Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN Rh.A
Hazırlayan: Dr. Metin ERKAYA
.
FÂTİH'İN KİŞİLİĞİ VE FETİH RUHU
ElhamdElillâhi rabbil-âlemû‹. Hamden kesûan tayyiben mEâreken fû…... AlEkEli hâlin ve fEkEli hû‹... Ves-salâtEves-selâmEalEseyyidinEve senedinEve mededinEve tâci ruûsinEve tabû~i kulûbinEmuhammedinil-mustafEve alEâlihEve sahbihEve men tebiahEbiihsânin ecmaû‹et-tayyibû‹et-tàhirû‹e ecmaû‹...
Bizi her tElEhayrın, fEûhât ve fEûzâtın kaynaE olan İslâm dinine bağlı mEmin ve mElEanlar eyleyen yEe Rabbimize sonsuz hamd Esenâlar, nihayetsiz şEEler olsun. Dileriz ki Rabbimiz bizi iman ve ihsan Eere yaşatsın; hak yolda mEmin-i kâmil olarak can verip, huzuruna sevdiği, razı olduğu kullar olarak varmayı nasib-i mEesser eylesin...
Alemlerin Rabbi ulu yaradanımızın en son rasûlE elçisi, en sevgili kulu, âhir zaman peygamberi, enbiyânın serveri, evliyânın rehberi, insanlıEn önderi Muhammed-i MustafEEfendimiz Hazretleri'ne ve onun yolunda yEEen mEârek âline, ashâbına, etbEna, evliyâullah ve mukarrabû‹ ve sâlihû‹in cElesine ve cEle mEminû‹ EmEminâta sayısız, sınırsız salât Eselâmlar, tahiyyat ve ihtirâmatımızı, içten muhabbet ve meveddetlerimizi, muhlisâne ittibEve merbûtiyetimizi arz eder, cElesinin şefaatleriyle inâyetlerini, yEe himmetlerini taleb ve niyaz eyleriz.
Konuşmamıza konu olan Fâtih Sultan Muhammed Han-ı Cennet-mekân'ın ruhu için ve cEle şEedEve gàzilerin ruhları için ve bu konuşmayı dinlemeye gelen siz kıymetli misafirlerimizin ahirete göçmE, irtihal eylemiş bEE sevgili geçmişlerinin ruhları için, bir Fâtiha, E İhlâs-ı Şerif okuyup ruhlarına hediye edelim, öyle başlayalım, buyurun...
.............................
Bunlar her işe başlarken yapmamız gereken dinEvazifeler idi. Bunların ifâsından sonra hepinize en derin saygılarımı sunar, her birinizi sevgi ile kucaklar ve selâmlarım. Allah'ın selâmı, rahmeti, bereketi, ihsânı, ikrâmı Eerinize olsun... Mevlâm gönElerinizin meşrEbEE muradlarına sizleri erdirsin... İki cihanda cElenizi aziz ve bahtiyar eylesin...
a. Fetih ve Fâtih
1999 yılı Osmanlı Devlet-i Aliyyemizinin 700. kuruluş yıldönEEE. ÇEkE tarihlerin yazdıEna göre 1299 tarihinde teessE etmiş. Çeşitli başka görEler de var. Tabii bizim engin tarihimizin bir sayfasıdır, bizim mâzûŠizdir. Daha önceki bize ait devletlerin de devamıdır. İsimler değişmiş ama millet, tarih aynı.
Yarın 29 Mayıs... İslâmE dinEtakvimde akşam namazından sonra ertesi gE başlar. Yarın dediğimiz zaman, yâni şu anda belki 29 Mayıs diyebiliriz. İstanbul şehrinin fethinin 546. yıl dönEE Böylesine anlamlı bir yılda ve anlamlı bir gEE gecesinde bulunuyoruz. Böyle bir zamanda böyle bir toplantıyı tertipleyen ve lEfedip davetimize icâbet edip, toplantımıza gelen cElenize teşekkElerimi sunarım. Allah hepinizden razı olsun...
Fâtih'in kişiliği ve fetih ruhu konuları fevkalâde önemli konulardır. Bu konuların öğrenilmesinden çok ibretler Ekar ve çok faydalı olur. Konular çok isabetli dEEEmEtE. Bana seçilmiş olarak gönderilmiştir. Seçmeyi tebrik ederim, seçenleri tebrik ederim.
Bunları anlatmak, yâni Fâtih'i anlatmak ve fetih ruhunu anlatmak, Allah yardımcım olsun, yardımcımız olsun, kolay bir şey değil. Şerefli ve zor ama zevkli, sevaplı bir ödev ve görev diye dEEEorum. Allah hepinizden razı olsun...
Fâtih, bahis konusu zât-ı muhteremin sıfatıdır, doğuştan ismi değildir. Alnının teriyle kazanmıştır, Fâtih olmuştur. FâtihE-bildan olmuştur. Sadece Fâtih-i şehr-i İstanbul değil, Fâtih-i bildandır; bir çok beldeler fethetmiş, hakkıyla Fâtih sıfatını kazanmıştır. Kendisinin ismi Muhammed'dir. Peygamber-i ZEân'ımızın Kur'an-ı Kerim'de geçen ismi gibi.
Han sözEde TEk tarihinin köklEkelimelerinden birisidir, tarih kadar köklEE. Orhun yazıtlarında Kaan diye geçen kelimenin şimdiki telâffuz şeklidir, aynı kelimedir yâni. Oğuz Kağan diyoruz da, Fâtih Han diyoruz. Ama hepsi hEEdar demek yâni.
Ben bu ismin arkasına han kelimesiyle de secû‰i dEtEEiçin bir de cennet-mekân'ı eklemeyi de seviyorum. Cennet-mekân, mekânı cennet olsun demek. Belki de, mekânı zâten cennet demek. RasûlElah Efendimiz'in mEdesine mazhar olmuş bir kimse; eh bu kadar cami yaptırmış, bu kadar fEûhat yapmış bir kimse Allah-u âlem, ahiretin ahvâlini biz nâçiz kullar bilemeyiz ama herhalde mekânı cennet olan bir insandır. Onun için cennet-mekân sözEEde çok seviyorum. Fâtih Sultan Mehmed Han-ı Cennet-mekân, aleyhir-rahmeti vel-gufrân; Eerine Allah'ın rahmeti ve mağfireti saElsın, izhar olsun...
Fetih sözEden başlayalım, çünkEiş kelimelerden kademe kademe aElır. Derinlemesine anlamak için, kelimeleri bilmek lâzım! Bu, Arapçadan bize yâdigâr bir kelimedir. Arapçadan dilimize gelmiş bir aziz misafirdir fetih sözE Feteha maddesinden gelir. Bu madde açmak mânâsına gelir. Aslı i'sizdir, feth. Ama bunu demek için epeyce Arapça okumak lâzım! Biraz da Kur'an-ı Kerim, tecvid ve mehâric-i hurûf vs. kıraat kavâidini bilmek lâzım. Zor olduğundan halk bunu TEkçeleştirmiş, dEleştirmiş, fetih demiştir, bir i ekleyerek söylemiştir.
Fetih, aslında feth, açmak mânâsına gelir. Aynı kökten fâtih kelimesi, o işi yapan demek, ism-i fâil diyoruz Arapçada buna. Yâni o işi yapan. Açma işini yapana ne derler TEkçede? Açan... Fâtih de ne demek?.. İsm-i fâil, açan. Tabii neyi aEyor? Bir takım beldelerin önEEe gerilmiş olan engellerini aEyor, o belde bizim oluyor. Onun için fâtih denilmiş.
Fettâh kelimesini de duymuşsunuzdur isim olarak, AbdE-fettâh diye de duymuşsunuzdur. Fettâh sözEism-i fâilin mEâlâğa sû„asıdır. MEâlâğa-i ism-i fâil derler Arapça'da. Yâni çok çok açan, çok çok fetihler yapan demek. Cenâb-ı MevlEnice nice hayırlar fethettiği için, Cenâb-ı Mevlâmızın, Rabbimizin isimlerinden bir tanesi de Fettâh'tır. Bize rızık kapıları aEyor, lEuf kapıları aEyor, rahmet kapıları aEyor. Hayatımızda dualarımızın önEEaEyor, imkânların yolunu aEyor... Onun için Fettâh'tır Cenâb-ı Rabbil-âlemû‹, yaradanımız.
