KURBAN BAYRAMI

Prof. Dr. Mahmud Es'ad COŞAN Rh.A

Es-selâmü aleyküm ve rahmetu'llàhi ve berekâtühû!..

Cumanız ve bayramınız mübarek olsun, aziz ve sevgili Akra dinleyicileri!..

Bugün Allah'a hamd ü senâlar olsun ki hem cuma günü, mü'minlerin her hafta karşılaştığı, nâil olduğu bayram; hem de Kurban Bayramındayız. İki bayram üst üste gelmiş oluyor, nurun alâ nur olmuş oluyor.

a. Bayramda Yapılacak Şeyler

Biliyorsunuz daha önceki konuşmalarımda da, Ramazan Bayramı münasebetiyle söylemiştim: Müslümanların biri Ramazan, biri Kurban olmak üzere senede iki bayramı vardır. Peygamber SAS Efendimiz Medine-i Münevvere'ye gittiği zaman onların bazı şenlikler yaptıklarını, eğlence ve sevinç ızhar ettiğini görünce, onların sebebini sormuştu.

"--İşte biz de bunlara Nevrûz [ve Mihrican] deriz, bu eğlenceleri yaparız yâ Rasûlallah" deyince,

"--Allah bu iki bayram yerine size daha hayırlı iki gün olan Ramazan ve Kurban bayramını vermiştir." buyurmuştu.

Enes RA'den Ebû Dâvud Sünen'inde zikretmiştir bu hadis-i şerîfi. Neseî'de vardır, Ahmed ibn-i Hanbel'de vardır.

Demek ki bizim, Rasûlüllah SAS Efendimiz'in mübarek fem-i saadetinden sâdır olmasıyla tescil edilmiş iki güzel, mükemmel, mübarek bayramımızdan ikincisi Kurban Bayramı'nı idrâk etmiş oluyoruz. Allah-u Teàlâ Hazretleri âlem-i İslâm'a hayırlı, mübarek eylesin bu bayramı... Dertli kardeşlerimizi dertlerden kurtarsın... Sıkıntıda, meşakkatte, üzüntüde olan kardeşlerimizi bu sıkıntılardan, üzüntülerden kurtarsın... Her türlü maddî mânevî nimetlere mazhar eylesin... Gönüllerinin muradlarını ihsân eylesin... Cennetiyle cemâliyle ahirette de müşerref eylesin, aziz ve sevgili kardeşlerim!..

Biliyorsunuz, biz Suud'dan telefon ediyoruz. Her zaman konuşmalarımızda böyle nerede olduğumuzu bildiriyorduk. Şu anda, bir gün önce bayramı yapmış durumda Suudlular. Bu meseleyi tabii, bazı gazeteciler gelip benimle burada röportaj yapmışlardı, onlara da anlattım. Teferruatlı anlatma durumunda değiliz şimdi ama, Suud'da zamanı hesaplamada ictimâ anını, yâni ayın dünya ve güneş arasındaki hizaya gelme anını esas alıyorlar; hilâlin görünmesini esas almıyorlar. Halbuki bizim namazları, ayları hesaplayan alimlerimiz, başta rahmetli Fatin Hoca olmak üzere, Kandilli Rasathânesi'nin bu işlerle meşgul üstâdı, profesörü, rahmetli Mehmed Akif'in arkadaşı... Peygamber SAS Efendimiz hilâlin görülebilirliğini esas aldığından, daima o esasa göre hareket etmişlerdir. Yâni bir yerde hilâl gözlendiği zaman teşekkül etmişse, görülebilecek durumdaysa, ertesi gün orada yeni ay başlamıştır diye hesaplarlar.

Ama bunlar şimdi değişmiştir, her ülke kendisine göre bir usül tutturuyor; Amerikan usulü, Avrupa usûlü filan gibi usüller çıkıyor. Onlar ayın dünya ile güneş arasındaki hizaya gelip bir saniye geçmesini, yeni bir ayın başlangıcı kabul ettiklerinden, hilâl görülemeyeceği halde yeni ayı girmiş kabul ediyorlar...

Doğrusu Türkiye'nin tesbit ettiğidir. İkisi de hesaplamadır. Çünkü aylar önceden, yıllar önceden biliniyor bu işler. Takvimlerini de buradan satın almıştık, yanımızda gezdirmiştik sene boyunca. Bir gün önce olacağını biz önceden biliyorduk zaten. İkisi de hesapla yapıyor ama, bizimkiler hesapta hilâlin görülebilirliğini esas aldıkları için, bizimkilerin yaptıkları sünnet-i seniyyeye daha uygun oluyor. Eh, bir ictihaddır, buradakiler de başka türlü yapıyor, mühim değil... Yâni eğer farklılık olsa bile, Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin haccı ve Arafât'a hacıların çıkışını kabul edeceğini Peygamber SAS Efendimiz müjdelemiş olduğu için, bir mahzur yok. Ama bizimkiler de müsterih olsunlar, bilsinler ki hesaplar güzel yapılıyor.

