler var... Meselâ; Haksağ... Hakyol Vakfı ile Sağlık Vakfı'nın ortaklaşa kurduğu sağlık tesislerimiz var. Gelirlerini özel sektöre açtık. Onlar döviz bazında güzel gelir getiriyorlar.
Bu müessesenin açılışı gecikti. Sizden öğrenci artırma isteği var. Bina çok güzel, sınıflar çok güzel, sıralar çizilmez, bozulmaz çok güzel malzemeden --laminant-- tertemiz, pırıl pırıl, ışıklı, güneşli güzel... Siz de ortak olun! Eğer ortaksanız borçlarınızı ödeyeceksiniz; ki, bizim hizmetlerimizin yürüyebilmesi için borçlarımızın ödenmesi lâzım.
Ferda Koleji için katılımlarınız olabilir. Ak Radyo'muz var, Enhar tekstil şirketimiz var... Katılabilecekler katılsın!.. Müsait değilseniz, yakınlarınıza, akrabalarınıza, dostlarınıza duyurun!.. Bu hizmetleri büyüterek götürelim. Türkiye'de ses getirici, müsbet sonuçlar hasıl edecek büyük müesseseler kuralım!.. Allah hayırlı muvaffakiyetler versin... Allah hepinizden razı olsun... Hepinize teşekkür ederim.
Esselâmü aleyküm!..
19. 9. 1995 - ANKARA