Sonra fEûhât sözEEduymuşsunuzdur. O da çoğuldur. AElımlar, aElışlar, fetihler, zaferler mânâsına kullanılıyor.
Bir de miftah'ı bilirsiniz. Açma âleti demek, ism-i âlet. Mim, esre olursa âlet ismi oluyor. Açmaya yarayan âlet demek miftah.
Bir de siftah kelimesi hatırınıza gelmiştir belki. Bunun aslı istiftah'tır, istiftah... İstif'al bâbındandır ama, bizim mEarek halkımız onun da biraz baş tarafından kesmiştir, törpEemiştir, siftah yapmıştır. Bir şeyin aElmasını istemek demek... "BugE siftah yapalım." Yâni bir işin ilk başlangıcı demek oluyor. DEkânda siftah, yâni ilk rızkın başlangıcı mânâsına...
Nitekim Peygamber Efendimiz'in Mi'racı hadis-i şerifinde, göğE kapısına geldiği zaman, kapısının aElması bahis konusu olduğu zaman, bu kelime geçiyor.
Bir de Peygamber Efendimiz'in bir hadis-i şerifi var; biliyorsunuz Peygamber Efendimiz SAS cennetin kapısına varacak, mahkeme-i kErâdan sonra, ahirette, hesap görmeden tabii Peygamber Efendimiz cennetin kapısına varacak, kendisi anlatıyor:
"Ben varacaEm, (ve esteftihu) kapının aElmasını isteyeceğim. Melek de soracak:
'--(Men ente) Sen kimsin?' diyecek. Ben de kendimi tanıtacaEm:
'--Ben rasûlElah Muhammed'im' diyeceğim.
Onun Eerine Rıdvan, cennetin bekçisi olan muazzam melek diyecek ki..."
Allah tanıştırsın, görEtEsE hepimizi, âmin... Bu duâya cEleniz eydE âmin!
--Âmin!.. [dediler.]
O zaman diyecek ki Peygamber-i ZEan Efendimiz'e Rıdvan isimli melek:
"--(Bike EirtEen lEeftaha kableke yErasûlallàh) Soruşumun sebebi şu, bu kapıyı senden önce, başka bir kimseye açmamakla emrolundum Allah tarafından. Buyur!" diyecek.
Cenneti ilk açan da Peygamber Efendimiz olacak, sallallàhu aleyhi ve sellem. Onun için sırası gelince onu da söyleyeceğim, maksad birçok şeyi size anlatmak...
Peygamber SAS Efendimiz'in isimlerinden birisi de Fâtih'tir. Yâni bir insan çocuğuna Fâtih ismini koymuşsa, aynı zamada Peygamber Efendimiz'in bir ismini de koymuş gibi oluyor. Ahmed, Mahmud gibi, TâhE Yâsin gibi, Muhsin gibi...
MiftâhE-cenneh; Peygamber Efendimiz cennetin anahtarıdır. Peygamber Efendimiz olmadan cennete girilmez. Girilir mi? Girilmez. Miftâhul-cennedir, miftâhE-rahmedir. Peygamber Efendimiz hem Fâtihdir, hem miftâhul-cennedir, hem miftâhE-rahmedir.
Bu fetih kelimesi Kur'an-ı Kerim'de de vardır. Biliyorsunuz Fetih Sûresi var, çoğunuz da bunu ezbere biliyorsunuz:
(İnnEfetahnEleke fethan mEû‹E/I>) (El-Fetih: 1) "Ey RasûlE! Ben âlemlerin Rabbi AzûŠEşân, sana öyle bir aElışla aElışlar nasib ettim ki, apEikâr aElışlar nasib ettim ki, ne kadar muazzam!" mânâsına.
Tabii o fEûhât nedir? Uzun izahları var. Hudeybiye mEalâhasına ve ondan sonraki Cenâb-ı MevlEnın peşpeşe aElan, gelişen lEuflarına, gelen lEuflarına işâret ediyor bu âyet-i kerime.
Herhalde fâtih kelimesinin ne kadar şerefli, mEarek bir kelime olduğunu böylece hatırlamış olduk.
b. Mekke'nin Fethi
Şehirlerin fethi de, içine giriş engelleniyorken: "Siz buraya giremezsiniz, burası bizim, sizi almayız!" filân derlerken, oranın cebren alınmasıyla kapıları aEldıE için ve girme imkânları zuhûra geldiği için, şehirlerin aElmasına da fetih denmiştir, Ekelerin aElmasına da fetih denmiştir. Falanca Eke sokmuyor sınırdan ama: "Ben, sen sokmasan da girerim!" deyip, orayı zorlayıp girdi mi, o da orayı fethetmiş oluyor.
Böylece, bu çeşit şehir fetihlerinin en başta geleni, en önde geleni, en mutlu olanı, en meşhur olanı nedir?.. Mekke-i MEerreme'nin fethidir. Bismillâhir-rahmânir-rahim:
(İzEcâe nasrullàhi vel-feth. Ve raeyten-nâse yedhulûne fEdinillâhi efvâcE Fesebbih bihamdi rabbike vestağfirhu innehEkâne tevvâbE) sûresi Mekke'nin fethi hakkındadır. Onun için ZEdEHoca cuma hutbesinden sonra, namazı kıldırırken okudu, bilerek yâni.
Peygamber SAS Mekke'yi de fethettiği için aynı zamanda İslâm dinimizin tarihinde ilk ve en şerefli Fâtih'tir. Mekke'yi fethetmiştir amma Mekke'nin fethedilmesinden önceki:
(İnnEfetahnEleke fethan mEû‹E/I>) âyet-i kerimesiyle anlatılan fetih Hudeybiye'dir. Yâni iki yıl evvelden, o zamandan başlamıştır fEEât. ÇEkEo zamana kadar mErikler, Mekke-i MEerreme'ye mElEanları sokmak istemiyorlardı ve sokmuyorlardı. Bu anlaşmayı imzaladılar, mecbur oldular, imzaladılar. Şartlarını biliyorsunuz. Hudeybiye'nin nasıl önemli bir anlaşma olduğu mâlum.
Ondan sonra mElEanlar Mekke'ye girip Ekmaya başladılar. Akrabalarını ziyaret etmeye başladılar. Kendileri, nasıl iyi insan olduklarını göstermeye fırsat oldu. Mekke'nin içindeki insanlara da:
"--Bırakın şu putperestliği, yanlış yolu; hak yola gelin!" deme imkânı oldu.
Hudeybiye'ye Peygamber Efendimiz bindörtyE kişiyle gelmişti de, Hudeybiye'deki elde edilen gEel şartlar dolayısıyla Mekke'nin fethine geldikleri zaman onbin kişi olmuşlardı... O zamanlar için bu rakamlar önemli rakamlar.
İşte o bindörtyEEonbine Ekartan, o mElEanları rahatlatan, geliştiren fEûhâtın ilk kapısı Hudeybiye. Ordan fırsatlar, imkânlar zuhûra geliyor. Ondan sonra da arkasından Mekke-i MEerreme fetholuyor, mElEanların eline geçiyor. Peygamber Efendimiz'in hilmi ile, sabrı ile, lEfu ile, merhameti ile, çok az bir insanın canı yanarak ve çok insan kazanılarak Mekke-i MEerreme fethediliyor; hicretin 8. yılında... O da bizim mEim fetihlerimizden birisi.
Allah-u TeàlEHazretleri Kur'an-ı Kerim'inde bize bir takım görevler yElemiştir, cihada davet etmiştir ve bu cihadı yaparlarsa mElEanlar fEûhât olacaEnı vaad etmiştir. Bu husustaki âyet-i kerimeler pek çok, bir tane, iki tane numûne olsun diye okuyayım; yazdıklarımın hepsini okumayayım.
Saf Sûresi'nde Cenâb-ı Hak buyuruyor ki, bismillâhir-rahmânir-rahûŠ:
(YEeyyEellezû‹e âmenEhel edElEE alEticâratin tEcûˆE min azâbin elûŠ. TEminûne billâhi ve rasûlihEve tEâhidûne fEsebû‰illâhi biemvâlikE ve enfEikE, zâlikE hayrun lekE in kEtE ta'lemûn.) (Es-Saf: 10-11)
[Ey iman edenler! Sizi acı bir azabdan kurtaracak ticareti size göstereyim mi? Allah'a ve RasûlEe inanır, mallarınız ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.] diye mEminlere cihadı tavsiye ettikten sonra; devam eden âyetlerde, "Bunu yaparsanız cenneti kazanırsınız, bEE mEâfatları kazanırsınız, sonuçları çok iyi olur." diye mEâfatlar anlatılıyor.