Bunu böyle te'yiden söyledikten sonra, biliyorsunuz bayram kelimesi Arapça'da iyd, ayın-ye-dal ile yazılıyor. İyd; avdet etmek, dönüp dönüp tekrar gelmek kelimesiyle ilgili. Àde-yeùdü kökünden. Yâni, her sene dönüp dönüp müslümanların karşısına çıktığından, bu isim verilmiş olabilir. Bir de ihsân sahibi kişilerin bazı kimselere hediyeleri döndürüp vermesi dolayısıyla yapılan hediyelere de âide ve avâid denir. Yâni böyle sevinçlerin, neşenin tekrarlanması, dünyevî ve uhrevî, dînî ve mânevî, ilâhî ikrâmların verilmesi dolayısıyla bu isim verilmiştir deniliyor. İştikàkı bu, yâni kelimenin çıkış noktası bu.

Şimdi bu bayram tabii, bizim için önemli olan bazı şeyler var bayramda yapmamız gereken... Bu konuşmamın dinlendiği sırada tabii bunların zamanı geçmiş olacak:

Biliyorsunuz Kurban Bayramı'nın namazının kılınması vâcibdir. Namazın içinde altı tane ilâve tekbir vardır. Birinci rekatta sübhâneke'den sonra, ikinci rekatta da zamzı sûreden sonra rükûya varmadan önce üçer üçer, iki tekbir, bunlar da vacibdir.

Bir de Arafe günü sabah namazından itibaren bayramın dördüncü günü ikindi namazını kıldıktan sonra dahil yirmi üç vakitte, müslümanlar Kurban Bayramında, erkekler açık, yüksek sesle bir defa tekbir getirirler. "Allàhu ekber, allàhu ekber... Lâ ilâhe illa'llàhu va'llàhu ekber... Allàhu ekber ve lillâhi'l-hamd" sözünü söylemeleri de vacibdir.

Yâni bunlar birer vazifeydi. Keşke daha önceden konuşmayla bunlar halkımıza duyurulmuş olsaydı. Neyse bu sefer bunu böyle anlatırız, inşâallah önümüzdeki seneler, Allah bir mâni vermezse, radyomuz, televizyonumuz kapatılmaz, yaşarsa, Allah dâim etsin, zulme gadre uğrattırmasın, inşâallah o zaman dinlenilir.

Bayramın mendubları da şunlardır: Bayram günü müslüman erken kalkacak. Gusül abdesti alacak. Misvak kullanacak, dişlerini, ağzını güzelce misvaklayacak, güzel kokular sürünecek, giyilmesi mübah olan elbiselerinin en güzelini giyecek. Tabii burada mübah sözünü bastırarak söylüyorum giyimin İslâmî şartlara uygun olması lâzım! Meselâ kadın giyiminde vücudun hatlarını belli etmeyecek şekilde bol olması lâzım. Altını göstermeyecek şekilde, şeffaf olmayan bir şekilde olması lâzım. Kapatılması gereken kısımları örtmesi lâzım.

Erkeklerin de yine, vücut hatları belli olmayacak şekilde giyinmesi lâzım! Rükûya vardıkları zaman eğildikleri, kalktıkları zaman avret mahallerinin belli olmayacak şekilde giyimi esas oluyor. Böyle güzel elbiselerini, İslâmî şekillere sahip elbiselerini, güzel, temiz elbiselerini giyecek. Tabii temiz olmak şartıyla, yıkanmış olmak şartıyla. İlk elbise olmayabilir, yepyeni de olabilir.

Allah'ın nimetlerini düşünerek sevinçli ve neşeli görünecek. Yüzük takacak. Böyle bayramda yüzük takmak da mendubtur. Tatlı bir şey yiyecek; mümkünse hurma tek adet olmak üzere.

Tabii Kurban Bayramında Kurban kesecek olan kimselerin, kurbandan yemek için bir şey yemeden namazdan sonra kurbanın kesilmesini beklemesi, o da mendubdur.

Sabah namazını camide kılacak, ondan sonra bayram namazı için mümkünse daha büyük camiye gidecek veya bulunduğu camide kılacak.

Acele etmeyip sükûnetle yürüyecek. Namaza giderken, (Allàhu ekber, allàhu ekber... Lâ ilâhe illa'llàhu va'llàhu ekber... Allàhu ekber ve lillâhi'l-hamd) diye tekbir getirecek. Dönerken, gittiği yoldan başka bir yoldan dönecek. Mü'minlerle karşılaştığı zaman, güler yüz gösterecek, selâm verecek. Elinden geldiğince, çok çok sadaka verecek.