Daha sonra da buyruluyor ki:
(Ve uhrEtEibbûnehE/I>) "Bir de hoşunuza gidecek bir şey daha var, bu mEâfatların arkasından; (nasrun minallàhi ve fethun karû~) Allah'tan size gelecek olan bir yardım, nusret ve yakın bir fetih. (Ve beşşiril-mEminû‹)" (Es-Saf: 13)
Bu fethun karû~un, yakındaki bir fetih, bir aElım. Bu Mekke'nin fethi idi mEessirlere göre... Ya o, ya da Kureyş'e gàlibiyet, onları altetmek; yahut da İran ve Doğu Roma'nın mElEanların hakimiyetine gireceğinin mEdesi... Yâni: "Siz cihada devam ederseniz, buraları sizin elinize geçecektir." diye o mEde.
c. Peygamber Efendimiz'in Fetihleri Haber Vermesi
Peygamber SAS Efendimiz de hadis-i şeriflerde bu fEûhâta işaret buyurmuştur. Onlardan da bir kaEtanesine işaret etmek istiyorum; "İleride fEûhât olacak!" dediği zaman çok önemli...
"İlerde fEûhât olacak!" dediği zaman Peygamber SAS Efendimiz, mElEanlar mazlum, mElEanlar mağdur, mElEanlar mağlûb, mElEanlar işkenceye mâruz, mElEanlar fakir, mElEanlar beldesinden Ekartılmış... Böyle bir durumda iken...
Yâni hani bir şeyin başlangıcı görEE da arkasından çorap sökEEgibi olayların nasıl gideceği anlaşılırsa, insan şöyle olacak diyebilir, herkes tahmin edebilir ama; hiEböyle emâre yokken, Peygamber SAS Efendimiz mEde veriyor.
MeselEne zaman mEde veriyor?.. Kureyşliler kocaman orduyu toplamışlar, intikam alacaEz diye Medine-i MEevvere'ye gelmişler. MElEanlar onlarla savaşacak durumda değil. SelmânE-FarisEdemiş ki:
"--MEafaa harbi yapalım!"
Medine-i MEevvere'nin her tarafı böyle içeriye girmeye mEâid değil. Volkan pEkEmE, lavlar kumların EtEe yayılmış. Böyle kalorifer cEufu gibi eğri bErE çok keskin kalıntılar kalmış. Sert, deve basamaz, insan basamaz. KazârE EtEe dEse, yEEgözEyırtılır insanın. Harre diyorlar bunlara. Yâni harâretten, lavlar yandıEndan öyle olmuş.
Oralardan Medine'ye gelmek mEkE değil. Sadece bir kısım var, kumluk, kolaylık. Ordan gelebilirler. "Buraya bir hendek yapalım; o kâfirler, mErikler bize saldıramasın!" diyorlar. Yâni meydan harbi yapacak durumda değiller, çünkE karşı taraf çok kalabalık. Yiyecekleri, içecekleri yok. Hendek kazmaya başlıyorlar. AE..
Hani, insan bol bol yemek yerse, Avustralya'da her zaman bildiğimiz gibi, kebaplar, yemekler ve o zaman aEr işi de yapabilir. "AEr işte çalışacaklar Ebin, dörtbin kalori alsın, çok yesin! Daha hafif işler ikibinbeşyE kaloriyle olur, daha aşaEsı binbeşyE kaloriyle olur. İhtiyarlar daha az yesin, perhiz yapsın; bin kalori, bin ikiyE kalori yeter." Doktorlar böyle lâflar söylEor.
O mEareklerin hiEyiyecekleri yok, karınları sırtlarına yapışmış. Bir keresinde Peygamber Efendimiz'in açlıEnı görE de EEdEleri için. evine çaErdı mEâreklerden birisi. Birazcık bir aş yapmış. KaEkişilik? İşte sekiz-on kişilik, bir sofralık yemek yapmış.
Peygamber Efendimiz bEE hendeği kazanlara:
"--Buyrun bizi yemeğe çaErıyorlar!" dedi, herkesi çaErdı.
ÇaEran kıpkırmızı kesildi, çok fenEoldu. Yâni onların hazırlıkları, o kadar bEE kalabalığa mEkE değil yetmez.
Hanımına geldi dedi ki:
"--Hay Allah mEtehakını versin, gördE mEbaşımıza gelenleri? RasûlElah Efendimiz bEE ashâbı çaErdı evimize..." dedi.
Hanım dirâyetli, ibret alınacak bir hanım. Dedi ki:
"--RasûlElah'a yemeğin ne kadar olduğunu söyledin mi sen?"
"--Söyledim."
"--O zaman korkma, gerisine karışma!" dedi, kocasını teselli etti.
RasûlElah Efendimiz eve geldi.
"--Yemeği getirin!" dedi.
Getirdiler.
"--ÜstEEörtE" dedi.
ÖrttEer. Kendi eliyle tevzi etti. Herkese bol bol yemek yetti ve arttı. Bereket... Bu olaylar hep böyle; Peygamber Efendimiz mucize gösteriyor, öyle gidiyor vaziyet.
Hendekte bir taş Ektı, kıramıyorlar, çok sert. Vuruyorlar, kıvılcım Ekıyor. Peygamber SAS dedi ki:
"--Verin bana!"
Bir vurdu, o kimsenin kıramadıE taşı nEEvet gEEle parça parça etti. Ama bir kıvılcım çaktı o vurduğu esnâda; o kıvılcımın ışıEndan Cenâb-ı Hak, Peygamber SAS Efendimiz'e Doğu Roma İmparatorluğu'nun ve İran'ın topraklarının mElEanlara fethedileceğinin sahnesini gösterdi. Allah kàdir her şeye...
O kıvılcımın ışıgından onu görEce ashabına mEdeledi, dedi ki:
"--Siz oraları fethedeceksiniz."
MErikler alay ettiler, dediler ki:
"--Şunlara bak! Bizim karşımıza Ekacak gEleri yok. Savaşamadıkları için hendek yapmışlar, hendeğin arkasına çekilmişler. Biz biraz sonra bunları hakladıEmız zaman dEyada namları kalmayacak, varlıkları kalmayacak. Doğu Roma'yı yıkacaklarmış, SâsânEİmparatorluğu'nu yıkacaklarmış..." diye alay ettiler.
İşte o zamanlarda verdi mEdeleri Peygamber Efendimiz. Hak Peygamber olduğu için, Allah'ın va'di hak olduğu için, onun için dedikleri Ektı.
İbn-i Mes'ud RA'ın rivâyet ettiğine göre, bir hadis-i şerifinde, Peygamber SAS buyuruyor ki:
RE. 136/5 (İnnekE mansûrûne ve musû~ûn) "Ey ihvânım, ey ashâbım! Siz Allah'ın nusretine mazhar olacaksınız. Mal, mEke kavuşacaksınız. Musû~ûn, isâbetE-mâl el-kesû; yâni çok mal mEke sahip olacaksınız, ganimetler elde edecekseniz. (Ve meftûhun lekE) Sizin önEE aElacak; diyarlar, beldeler sizin olacak!" mânâsına.
Bir başka hadis-i şerif. Abdullah ibn-i BEr RA'den TaberânERivâyet etmiş. Buyurdu ki burada Peygamber Efendimiz:
RE. 459/5 (VellezEnefsEbiyedihEletEtehanne aleykE fârisu ver-rûm) "Canım elinde olan Allah'a yemin ederim ki..." diyor. Bazen böyle yemin ederdi, bu ifadeyle yemin ederdi Peygamber Efendimizin ifedesini aynen kullanıyoruz. (LetEtehanne aleykE) "Sizin önEEe aElacak (fârisE ver-rûm) diyâr-ı Fâris, yâni Pers İmparatorluğu'nun, SâsânE İmparatorluğu'nun arazilerini fethedeceksiniz; (ver-rûm) ve Bizans'ın arazilerini fethedeceksiniz. (Ve letusabbenne aleykEE-dEyEsabbE/I>) DEyalık, mal, mEk Eerinize böyle bardaktan boşalırcasına, Allah tarafından yağacak."
Aynen böyle oldu. Akşama, sabaha aEduran sahabenin her birisi bir şehrin valisi oldu. Abdullah ibn-i Abbas, Abdullah ibn-i Mes'ud, Selmânel-FârisEvs. hepsi vali oldular. Bu vaadlerin hepsi gerçekleşti.
d. İstanbul Mutlaka Fethedilecek!
Böyle İran'ın, Bizans'ın fethedileceğini bildirdiği gibi Peygamber Efendimiz, İstanbul'un fethedileceğini de hadis-i şeriflerde mEdeledi. Bu bir hadiscik değil: (LetEtahannel-kostantiniyyetE..) hadis-i şerifi değil sadece. Onu da anlatacaEm ama bu hususta sahih hadis kitaplarında daha pek çok hadis-i şerifler var. Yaygın bir şey bu. Çok söylemiş Efendimiz, çok mEdelemiş. Yaygın, bilinen bir hakûˆat.
Peygamber Efendimiz İstanbul demiyordu tabii o zaman. İstanbul ne demek? Biraz aEklama yapayım. İstanbul'un o zamanki adı Konstantinopol. Pol-polis, şehir demek Rumca, Yunanca yâni. Konstantin'in şehri demek. Yâni o adam kurmuş diye Konstantinopol demişler. MElEanlar orayı alınca: "Ne Kostantin'i, İslâmpol!" demişler. Yâni: "İslâm şehri; Kostantin'in filân değil, İslâm şehri burası!" demişler.
İslâmpol, İslâmbol olmuş, İstanbul olmuş. Bizim köyde hâlE ben kEElEEde hatırlarım, tabii konuşmasında köylEer, "İslâmbol'a gittim." derlerdi. İstanbul demezler yâni. İslâmların şehri fethinden sonra ismi değiştirmesi bu.
Pekiyi eskiden ne denilirdi?.. Konstantinopolis... Araplar ne derlerdi?.. Kostantû‹iyye... (İkinci tı'dan sonra bazı yazılışlarda ye var, bazı yazılışlarda yok. Meşhur olanı ye'li.)
Bazen Kostantıniyye derdi Peygamber Efendimiz anlatırken, bazen de (medinetEkayser) kayserin şehri derdi. Kayser, hEEdar demek. Bizans hEEdarının lâkabı kayser. İran hEEdarınınki kisrE.. Hangi kelimeden gelmiş?.. Farsçadaki hosrav kelimesinden gelmiş, hEEdar demek.
Habeş hEEdarının lâkabı ne?.. NecEE NecEEözel isim değil. NecEû‰er, yâni hEEdarlar... Peygamber Efendimiz'in zamanındaki Peygamber Efendimiz'e iman etmiş, mElEan olmuş, mElEan necEE Vefat edince Peygamber Efendimiz gıyâbında namaz da kılmış.
Mısırlıların hEEdarlarına ne derlerdi?.. Firavun. TEklerin hEEdarlarına ne diyorlar?.. Kaan, kagan, kağan, hakan, han...
MedinetEkayser, yâni kayserin şehri. Veyahut "MedinetEHerakl" derdi Peygamber Efendimiz, bazı hadislerde de böyle geçmiş. Herakl, o zamanki Bizans hEEdarının adı, Heraklius. MedinetEHerakl, Herakl'in şehri, oturduğu şehir mânâsına.
Bir keresinde Peygamber Efendimiz sE teyzesi Ümm-EHaram'ın evine gitti. Ümm-EHaram, ÜbâdetEnE-Sâmit RA'ın zevcesi idi. Peygamber Efendimiz'in sE teyzesi. Efendimiz böyle akrabalarını ziyaret ederdi. Oraya gitti, orada istirahat etti. Yemek ikram edildikten sonra istirahat etti. Uykusundan tebessEle uyandı, gEEseyerek.
Ümm-EHaram, sE teyze meraklandı:
"--YERasûlallah! Neden tebessE ediyorsunuz, sebep ne?"dedi.
RasûlElah Efendimiz dedi ki:
"--Allah bana rEamda Emetimden bazı mEahidlerin sultanlar gibi, gemilere haşmetle binerek deniz tarafından cihada, gazaya gittiğini gösterdi. Sevindim, ona gEEorum."
Ümm-EHaram, akıllı hanım... Sahabe-i kiramın akıllı hanımlarını öğrenin, isimlerini, hayatlarını... Akıllı hanım, zekE dedi ki:
"--YERasûlallah dua et, Allah beni onlardan eylesin!"
Dua etti Peygamber Efendimiz ve o şahıs, Ümm-EHaram deniz seferine Ektı, gemilere bindi. O dua berekâtı oluşuyor işte, seneler sonra... Kıbrıs'a EktıE zaman şehid oldu. Kıbrıs'ta defnedildi, tEbesi orada, Hala Hâtun TEbesi.
İşte bir mEdesi Peygamber Efendimiz'in. Buyurdu ki Peygamber Efendimiz:
RE. 159/9 (EvvelEceyşin min EmetEyağzûnel-bahra kad evcebE/I>) veyahut (kad ûcebE/I>) "Benim Emetimden ilk defa gemilere binip de İslâm yolunda gàza ve cihad yapanlara Allah bEE mEâfatlar verecek, mEâfatı hak edecekler. (Ve evvelEceyşin min EmetEyağzûne medû‹ete kaysar) Ve yine Emetimden kayserin baş şehrine sefere gidenler de, (mağfûrun lehE) Allah'ın mağfiretine erecekler."
Ümm-EHaram bunu da istemiş, demiş:
"--DuEet, onlardan da olayım!" diye.
"--Yok; sen birincilerdensin." demiş Peygamber Efendimiz.
O öyle oldu.
Evet. Abdullah ibn-i Amr ibnE-Âs RA'dan rivâyet edildiğine göre, Peygamber Efendimiz'e sormuşlar... Yâni bu haberlerin çok olduğunun delili olsun diye okuyorum bunu:
"--YERasûlallah, şu iki şehirden hangisi daha önce fethonulacak mElEanlar tarafından? Yâni, Kostantiniyye mi daha önce fetholunacak, İtalya'daki Roma mı?.."
ÇEkEo da fetholacak, onun hakkında da mEde var, o da fetholacak. "Amma onun etrafını çevreleyecek mElEanlar. LEilâhe illallah, diyecek, tekbir getirecek, tesbih edecekler. Tesbih, tekbir ile öyle fetholunacak orası." diyor Peygamber Efendimiz.
Ne demekse?.. Yâni iknEyoluyla, iman onu sararak, orası da, Roma da fetholunacak yâni. Sormuşlar Efendimiz'e:
"--Hangisi daha önce fetholunacak; Roma mı, Konstantiniyye mi?" diye.
"--HerakliE'E şehri önce fetholunacak!" buyurmuş.
Böyle kesin ifadeler; muğlâk, kapalı, tereddElEdeğil. Bilen insanın, sağlam yerden bilgi alan insanın, sağlam cevapları tarzında... Peygamber Efendimiz'in mucizeleri.
Çok hadis-i şerifler yazdım buraya. GElerce uğraştım, size gEel bir konuşma malzemesi toplayayım diye. ÇEkE "Konuşmaya hazırlanmak, konuşulana saygındandır." diye duymuştum. Konuştuklarına saygı duyan konuşmacı, hazırlanır diye çok hazırlandım. Öğrenciler gibi uyku bile uyuyamadım yâni. DuEedin... Bu kadar kısa kesiyorum, çünkEzaman kıymetli.
Meşhur hadis-i şerife geliyorum, hepinizin duyduğu, belki evimizde levhası olan:
(LetEtehannel-konstantû‹iyyetEfeleni'mel-emûu emûuhEve leni'mel-ceyşE zâlikel-ceyş) Birincide "fe leni'mel" de "f" harfi var, ikincide "v" harfi var. Yâni "ve leni'mel" değil birincisi, onu hatırlatayım, yanlışlık yapılmasın.
"Kostantin'in şehri, İstanbul şehri, İslâmpol şehri mutlaka fetholunacak, muhakkak fetholunacak..." diyor Peygamber Efendimiz.
Bu "mutlaka" sözEnerden Ekıyor?.. Arapça'da fiilin sonuna şeddeli nun gelirse, nûn-u te'kû-i sakû‰e derler buna. Yâni, işin muhakkak olacaEnı kesin olarak gösteren nun demek bu. Feteha-yeftehu-teftahu, tEtehu olacak yâni normal şekli. (FetEtehul-konstantû‹iyyetE dese, "Konstantû‹iyye fetholunacak!" demek olacak.