Bunlar, bayram günlerinde müslümanların yapması gereken şeyler... Ayrıca tabii kabirleri ziyaret etmesi, eski büyüklerini, ahirete irtihal etmiş olan büyüklerini, onların kabirlerini ziyaret ederek, ruhlarına fatihalar okuyarak, hayırla anarak ruhlarını şâd etmesi de lâzım!..

b. Bayramda Tekbîr ve Tehlîl

Peygamber SAS Efendimiz Enes RA'den rivâyet edildiğine göre bayramlar hakkında buyurmuş ki:

RE. 293/4 (Zeyyinü'l-ıydeyni bi't-tehlîli ve't-tekbîri ve't-tahmîdi ve't-takdîs.) "Bu iki bayramı zînetlendiriniz!" Bakın burada da, Peygamber Efendimiz'in iki bayram kabul ettiğini anlamış oluyoruz. Ne ile?.. (Bi't-tehlîl) "Tehlil ile, yâni 'Lâ ilàhe illa'llàh... Lâ ilàhe illa'llàh...' diyerek." (Lâ ilàhe illa'llàh) kısasıdır. Uzunu: (Lâ ilàhe illa'llàhu vahdehû lâ şerîke lehû lehü'l-mülkü ve lehü'l-hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr.) Bu, tevhid mânâsını ilâve cümlelerle daha da takviye ediyor.

(Lâ ilâhe illa'llàh) "Allah'tan başka ilâh yok; sadece ve sadece âlemlerin Rabbi Allah-u Teàlâ Hazretleri var. (Vahdehû) O tektir; (lâ şerîke lehû) şeriki, nazîri, eşi benzeri yoktur. İki değildir, üç değildir, çok değildir." Yâni politeizmi, dualizmi, hepsini reddediyor. (Lehü'l-mülkü) Kâinâtın yönetiminde güç kuvvet ondadır, onun elindedir, mülk onundur, egemenlik onundur. (Ve lehü'l-hamdü) Hamd ü senâlar, şükürler, hepsi Allah'a gider, Allah'ındır; çünkü her güzel şeyi yaratan Allah'tır. (Ve hüve alâ külli şey'in kadîr) O her şeye kàdirdir." Bu tabii Lâ ilàhe illa'llàh'ın genişçe bir izahlı ifadesi olmuş oluyor, mufassal şekli olmuş oluyor. Bu âşikâr tevhiddir, yâni Allah bir demenin âşikâre şeklidir.

Bir de gizli tevhid vardır. O da, (Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh)'tır. O ne demek?.. "Allah'tan başka güç kuvvet yok. Güç kuvvet Allah'ındır." demek. Yâni, "Allah istemezse, kimse bir şey yapamaz. Allah bir şeyi isterse, kimse onu engelleyemez; güç kuvvet Allah'ındır." demek. O da tabii bir mânevî zevktir, çok büyük bir tecrübedir. Onu ancak yüksek müslümanlar anlar. Tevhidin böyle inceliğine, gizlisine, gizli tevhide, ancak derin imanı olan insanlar ulaşırlar.

Şimdi (Lâ ilàhe illa'llàh), veya böyle mufassal şekilde (Lâ ilàhe illa'llàhu vahdehû lâ şerîke lehû lehü'l-mülkü ve lehü'l-hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr.) diyecek, (Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi'l-aliyyi'l-azîm.) diyecek; bu bir.

"Bayramlarınızı süsleyin Lâ ilâhe illa'llàh'la süsleyin; (ve't-tekbir) ve tekbir ile süsleyin!" Tekbir; (Allàhu ekber) demek. (Allàhu ekber, allàhu ekber, lâ ilâhe illa'llàhu va'llàhu ekber, allàhu ekber, ve lillâhi'l-hamd.) demek.

(Allàhu ekber) "Allah en büyüktür. Hiç bir şeyle mukayese kabul etmez şekilde, eşsiz, emsalsiz şekilde en büyüktür. Yâni, şundan daha büyük, bundan daha büyük diye onunla mukayese edilecek bir varlık bile yoktur. Her şeyden daha büyüktür. (Allàhu ekberu min külli şey') Her şeyden daha büyüktür. (Lâ ilâhe illa'llàh) Ondan başka ilâh yoktur. (Ve lillâhi'l-hamd) Hamd ü senâ da onadır." Yâni, "Bizdeki her nimet, bizim varlığımız, sağlığımız, aklımız, ömrümüz, malımız, mülkümüz, çoluğumuz, çocuğumuz, saadetimiz, sevincimiz, bayramımız, her şeyimiz Allah'tandır. Onun için ona hamd ü senâlar ediyoruz." Bunu da çok söyleyeceğiz demek ki bayramda...

Görüyorsunuz, Peygamber SAS Efendimiz bizleri zikre teşvik ediyor; yâni tasavvufa teşvik ediyor yâni dervişliğe teşvik ediyor.