Ama öyle demiyor, başına bir "le" getiriyor, (LetEtehu) oluyor. Le, muhakkak demek Arapçada. Muhakkak fetholunacak. Bir de sonuna da nûn-u te'kû-i sakû‰e getiriyor, letEtehanne oluyor. Orda iki tane te'kid olması, "Kesinlikle, şek şEhe yok, muhakkak fetholacak!" demek. Kesin söylEor Efendimiz.
"Onun emûi ne iyi emirdir." Emir ne demek? Ordunun başında olup da, emir veren en yEsek kişi demek. Kumandan... Kumandan, Fransızcadan geçmiş bir kelime, hiEkullanmak istemiyorum. Komutan... O da ondan uydurma, bakarak yapma, kopya bir kelime, o da gEel değil.
Eskiden serasker derlerdi, bizim kendi dilimizde; askerin başı demek. Daha öz TEkçesi subaşı... Su, eski TEkçede, Anadolu'nun eski devirlerinde su, daha doğrusu sEne demek?.. Asker demek. SEaşı ne demek?.. Askerin başı demek. Yâni emir demek.
"Su uyur, dEma uyumaz." diye bir atasözEvar. Ben soruyorum:
"--Burdaki su uyur, dEman uyumaz; suyun uyuması ne demek?"
"--Valla bilmem hocam... İşte rEgâr esmez, su durgun olur, dalga olmaz filân." diyorlar.
Değil. Burdaki su, asker demek. Su uyur, dEman uyumaz; yâni, "Bana bak ey hEEdar, aklını başına topla! Senin askerin yorulur, uyur. Her insan yorulunca uyur. Hatta cemaat bazen vaazda uyuyor, hutbede uyuyor. GEdE uyuyor, ayakta uyuyor bazıları... Su uyur ama olmaz, dEman uyumaz; tam böyle herkesin uyuduğu zamanı kollar. Tedbir al, sen nöbetçi koy!" vs. demek yâni.
"Bu şehri fetheden subaşı ne gEel subaşı, o ordu ne gEel ordu..." dersek böyle doğru dEgE bir TEkçe olacak gibi geliyor bana.
Ben biraz böyle lisân hususunda da dikkat ediyorum. Yabancı kelime kullanmayı şuna benzetiyorum: Evimize bizim haberimiz olmadan birisi gelmiş, kEeye oturmuş:
--YEsen ne arıyorsun burda?
--İşte ben geldim.
--Çık dışarı bakayım! Benden izin aldın mı, selâm verdin mi? Nerden geldin, pencereden mi girdin? Öyle şey olur mu?..
Ben istesem, davet etsem neyse ne? Fatih'i ben istemişim gelmiş, hoş geldi, sefEgeldi. Ama böyle metod, istasyon vs. bir çok kelime girmiş. Bakıyorum: "Bu bazda..." Ne demek baz? Baz deyince bazlama hatıra geliyor. TEkçe'de baz yok. Base, Yâni Fransızcadan, İngilizceden gelme... Bunları ayıklamamız lâzım!
Evet, bu hadis-i şerif hakkında kısaca iki cEleyi de söyleyeyim, şöyle hadisçilerin tâbiriyle: İsnâdı sahih bir hadis; senedi muttasıl, yâni munkatı değil; ricâli sikE.. Yâni ne demek? Sened zinciri sağlam, şahıslar tamam, atlamalı değil ve rivâyet eden şahıslar gEenilir kimseler demek. Hadis âlimleri böyle diyor. ZehebEböyle diyor, Hâkim böyle diyor, Ahmed ibn-i Hanbel'in MEned'inde var, İbnE-Kayyım'ın MEcemE-Sahabe'sinde var, El-Hâkim'in MEtedrek'inde var, Hatû~-i BağdâdEnin Et-Terhûi'nde var, SuyûtEnin El-CâmiE-Sağîr'inde var. Sahabe hayatlarını anlatan çok meşhur kitaplardan El-İstiâb, ÜstEgàbe, El-İsâbe gibi eserlerde var. Var, var, var...
Onun için birisi bu hadis-i şeriflere yan bakmasın. Ben buraya yazarken yan bakan bir iki kişiye yazılarımda çatmışım, şimdi size söylemiyorum yâni. Birisi demiş ki:
"--Yâni ben bunu pek beğenmedim!"
E tabii, bilmem ne hoşaftan ne anlar? Yazdım buraya kızgınlıEmdan. Onun için söylEorum, sağlam bir hadis olduğunu belirtmek için.
"--Bana göre pek sıhhatli görEmEor." diyor.
Sen kimsin?.. Sen sonradan gelmiş, Yirminci YEyıl'da yaşayan bir adamsın. Sana ne oluyor? Yâni bazıları böyle hadise dil uzatıyor. Kur'an'a dil uzatanlar da Ekıyor.
e. Fetih Ruhu
Evet, muhterem kardeşlerim! Fetih bu demek. Kelimesini öğrendik; Kur'an-ı Kerim'de var, hadis-i şerifte var. Ülkelerin fethedilmesi Peygamber Efendimiz tarafından mEdelenmiş. Bu bilgileri verdik. Konferansımızın konusu şurda yazılmıştı, silindi: Fetih Ruhu.
Fetih ruhu ne demek? Yâni hele böyle yabancı Ekelerde okuyan, yetişen kimselere bazı şeyleri izah etmemiz lâzım. Fetih ruhu ne demek? Fetih ruhu demek, yâni fetih zihniyeti, fetih anlayışı, fetih niyeti, fetih fikri, fetih şevki, inancı, fetih maneviyat kuvveti filân demek.
Yâni fetih hâlet-i rûhiyesi, yâni fetheden insanların gönE dEyasının hâli. Neden bunlar fethedici insanlar oluyor? Niye bunlar fEûhâtı seven insanlar oluyor? Herkes çalgı çalar oynarken, niye bunlar fEûhâtla meşgul oluyor? Herkes canını yongadan, kıymıktan bile korurken, niye bunlar seve seve, gE bahçesine gidercesine böyle savaşa gidiyor, fEûhata gidiyor? Nedir bu zâtların zihniyeti demek?.. Fetih ruhu bu... Bu çok önemli. Yâni bu zihniyet, bu anlayış, bunu benimsemek, böyle bir anlayışı benimsemek, bu anlayışa hayatını vakfetmek, bu anlayışa ömrEEvermek...
Fâtih Sultan Muhammed Han-ı Cennet mekân, ömrEEfetihlere vakfetmiş bir şahıs. DEEEorum, bir kaEgEdE hatırıma geliyor: Millet geçim için çalışıyor. Bir şey demiyoruz, biz de çalıştık, herkes çalışıyor. Çalışmak gEah değil, sevap, gEel. Ama emekli olduktan sonra?.. Emekli olduktan sonra boş. Diyorum ki acaba bazı kimseler binaları vakfettikleri gibi, paraları vakfettikleri gibi; bazı şeyleri vakfediyorlar ya Allah yoluna, bazı insanlar da canlarını vakfediverse;
"--Ben de bundan sonra vakfım, kendimi vakfettim. Cenâb-ı Hakk'ın yoluna, dinine hizmet edeceğim!" deyiverse ne iyi olur diye aklıma geldi.
İçimden de bir ses dedi ki:
"--Sen başkasına ne söylEorsun, ilk önce kendine söyle! Önce kendine söyle, sen kendini vakfet! Ondan sonra başkaları da ederse eder.
Yâni fetih ruhu çok önemli... Fâtihlerin, İslâm fEûhatElarının ana duygusu, fikri zihniyeti. O aşk ve şevk, o temiz, o fedâkâr insanların, o kuvvetli mâneviyatlarının kaynaE, temeli ne?.. Çok önemli. Bunu herkes bilse herkes alır, herkes kapış kapış alır bunu. Çok kıymetli bir şey, nedir? Bunu kavramak için İslâm'ı iyi bilmek lâzım! İslâm nedir? İslâm'ın öbE dinlerden farkı nedir?..
Diyor ki:
"--Pek çok din var canım, İslâm da o dinlerden birisi.
Hayır kardeşim! İslâm hiEöteki dinlere benzemez. Pek çok insan var dEyada, milyarlarca insan var. Ama Peygamber Efendimiz hiEonlara benzemez. Pek çok taş çeşitleri var dEyada; işte kaldırım taşı var, çakıl taşı var, kum taşı var, blue stone var... Pek çok taş var ama bir de kıymetli taşlar var; elmas var, emerald zErE, ruby yakut... E bunlar çok kıymetli, şu kadarcıE çok paralar ediyor. İslâm dini öyle, mEevher gibi bir din.
Mukayese et! En iyi şey mukayese etmek.
--Şu kumaş mı daha iyi, bu kumaş mı daha iyi?
--Getir bir bakayım!
Bir onu ellersin, bir bunu ellersin, bakarsın, anlaşılır. İyi kumaş anlaşılıyor, iyi mal incelediğin zaman anlaşılır. İslâm'ı bilmek lâzım.
İnsana bu duyguyu veren, bu zihniyeti veren, bu aşkı, şevki veren dindir. MElEan fEûhatElara bu aşkı şevki veren İslâm dinidir. Neden?.. ÇEkEbiz imanımızla, Kur'anımızla, şeriatimizle biliyoruz ki bu dEya fânidir, bu dEya geçicidir. Asıl olan ahirettir. İstesen de, istemesen de bu dEya bitiyor. İstemeyenler de duramıyorlar yâni, "Ben gitmek istemiyorum!" diyen, ayak diretse bile kalamıyor, gidiyor. Herkes gidiyor. Biz haklıyız.
Asıl olan ahirettir. Dâr-ı ukbEdiyoruz, ahiret diyoruz... Bu dEya imtihan yeridir. Allah bizi buraya imtihan etmeye göndermiş. Biz imtihandayız, siz imtihandasınız. Herkes imtihan görEor burda. İyi bir hayat sEerlerse âhirette mEâfatlarını alacaklar, imtihanı kazanmış insanlar olarak ebedEsaadete erecekler. Hepimiz biliyoruz; cennete girecek, ebedEsaadete erecek. KötEE yapanların da yanına kalmayacak, ahirette cezasını çekecekler onlar da. Suçlular, gEahkârlar, cayır cayır cehennemde yanacaklar .
Burada biz, Cenâb-ı Hakk'ın bize emirlerine itaat etmeliyiz. Ahlâkın kaynaE dindir, ahlâklı olmalıyız. Başka insanların haklarına saygılı olmalıyız. Kimsenin kalbini kırmamalıyız. İyilik yapmalıyız, fedâkârlık yapmalıyız. Kesemizin ağzını açmalıyız. Hizmete koşmalıyız... Haramlara sapmamalıyız; kEre, şirke, isyâna sapmamalıyız, zulE haksızlık yapmamalıyız...
Bunların hepsi bize dinimizden geliyor. Bazı dinlerde bunlar yok. Onun için yapıyorlar. MeselEbiz bir Ekeyi fethetmişiz, bir şehri fethetmişiz, İstanbul'u fethetmişiz, ahâlisine eman vermişiz. Eman vermek ne demek? Yâni fEûhatla aldıktan sonar ahâlinin eman vercek durumu kalmıyor. Çarpıştılar. Sen de bastıra bastıra, yıka yıka surları girdin içeriye. Kılıçla fethettin.
"--Hayatlarını baEşladım!" demiştir Fâtih Sultan Mehmed Han Hazretleri.
Askerlere paralarını vererek esirleri onlardan satın almış, salıvermiştir. Yâni hem askerin hakkını çiğnemiyor. "Hadi mEterih olun, size bir kötEE yapmayacaEm, evlerinize dönE, kaçmış olanları da çaErın!" demişti Fâtih Sultan Mehmed.
Peygamber SAS Efendimiz de Mekke'ye girdiği zaman yıllarca mElEanların zayıflarına kan kusturan azılılar çok korkmuştu da, titreşiyorlardı. Peygamber Efendimiz dedi ki:
"--Kâbe'ye sıEnanlara bir şey yapmayacaEm! EbESEyân'ın evine sıEnanlara bir şey yapmayacaEm! MEâdele etmeyen, karşı koymayanlara bir şey yapmayacaEm!" dedi, hepsini affetti.
Hepsi toplandılar, titreşiyorlar...
"--Ne yapacaEmı tahmin ediyorsunuz?" dedi.
"--E sen iyi insansın! Kerem sahibisin, soylusun, asilsin!" dediler.
"--Hepinizi affettim." dedi Peygamber Efendimiz.
Fâtih Sultan Mehmed Han da hepsini affetti. Tabii savaşanlardan savaşta ölen öldE ayrı ama, affetti.
Ama onlar, meselEhaçlı seferleri var. LEfen haçlı seferlerini okuyun. Nerden başlamış, hangi şehirlerden? Hollanda'dan, İngiltere'den vs. den, Nerelerden geçerek nereye gelmişler, geçtikleri yerde neler yapmışlar? Tuna vadisinden geçerken oradaki şehirleri, kaleleri bile yağmalamışlar. İstanbul'a geldikleri zaman Bizans'ı, o zaman Bizans'ın elindeyken, soyup soğana çevirmişler. Ayasofya'yı bile soymuşlar.
Antakya'ya geldikleri zaman bEE ahâliyi, kadınları, kızları, çocukları, binlerce insanı kesmişler. KudE'Efethettikleri zaman kesmişler. HâlEöyle yapıyorlar. İşte Sırpları görE, işte Bosna savaşlarını görE, başka şeyleri görE. Yâni fark var, çok bEE fark var bizim uygulamalarımızla...
g. İslâm'da Cihadın Önemi
Eğer bazı insanlar bu dEya hayatını zehir ediyorlarsa, kötEE yapıyorlarsa, zulE yapıyorlarsa, haktan sapıyorlarsa, imana, İslâm'a mâni oluyorlarsa, kEEde kalmakta inat ediyorlarsa, mEadeleyi Ekartıyorlarsa, kavgayı Ekartıyorlarsa; o zaman onları, "Şöyle yolda kalabalık etmeyin!" diye yoldan çekmek gerekiyor, yola getirmek gerekiyor, yolu açmak gerekiyor.
Bu neye benzer? Hastalıklarla mEadele gibi bir şey. Mikroplarla, zararlı haşerât ile, uyuşturucu tEcarlarıyla mEadele gibi bir şey. Amansız bir mEadele yok mu buna karşı. BEE ziraat yapanlar zehirleri kullanmıyorlar mı zararlı haşerâta karşı?.. Yazık diyor muyuz?.. Demiyoruz. ÇEkE bu haşerât bu mahsEEyiyor, mahvediyor; onun için bu ilâç kullanılacak diyoruz.
E dEyanın hayatını da haşerat gibi zehir eden, başka insanlara zarar verenlerin de bertaraf edilmesi lâzım! Onun için İslâm'da cihad önemli... Cihad sadece savaşmak değil İslâm'da... Cihad demek, hizmet demek. Yâni biz şimdi hizmet diyoruz ya, İslâm'a hizmet diyoruz ya; İslâm'a hizmet kelimesi yok Kur'an-ı Kerim'de, cihad kelimesi var. Cihad İslâm'a hizmetin her çeşididir.
Kur'an-ı Kerim'de de öyledir. MeselEPeygamber Efendimiz'e emrediyor Cenâb-ı Hak, Mekke-i MEerreme'de inen âyet-i kerimede, Furkan sûresinde buyuruyor ki, --misâl olsun diye söylEorum, yâni sözE reklâm, propaganda değil gerçek-- bismilâhir-rahmânir-rahûŠ:
(FelEtutiil-kâfirû‹e ve câhidhE bihEcihâden kebûE) "Kafirlere sakın boyun eğme, itaat etme ey RasûlE! Baskı yapıyorlar ya Kureyşliler, sakın ha onlara boyun eğme ve onlarla bEE bir cihad ile cihad et!"
Mekke'de cihad durumu yok. Medine'ye hicret etmek zorunda kaldı Peygamber Efendimiz. Savaş edecek durumu olmadıE için, hattEöldEmeye kasdettikleri için, hicret etti. Medine'de de rahat bırakmadılar, oraya da kaEdefa ordu sevkettiler. Onun için savaş oldu.
Şimdi burada: (Ve câhidhE bihEcihâden kebûE diye emrediliyor Peygamber Efendimiz'e, Mekke'deyken. Yâni, "MEriklerle bEE bir cihad ile cihad et!" buyruluyor.
Bu cihad nedir?.. "Allah'a dayanarak, Allah'ın yardımına dayanarak, Kur'an'a sarılarak, onlara itaat etmemek hususunda bEE bir gE sarfet!" demek yâni. Cehd sarfetmeye derler cihad. "Cehd sarfet, yılma!" demek, "Aman gevşeme, aman onların baskısına boyun eğme!" demek yâni. Cihad bu... Hizmet ve böyle cehd sarfetmek mânâsına geliyor.