(Ve't-tahmîd) Bayramları süsleyeceğimiz şeylerden birisi de tahmiddir. (Lâ ilâhe illa'llàh) diyeceğiz, (Allàhu ekber) diyeceğiz. Tahmid de, hamd ü senâlar etmek, (El-hamdü lillâhi rabbi'l-àlemîn) demek, "Hamd âlemlerin rabbi Allah'a mahsustur." demek.

Hamd ne demek?.. Öğülmek demek. Yâni edilgen mastar oluyor. Hamide-yahmedü öğmek demek. "Allah-u Teàlâ Hazretleri'ne hamd olsun!" demek de, "Öğgüler Allah'a olsun!" demektir. Yâni öğen kul oluyor, hamd eden kul oluyor; öğülen, hamd edilen Allah oluyor. "Alemlerin Rabbine hamd olsun!" demek, yâni "Bütün öğgüler onundur." demek.

Çünkü Allah'ın üzerimizde sonsuz nimetleri vardır. Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin sonsuz esmâ-i hüsnâsı vardır. Her şeyi güzeldir, her şeyi hikmetlidir, ibretlidir. Neye baksanız, neyi öğseniz, neyi sevseniz, neyi beğenseniz, onun yaradanı Allah'a gider. Onun için, hamd de çok kıymetli bir cümledir. Bayramda El-hamdü lillâh'ı da çok söyleyecek müslüman... Bayramı süsleyecek bu sözlerle, yâni günü kuru geçmeyecek, boş geçmeyecek.

(Ve't-takdîs) Takdis de, bir şeyi tertemiz eylemek mânâsına geliyor. Burada maksad, (Sübhàna'llàh) demek. Yâni, Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin her türlü noksandan, eksiklikten, kusurdan müberrâ olduğunu, uzak olduğunu bilerek, her türlü kemâle sahip olduğunu bilerek, severek, "Senin her şeyin güzel, her şeyin tam, her türlü noksandan münezzehsin yâ Rabbi!" demek oluyor. Bu da yâni "Her çeşit noksanlıktan, şerikten, nazirden, müşriklerin, kâfirlerin senin hakkındaki pis, bozuk inançlarından temizsin yâ Rabbi sen! " demiş oluyoruz. Onun için, Sübhàna'llàh'a takdis derler.

Biliyorsunuz Kur'an-ı Kerim'in ayet-i kerimelerinde var:

(Sebbeha lillâhi mâ fi's-semâvâti ve mâ fi'l-ard) "Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah'ı tesbih ediyor, Sübhàna'llàh diyor. Yâni, 'Sen her türlü noksandan münezzehsin!' diyor." (Haşr: 1, Saf: 1)

"Dedi" veya "diyor" şeklinde; hem geçmiş zaman sîgasıyla vukuunun kesinliğinden dolayı, hem de etmekte devam ediyor mânâsına:

(Yüsebbihu lillâhi mâ fi's-semâvâti ve mâ fi'l-ard) "Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah'ı tesbih etmekte, Sübhâna'llàh demekte devam ediyorlar." (Cuma: 1, Teğàbün: 1) diye de ayet-i kerimede bildiriyor.

Her şey lisân-ı hal ile ve lisân-ı kàl ile, bilmediğimiz kendi dilince Allah'ı tesbih ediyor. Zerreler, küreler, kâinât, fezâ, büyük alem, küçük alem, hücreler, atomlar, zerreler... Her şey Allah'a Sübhâna'llàh diyor, senin şânın ne yüce yâ Rabbi, sen her türlü noksandan münezzehsin ve mukaddessin diyorlar.

İşte biz de bu sözleri, bayramda çokça söyleyeceğiz. İmanımızın gereği olan bu güzel cümleleri söyleyerek, çok sevap alacağız. Ve bayramımız da kuru, boş geçmekten kurtulmuş olacak. Günlerimiz, dakikalarımız, saniyelerimiz, zamanlarımız, günlerimiz şereflenecek, dilimiz şereflenecek bu güzel sözlerle...

Biliyorsunuz, bir insan aşk ile bir kez Allah dese, günahları sapır sapır, sonbaharda yaprakların döküldüğü gibi dökülür. İkinci defa dese sevap alır, üçüncü defa dese derecesi daha artar, daha artar, daha artar... Böyle bayramlarda demek ki, "Bizi bu bayrama eriştiren Allah'a hamd ü senâlar olsun!" diyerek Lâ ilâhe illa'llàh'ı, Sübhàna'llàh'ı, El-hamdü lillâh'ı, Allàhu ekber'i çokça söyleyeceğiz.

Tabii bunların hepsinin bulunduğu bir tesbih de var: (Sübhàna'llàhi ve'l-hamdü lillâhi ve lâ ilâhe illa'llàhu va'llàhu ekber, ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi'l-aliyyi'l-azîm.) Bu da, benim deminden beri söylediğim ve hadis-i şerîfte sıralanan her şeyi ihtivâ eden bir tesbihtir. Bunu da çokça, hatta her gün yüz defa söylerse insan, nice nice sevaplar alır.

Görüyorsunuz, bir bayram münasebetiyle Peygamber SAS Efendimiz bizleri dili zikirli, kalbi zikirli, nurlu müslümanlar olmaya, eli, dili tesbihli müslümanlar olmaya teşvik eyledi.

c. Salât ü Selâm'la Meclislerinizi Süsleyin!

Sohbetimiz devam ediyor. Bir-iki hadis-i şerîf daha okumak istiyorum aynı sayfadan. Önümde Râmûzü'l-Ehàdis kitabı var Gümüşhânevî Ahmed Ziyâüddin Hocamız Hazretleri'nin tertib etmiş olduğu, cennet mekân. Ruhu şâd olsun... Kabri nur dolsun... Makàmı âlâ olsun... Himmeti üzerimize hâzır olsun...

RE. 293/5 (Zeyyinû mecâliseküm bi's-salâti aleyye feinne salâtüküm aleyye nûrun leküm yevme'l-kıyâmeh) buyurmuş. Ebû Ümâme RA'ın rivâyet ettiğine göre, Ebû Nuaym'da ve Deylemî'de var, Abdullah ibn-i Ömer'den rivâyet edilmiş. Efendimiz buyuruyor ki:

"Meclislerinizi bana salât ü selâm getirmekle zînetlendirin! (Zeyyinû mecâliseküm) Toplantılarınızı, topluluklarınızı, meclislerinizi, sohbetlerinizi bana salât ü selâm getirerek zînetlendirin! Çünkü sizin bana salât ü selâm getirmeniz, yarın kıyamet gününde sizin için nur olacak."

Evet, bir insan Rasûlüllah Efendimiz'e salât ü selâm getirince çok çok sevaplara, dünyevî ve uhrevî faydalara nâil olur. Hem dünyada, hem ahirette nice nice lütuflara erer. Onun için sevgili kardeşlerim, Rasûlüllah SAS'e de salât ü selâmı çokça eyleyiniz!.. Her cuma çokça eyleyiniz. Her gün vazifeniz olsun, yüz defa salâvât-ı şerîfe getirmek vasiyetim olsun, benden size yâdigâr ve hediye olsun...

Cuma gününde mümkünse, bin defa salat ü selâm getirin! Çünkü cuma gününde salât ü selâmı arttırmayı Peygamber Efendimiz tavsiye ediyor. Tabii bayram gününde de salât ü selâmı çokça eyleyiniz, aziz ve sevgili kardeşlerim!..

d. Ziyaretin Mükâfâtı

Bir başka hadis-i şerîfe geçmek istiyorum. Biliyorsunuz müslümanlar birbirlerini ziyaret edecek bayramda. Büyüklere hürmet arz olunacak. Küçüklere sevgi arz olunacak. Hediyeler verilecek; şekerler, tatlılar, ikramlar olacak. Ziyaretlerin acaba mükâfâtı ne?..

Peygamber SAS Efendimiz buyuruyor ki:

RE. 293/2 (Ziyâretü'l-ganiyyi ke's-sàimi'l-kàim, ve ziyâretü'l-fakîri ke'l-cihâdi fî sebîli'llâh, ve ta'dilu hutàhu fî sebîli'llâhi azze ve celle.) Ebû Hüreyre RA'dan.

Bu, ziyaretin umûmî olarak sevabını anlatan bir hadis-i şerîftir. Tabii bayramda ziyaret çok olduğu için, ben size bu hadis-i şerîfi okuyorum sevgili dinleyiciler ama, her zaman ziyaret sevap... Önce mânâsını söyleyeyim sonra bayramdaki ve her zamanki ziyaretlere geçelim:

(Ziyâretü'l-ganiy) "Zengini ziyaret etmek, yâni bir insan zengin bir kimseyi ziyaret etti. Bu nedir, ziyaret eden kimse ne durumdadır? (Ke's-sâimi'l-kâimi) Sanki gündüz oruç tutmuş, gece namaza kalkmış, gece ibadetini yapmış, teheccüd namazı kılmış, böylece çok sevaplar kazanmış insan gibidir; zengini ziyaret etmişse...

(Ve ziyâretü'l-fakîr) Yoksul, fakir bir kimseyi ziyâret etmişse, (ke'l-cihâdi fî sebîli'llâh) Allah yolunda cihad etmiş gibidir fakiri ziyaret etmesi. (Ve ta'dilu hutàhu) Adımları sayılır, (fî sebîli'llâhi azze ve celle) Aziz ve Celîl olan Allah yolunda cihad etmek gibi sayılır." diye Peygamber SAS Efendimiz buyuruyor.