Bazıları cihadı ille savaş mânâsına alıyor ve diyor ki:
"--İslâm kılıçla yayılmıştır, yoksa yayılmazdı."
Doğru değil bu söz, gerçekten doğru değil. TarihEvak'alara uymuyor, Mekke'deki olaylara uymuyor. Peygamber Efendimiz'in devrine uymuyor. Hiçbir devre uymuyor.
İşte bu cihad var ve böyle bir asil hizmeti yaparken tabii tehlike de var. Adamlar azgın... Şimdi meselEArnavutlar senden yardım istese, Amerika olmasaydı ne yapacaktın?.. Osmanlı devrindeyiz, Amerika yok, Nato da yok; Arnavutlara Sırplar saldırdı. Ne yapacaktık?.. Yardımına koşacaktık biz, başka çaremiz yoktu.
Eee yardıma koşmak rahat bir şey mi?.. Değil. Ölmek var, yaralanmak var, esir olmak var, işkence var, her ihtimal var... Kolay değil. Ama ölEse şehid olacak İslâm'a göre, kalırsa gàzi olacak. Her iki halde de kârda olacak. Her iki halde de bEE sevap, bEE mEâfat var. Onun için cihaddan kaçmaması lâzım!
Cihadın karşılıEnda cennet var.
(İnnallâheşterEminel-mEminû‹e enfEehE ve envâlehE bienne lehEE-cenneh) "Cenneti vereceğim" diyor Allah-u TeàlEHazretleri.
Peygamber Efendimiz'e Akabe, hani şeytan taşlama yerinde hacca geldikleri zaman bey'at ettiler Medineliler. Anlaşmanın şartları var:
"--Ben size geleceğim, hicret edeceğim; siz beni kendinizi koruduğunuz gibi koruyacaksınız, malınızı, canınızı korur gibi beni koruyacaksınız. Tamam mı?" dedi.
"--Evet!" dediler. "Pekiyi bunun karşılıEnda bize ne mEâfat var?" deyince Allah-u TeàlEHazretleri bu âyet-i kerimeyi indirdi:
"--Cennet var!"
Peygamber Efendimiz'e kucak açan, hizmet edenlere cenneti vaad etti.
Cihaddan kaEnıp da:
"--YEben gitmem, korkuyorum yE Olmaz yE" veyahut: "Hanımım, kardeşim karşı tarafta. Çocuklarım, aşiretim istemiyor... Malım mEkE ziyan olacak, evimden barkımdan, rahatımdan ayrılamam!" derse ne olur?..
Haa, böyle şeyler olursa; hani bir yaz çalışmasında size ezberlettiğim âyetler vardı. Tevbe Sûresi'nde Allah-u TeàlEHazretleri buyuruyor ki:
(Kul in kâne âbâükE ve ebnâükE ve ihvânEE ve ezvâcEE ve aşiretEE ve emvâlEikterftumûhEve ticâratE tahşevne kesâdehEve mesâkinEterdavnehE ehabbe ileykE minallàhi ve rasûlihEve cihâdin fEsebû‰ihEfeterabbesEhattE ye'tiyallàhu biemrih, vallàhu lEyehdil-kavmel-fâsikû‹)
"Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, kavim kabileniz, biriktirdiğiniz mallar, bozulmasından korktuğunuz ticaretler, hoşunuza giden evler, kEkler, meskenler size daha tatlı geliyor, onlara zarar gelmesin diye dEEEorsunuz, onlardan ayrılmak istemiyorsunuz da; Allah'tan, RasûlEden, Allah yolunda cihad etmekten bunları tercih ediyorsanız, o zaman başınıza gelecek felâketlere hazır olun! Allah fâsıklara yol göstermez, sonra fenEolur!" diye âyet var.
Sonra Allah yolunda ölenlerin, şehidlerin ölmediğini bildiriyor Allah-u TeàlE Hazretleri:
(Ve lEtahsebenellezû‹e kutilEfEsebû‰illâhi emvâtE "Allah yolunda öldEEenleri sakın ölEsanmayın! (Bel ahyâün) "Onlar ölEer değiller, bilakis onlar dirilerdir; (inde rabbihim yurzak) Allah'ın huzurunda, Allah onlara nimet verip duruyor." (Âl-i İmran: 169)
HattEöldEleri zaman bu tarafta kalanlara dönE mEdelemek isterler. "Yâhu korkmayın! Biz şehid olduk, burası çok gEelmiş, siz de geçiverin bu tarafa!" diye mEdelemek isterler diye ayet-i kerime var. Bismillâhir-rahmânir-rahûŠ:
(Ferihû‹e bimEâtâhEElàhu min fadlihEve yestebşirûne billezû‹e lem yelhakEbihim min halfihim ellEhavfE aleyhim ve lEhE yahzenûn. Yestebşirûne bini'metin minallàhi ve fadlin ve ennallàhe lEyudE ecral-mEminû‹.) diye mEdeler var. (Âl-i İmran: 170-171)
İşte bu gibi sebeplerden mElEan bencil değildir. MElEan toplumunu dEEE, insanlıE dEEE, hakkı dEEE, hayrı dEEE. Bunun için icabında malını ortaya koyar, isterse bedenEemeğini ortaya koyar, gerekirse canını ortaya koyar.
İslâm fatihlerindeki zihniyet işte budur. Fetih ruhu budur. Tarihteki bEE şanlı fetihler bundan dolayı olmuştur.
i. Fatihlerin Zihniyeti
BirkaEmisâlle anlatmak istiyorum: Mekke-i MEerreme'nin fethi olmuş, fetih gecesinde şehre ashab-ı kiram tekbirlerle, tehlil getirerek girmişler; "Allàhu ekber... Allàhu ekber..." diye diye, "LEilâhe ilallah..." diye diye girmişler, sabaha kadar Kâbe-i MEerrefe'yi tavaf etmişler.
EbESEyan bu durumu görEce... EbESEyan Mekke'nin başkanı, yâni mağlub tarafın başkanı. Karısı Hind... Sonra ikisi de mElEan oldular, radıyallàhu anhEE.. Karısına diyor ki:
"--Mekke'nin bu şekilde fethedilmesine ne diyorsun sen, nasıl oluyor bu?.. Bunların Allah'tan olduğuna inanıyor musun?"
O da demiş ki:
"--Evet, Allah'tandır."
Bakın bir olayı anlatıyorum ama, benim çok hoşuma gitti, sizin de hoşunuza gidecek.
"--Allah'tan mı yâni bu? Biz gûyEKâbe'nin bekçileriydik, kendi dinimize, putlarımıza sadakat gösteriyorduk. Bak biz yenildik, bunlar yendiler. Bunları biz, 'Dinimizi değiştiriyorsunuz.' filân diye suçluyorduk. Bu Allah'tan mı, nasıl oluyor; Kâbe'nin sahibi olan Allah onlardan taraf mı?.." diye sormuş.
Hanımı da:
"--Evet, Allah'tan olduğu kanaatindeyim. Biz haksızız, onlar haklı!" demiş.
İnsaflı, zeki bir cevap vermiş. Buraya kadar tabii bir konuşma. Mağlub taraf reisinin karısıyla konuşması... Amma ertesi sabah EbESEyan, erkenden Peygamber Efendimiz'in yanına gitmiş. Peygamber SAS Efendimiz EbESEyan'a ne demiş biliyor musunuz?..
"--Sen eşin Hind'e, 'Mekke'nin fethinin Allah'tan olduğuna inanıyor musun?' demiştin gece; o da sana, 'Evet, Allah'tandır.' diye cevap vermişti, değil mi?.." demiş Peygamber Efendimiz.
EbESEyan afallamış, şaşırmış. Demiş ki:
"--Gerçekten senin Allah'ın kulu ve rasûlEolduğuna şimdi ben de şehadet ediyorum. ÇEkEvallàhi benim bu sözlerimi karım Hind'den başka hiEkimse duymamıştı." demiş.
Yanılıyor; hiçbir kimse duymadı olur mu, Allah duyuyor. Allah duyuyor ve RasûlEe bildiriyor. RasûlEde, Allah'ın hak peygamberi olduğuna gönlEkànE olsun, mEmain olsun, artık kabul etsin diye, karı ile koca arasındaki özel konuşmayı haber veriyor.