Demek ki her zaman, sadece bayramlara mahsus değil, birbirimizi seveceğiz, birbirimizi ziyaret edeceğiz. Büyüklerimizi ziyaret edeceğiz, küçüklerimizi ziyaret edeceğiz. Zengin tanıdıklarımızı ziyaret edebiliriz, onun da sevabı var; fakirleri ziyarete de daha çok rağbet edeceğiz. Çünkü zengine herkes vazifesini düşünür, yapar. "Bu zengindir. Buna karşı görevim ne?" der, "Bu beni sorar, sonra sitem eder." der. Herkes zengine karşı sevgisinde, saygısında, içtimâi vazifelerini yapmakta uyanık bulunur, dikkatli bulunur, gayret eder. Ama fakiri kimse hatırlamaz.

Yunus merhum ne diyor:

Bir garip ölmüş diyeler,
Üç günden sonra duyalar,
Soğuk su ile yuyalar,
Şöyle garip bencileyin...

Böyle beni mahzunlaştırır, bu dörtlükleri okuduğum zaman. "Bir garip ölmüş." derler, vefatını da hemen anlamazlar, üç gün sonra duyarlar. Suyunu da ısıtmazlar. Soğuk suyla işte yıkayıp, gömüverirler. Yâni garibanların, yoksulların, kimsesizlerin itibarı az oluyor.

Halbuki onların sahibi Allah. İşte onları ziyaret ettiği zaman Allah yolunda cihad etmiş gibi oluyor. Attığı adımlar, Allah yolunda atılmış adımlar gibi muazzam sevaplarla karşılanıyor.

Tabii bu ziyaretlerin bayramda ayrı bir önemi vardır. Büyüklerimizi ziyaret edeceğiz, dostlarımızı, komşularımızı ziyaret edeceğiz. Dargınlar barışacak, üç günden fazla dargın durmak haram.

Ayrıca vefat etmiş kimseleri kabirlerinde ziyaret edeceğiz. Babalarımızı, annelerimizi, akrabamızı, dedelerimizi... Kabirleri ziyaret edip on bir ihlâs okumak en kısa ziyaret âdâbı. Veya baş ucunda Yasîn, Tebâreke okumak usûlden... Böyle ziyaretler edeceğiz. Kabir ziyaretinden kabirdeki zât çok memnun olur, çok sevinir, çok istifade eder. Onu ziyaret eden kimsenin, onun hakkındaki yaptığı duaları Allah kabul eder. İstifade de eder kabirdeki.

Onun için, kabirde yatan mevtânızı, geçmişlerinizi, ahirete göçmüşleri ziyareti ihmal etmeyeceksiniz. Hatta onlar için hayır hasenât yapıvermek de iyidir. Meselâ hacca gelenler için, Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:

"--Ne olurdu bir kimse babası için, annesi için, vefat etmiş, ahirete göçmüş bir yakını için hac yapıverse... Hem sevabı kimin niyetine yapıverdiyse ona gider, hem kendisi de gene bir nafile hac sevabı alır." diye, teşvik de ediyor bu gibi şeyleri Efendimiz SAS.

Bunun mevtâya faydası da vardır. Çünkü Peygamber Efendimiz hadis-i şerîfinde buyurmuş ki:

"--Nice insan vardır ki kabire hatalı, kusurlu, günahlı olarak girer. Ama kabirden kıyamet koptuğunda kalktığı zaman; (ve'l-ba'sü ba'de'l-mevti hakkun) öldükten sonra dirilmek haktır, mahşer yerinde toplanacak insanlar. O zaman günahsız kalkar."

E ne oldu? Günahları vardı gömüldüğü zaman?.. Kalktığı zaman, hiçbir şey kalmamış? Arkasındakiler dua ede ede, günahları gide gide, tertemiz olabiliyor demek ki. Onun için, kabir ziyaretini de unutmayın bu güzel günlerde...

Sadakayı çok vermeniz gerektiğini demin söylemiştim. Yoksulları arayın, bulun, ziyaret edin... Akrabanın yoksulları önce gelir. Onların da gönlünü almaya, böylece onların da duasını almaya çalışın, sevgili kardeşlerim! Hayatınız, sağlığınız, âfiyetiniz devam ederken, aklınız başındayken, kendi imkânınızla ahirette sizin işinize yarayacak sevaplı işleri çok yapın!..

e. Sınırlarda Bayram

Bir hadis-i şerîf daha okumak istiyorum. Bayramla ilgili bir hadis-i şerîf bu da. Peygamber SAS Efendimiz buyuruyor ki:

RE. 425/9 (Men şehide îden min a'yâdi'l-müslimîne fî sağrin min süğùri'l-müslimîn, kâne lehû mine'l-hasenâti adede rîşi külli tayrin fî harîmi'l-islâm)

"Müslümanların bayramlarından bir bayramı müslümanların sınırlarından bir sınırda idrâk eden bir kimse..." Yâni niçin o sınırda duruyor?.. Nöbetçi olduğu için, düşman gelmesin diye beklediği için; düşmana karşı ahâlisini, ülkesini, yurdunu, diyârını korumak istediği için orada bulunuyor. Hudut kalelerinden, girintilerinden, tepelerinden, siperlerinden bir siperde bayram oldu...

Aklıma askerler geliverdi muhterem kardeşlerim: Hani bazen bayram izni alır ama askerler, bazen de alamazlar. Bazen olağanüstü durumlar olur, bazen şartlar müsait olmaz, bayram izni alamaz. Nöbet tutacak. Belki karşısında düşman var, tehlikeli, can tehlikesi var. İşte böyle bir insan için bir müjde bu hadis-i şerîf:

"Müslümanların bayramlarından bir bayramı müslümanların hudutlarından bir hudutta idrâk eden bir kimse..." Yâni anasının, babasının, eşinin, dostunun yanına gelememiş, siperde. Bayram ama ne yapsın, bu orada nöbet tutuyor. (Kâne lehû mine'l-hasenâti adede rîşi külli tayrin fî harîmi'l-islâm) "O zaman İslâm diyarının içindeki her kuşun her tüyü adedince ona hasenât yazılır." Yâni bu da, çokluğu anlatmak için bir ifadesi olmuş oluyor Peygamber Efendimiz SAS'in bir anlatım şekli oluyor. Şimdi içeride birçok kuş var. Kaç tane?.. Sayısı sayılamaz. Koca ülke, ülkenin içinde bir sürü kuş var. Bir kuşun üzerinde kaç tane tüy var?.. O da sayılamaz. "İçerdeki kuşların tüylerinin sayısınca, bu nöbet tutan kimseye o kadar sevap verilir."

Tabii şimdi aziz ve muhterem kardeşlerim, her zaman, yeri geldikçe, fırsat oldukça söylüyoruz; düşman şimdi huduttan gelmiyor. Yâni huduttan da gelebilir tabii tanklarıyla saldırabilir, uçaklarıyla hücuma geçebilir. Önce bombardıman eder, ondan sonra piyâdesini gönderir. İşte bildiğimiz bir bombalı düşman saldırısı. Onun karşısında da bizimkiler kahramanca savunurlar, düşmanı sokmazlar. Belki mağlub ederler, belki daha ileriye doğru giderler.

Şimdi bir böyle, tarihi mânâda herkesin bildiği, hemen herkesin ilk defa hatırına gelen savaş şekli var. Bir de, bu devirde durum değişti. O kadar değişti ki, ahkâmı da bu değişen şartlara göre yeniden düşünmek lâzım! Şimdi kâfir diyarı diyoruz; kalkıyoruz, gidiyoruz. Almanya'ya, Amerika'ya, İngiltere'ye, gayr-ı müslimlerin diyarı diyoruz; orada iş tutuyor kardeşlerimiz, oturuyorlar, yerleşiyorlar, yaşıyorlar.

Ben, bayramdan önce nasib oldu Almanya'ya, Hollanda'ya, Danimarka'ya gittim, gezdim. Oradaki tertiplenen konuşmalara katıldım, toplantılara katıldım. Kardeşlerimizle muhabbet ettik, ziyaretleşme oldu, el-hamdü lillah... Her şehirde cami kurmuşlar. Kaç tane cami kurmuşlar, büyük büyük binaları almışlar, güzel güzel yerler edinmişler, İslâm'ı yaşıyorlar. Yâni baskısız, tazyiksiz, tavizsiz yaşıyorlar. İslâmî yaşantılarını çok güzel devam ettiriyorlar. Hatta bazı kereler kendi ülkemizdekinden daha rahat bir şekilde, İslâmî yaşantılarını sürdürüyorlar. Orada müslümanca yaşayabiliyor.

Bizim onların diyarına gidebildiğimiz gibi, bu sefer karşı hareket olarak da, uluslararası ilişkiler geliştiği için, onların da misyonerleri, birtakım kötü niyetli adamları bizim ülkemize geliyor. Ticaret yapacağım diye, başka sebeplerle, ziyaret diye, seyahat diye geliyorlar. Onlar da kendi amaçlarını tahakkuk ettirmeye çalışıyorlar. Tarihi eserlerimizi çalıp götürüyorlar bazen. Bazen işte, Hıristiyanlık propagandası yapıyorlar...

Şimdi bir gazetede okudum "Bu devirde, bu çağda böyle kafa..." diyor. "Bir bakan bir yerde bir köyün kurulmasına izin vermemiş." diye gazete ta'rizde bulunuyor. "Allah Allah doğru, gazete doğru söylüyor." dedim ben. "Bakan niye böyle bir kurulacak çocuk köyüne izin vermiyor?" diye. Sonradan bir başka gazetede okudum; kurulacak köy misyoner köyü. Bu işi ayarlayanlar da gayrimüslim teşkilatlar. O zaman tabii bakanımız gayet haklı hareket ediyor. Yâni kendi ülkemizdeki kendi evlatlarımız başka kültüre kaymasınlar, dinleri mahvolmasın, ahiretleri mahvolmasın, cehenneme düşmesinler, Allah'ın kahrına, gazabına uğramasınlar diye, tabii bu da güzel bir şey.

Yâni biz yabancı ülkelere gidebiliyoruz. Onlar da bizim ülkemize gelebiliyorlar. Bazen İslâm'ı savunmak hudutta nöbet tutmakla olmuyor. Belki bir radyonun yönetilmesi İslâm'ı savunma oluyor, belki bir derginin çıkartılması İslâm'ın savunması oluyor. Belki bir televizyon şirketinin çalışması İslâm'ın savunulması oluyor, İslâm'ın kalelerinden bir kale oluyor. İnsanları hak yola çağıran veya yanlış yola sapmasını engelleyen veya ülkemizi, kültürümüzü, tarihimizi, imanımızı koruyan, Allah'ın rızasını sağlamaya çalışan en hayırlı müesseseler oluyor. Onlar da çok önemli tabii.

Ben şahsen, bu radyolarımızdan çok memnunum. Dünyanın neresine gitsem, böyle telefonla bağlantı kuruyoruz da, hadis-i şerîfleri, ayet-i kerimeleri kardeşlerimize anlatıyoruz. Yüzbinlerce kardeşimiz dinliyor, banda alıyorlar, konuşuyorlar... Böylece İslâm öğrenilmiş oluyor. Bir camiye sığmayacak, on camiye sığmayacak, yüz camiye sığmayacak insan... Belki kadın çoluk çocuğunu bırakıp camiye gelemeyecek ama, mutfakta bu konuşmayı dinliyor. Belki şoför kardeşimiz camiye gelip vaaz dinleyemeyecek ama, arabasını sürerken, müşteri indirip bindirirken radyodan konuşmaları dinliyor; dinini öğreniyor, tenevvür ediyor, aydınlanıyor, iyi insan oluyor.

Onun için, hudutlarda bekleyen kardeşlerimiz büyük sevap kazanıyorlar, Allah râzı olsun... Ama İslâm'ı savunan kardeşlerimiz daha büyük sevap kazanıyorlar. Allah onlardan daha çok râzı olsun... Bu gibi çalışmaların önemi kat kat daha fazladır. Böylece cümle cihân fetholur.

Keşke bizim ecdadımız devlet-i aliyye zamanında, kıtalara hükmettikleri zamanda, tahsisatlarının büyük kısmını İslâm'ın öğretilmesine, anlatılmasına, tanıtılmasına harcasalardı. Viyana'ya kadar dayanmışken, Yugoslavya, Romanya, Kırım, Beyaz Rusya, bilmem Kazan'a kadar, Moskova'ya kadar diyarlar elimizdeyken, bir gayret sarf etselerdi, çok çalışsalardı, İslâm'ı anlatsalardı da, cümle cihân halkı gerçek dine, imana, Allah'ın râzı olduğu İslâm'a âşinâ olsalardı. Dünyada zulüm kalmasaydı, herkes iyi insan olsaydı.

Allah-u Teàlâ Hazretleri bize dîn-i mübîn-i İslâm için güzel çalışmalar yapmayı nasib eylesin... Her türlü şerlinin şerrinden, her türlü zararlının muzurluğundan bizi korusunu... Yolunda dâim eylesin, ibadetine müdâvim eylesin... Nice nice nice bayramlara sıhhat afiyetle, huzur ve saadetle erişmemizi nasib eylesin...

Gittikçe güçlenen, büyüyen milletimizi, devletimizi kıyamete kadar pâyidâr eylesin... Cümle cihâna ışık tutan, süperlerin süperi, yükseklerin yükseği bir büyük devlet haline gelmemizi nasib eylesin... Allah mü'minlerin gönüllerini birbirleriyle cem ve te'lif eylesin...

Müslümanların, mü'minlerin aleyhine kötülükler, fitneler, fesadlar, düşünenlerin fitnelerini, fesadlarını, tuzaklarını aleyhlerine çevirsin... Birliklerini parçalasın... Onları münhezim ve perişan eylesin... Ehl-i îmânı pâyidâr ve gàlip ve mansur ve müeyyed ve muzaffer eylesin...

Cümle cihâna İslâm'ın nûru yayılsın... Cümle cihân huzur ve saadete ersin... Allah-u Teàlâ Hazretleri cümlemizi dünyada ahirette aziz ve bahtiyar eylesin... Hele ahirette huzuruna sevdiği, râzı olduğu kul olarak varıp cennetiyle, cemâliyle müşerref olmayı cümlenize, cümlemize, sevdiklerimizle beraber nasib eylesin...

Aziz ve sevgili Akra dinleyicileri! Size Mekke-i Mükerreme'den hac ve umre vazifeleri arasından kucaklar dolusu, gönüller dolusu sevgiler, saygılar, dualar, tebrikler...

Es-selâmü aleyküm ve rahmetu'llàhi ve berekâtühû!..

18. 04. 1997 - Mekke

Dervişân