Misalleri çok... Bazıları, dini yarım bilen vaaz kEsEEsahibi, mevkE sahibi, fetva komisyonu Eesi bazı kimseler; "Gaybı Allah'tan başkası bilmez." diyorlar.
Allah Allah! Sen hiEayet okumadın mı?..
(FelEyuzhiru alEgaybihEehadE İllEmenirtedEmin rasûl) (El-Cin: 25, 26) Allah'ın dilediği kimselere, razı olduğu kimselere gaybı bildireceğini bu ayet-i kerime bildiriyor.
Başka ayet-i kerimelerde de Allah-u TeàlEHazretleri, bazı kimselere kendisi bildirdiği zaman gaybı bileceğini bildiriyor. Allah bildirince Allah'ın peygamberleri bilir, Allah'ın evliyâsı bilir.
Bir herif daha var, ukalE.. O da şu meseleye takmış: Şeyhin birisi mEidine demiş ki; "Sen dE akşam evinde hanımınla şunları şunları konuştun." demiş. EbE SEyan RA gibi o da şaşırmış, "Evet, öyle konuşmuştuk." demiş.
Meydanda filân söylenmiş bir şey değil, geceleyin onun özel odasında, yatak odasında hanımla beyin konuştuğu bir konuşma...
Şimdi bizim bu 20. YEyıl'daki, TEkiye'deki ukalEdiyor ki:
"--Bu terbiyesiz adamın, öteki adamın yatak odasında işi ne?"
Dangalağa bak, işi nasıl tersten tutturuyor, mugalata yapıyor. Bak, Peygamber Efendimiz'den misâli var. Peygamber Efendimiz de karı ile kocanın konuştuğu şeyi ertesi gE haber veriyor. O da sEnete uygun bir şey yapmış, yanlış bir şey yapmamış.
İşte misâli, şaşkın... Yarım bilginler milleti de kandırıyorlar:
"--Yoktur keramet..." diyorlar.
Var... Allah sevgili kullarına bildirince, var.
Fethin ertesi gEEHind, kocası EbESEyan'a demiş ki:
"--Ben Muhammed AS'a gideceğim, bağlanacaEm!" demiş.
O da demiş ki:
"--Ama sen her zaman eskiden İslâm'a karşıydın, inkâr ediyordun!"
"--Şimdiye kadar öyleydi ama, Allah'a yemin ederim ki, bu geceden önce bu Mescid-i Haram'da, bu Kâbe'nin çevresinde Allah'a bu şekilde hakkıyla, samimiyetle kulluk ve ibadet edildiğini hiEgörmedim. Şu samimiyete bak!.." demiş.
Halbuki başka ordular gelse, bir şehri zabt etselerdi neler olurdu, bir dEEE!.. Olmuşlarla bir mukayese edin!.. MEarekler aşk ile, şevk ile sabaha kadar Kâbe'yi tavaf ediyorlar. Aşk ile, şevk ile ibadet ediyorlar. Hayran kalıyor, "Ben de gideceğim, muhammed'e bağlanacaEm!" diyor. Gidiyor, bağlanıyor.
EbESEyan da bağlanıyor sonra, o da mElEan oluyor. GeEoldular; neler neler yaptılar, ondan sonra mElEan oldular.
Fatih Sultan Muhammed Han Hazretleri de İstanbul'u fethedince ne yaptı?.. İçeri girince secde-i şEre kapandı.
"--YERabbi! Bana Peygamber Efendimiz'in mEdelediği, medhettiği komutan, emir, subaşı olmayı nasib ettin." diye, atından indi secdeye kapandı, toprağa secde etti.
Secde kulun Allah'a en mEevazi, en gEel tavrıdır. Sonra Ayasofya'ya gitti. Ayasofya'da toplanan ahaliye konuşma yaptı:
"--MEterih olun, evlerinize gidin, size bir zarar olmayacak!" dedi.
ZEdEHoca cuma hutbesinde de okudu, ne kadar gEel. İşte fatihlerin ahlâkları, zihniyetleri böyle...
j. Sa'd ibn-i EbEVakkas ve İran Ordusu
Sa'd ibn-i EbEVakkas RA, Aşere-i MEeşşere'den bir mEarek zât... Ne demek Aşere-i MEeşşere?.. Peygamber Efendimiz'in daha sağlıEnda, "Sen de cennetliklerden birisin!" diye aEkça yEEe karşı, başkalarına karşı söylediği, mEdelediği mEarek kimseler.
Camilerde böyle isimleri yazılıyor: Ebûbekir, Ömer, Osman, Ali, Sa'd, Saû, Talha, ZEeyr... İşte Aşere-i MEeşşere onlar, cennetle mEdelenmiş on kişi var böyle. Cennetlik olduğunu hal-i hayatında duymuş mEarekler. Ne gEel...
HiEkimse bilemez yarın ne olacaEnı. Onun için SEeyman Çelebi ne diyor:
YEilâhE saklagıl imanımız;
Verelim imân ile tEcânımız!
"Koru imanımızı yERabbi!" diyor, o mEarek zât, o SEeyman Çelebi; korkuyor. Korkacak ve korumağa dikkat edecek. Ne olacaE belli olmaz.
Sa'd ibn-i Vakkas'a İran komutanı REtem sormuş:
"--Yâhu niye saldırıyorsunuz bize, niye savaş oluyor?" demiş.
Bu REtem, Zaloğlu REtem değildir. Zaloğlu REtem, efsanevEbir şahıs, çok eskilerde yaşamış. İşte o çok meşhur olduğundan bunun da babası, o efsânevE şahıs gibi olsun diye, buna da REtem adını vermiş. Zaloğlu REtem eski İran efsanevEpehlivanlarından biriymiş. Boyu şu kadarmış, eni şu kadarmış, bir oturuşta kaEtane kuzu yermiş... Böyle efsânevEbir kişi.
Bu REtem, İslâm ordularının karşısındaki SâsânEordusunun başkomutanı. Anlayamıyor. Bakıyor ki, kılık kıyafetleri perişan fukaracıkların. Kumaş yok, sE yok, zû‹et yok, perişan... Ama Allah yolunda savaşıyorlar, kalbleri pırlanta gibi, içleri gEel... Sayıları da çok değil. Şaşırıyor:
"--Bunlar herhalde bizim gEEEE kuvvetimizi bilmiyorlar. Nasıl böyle saldırabilirler?" diyor.
MeselEben şimdi kalksam, çok bEE bir devlete savaş ilan etsem, "Seni alaşaE edeceğim, sana harb ilân ediyorum!" desem; gEerler değil mi bana?.. Veyahut bu salondaki hepimiz birden meydan okusak; gEerler. "Neyin var? Topun mu var, tEeğin mi var, zırhlın mı var, uçaEn mı var, bomban mmı var?.. Nedir bu?" derler.
O da şaşırmış. Kocaman SâsânEİmparatorluğu'nun ordusu, burda da birkaEbin mEahid... Allah Allah!..
"--Niye böyle cesaret edip de saldırıyorsunuz?" demiş.
O Aşere-i MEeşşere'den o zât diyor ki, --zamanım çok olsaydı, bunların Arapçalarını bulup, oturaklı tercemelerini yapmak isterdim; o imkânlarım olmadıEndan sadece naklediyorum:
"--Bizim arzumuz dEya değil, biz ahireti istiyoruz. Bizim dinimiz hak dindir. Ondan yE çeviren hiEkimse yoktur ki, zillete uğramasın; ona bağlanan hiEkimse yoktur ki, izzete kavuşmasın!.. Gayemiz insanları kulların zulmEden kurtarmak, kulu kula kulluk etmekten kurtarıp, Allah'a kul ettirmektir." demiş.
k. Osmanlılarda Fetih Ruhu
Hani fetih ruhu nedir diyoruz ya, işte bu zihniyet; yâni Allah'ın emrini yerleştirmek... Onun bir adı da nedir: i'lEyı kelimetullàh... İ'lEne demek, a'lEetmek, yEseltmek demek. Allah'ın sözEEyEeltmek, buyruğunu saygınlaştırmak, tutulur hale getirmek demek. Bunun için çalışmışlar. İşte cihadın ruhu budur.
Osman Gazi oğlu Orhan'a demiş ki:
"--Oğlum, kuru mEadele, kavga, çatışma ile cihangirlik; bu bize yakışmaz. Yâni, ben en kuvvetli imparator olayım, ben en çok mEke sahip olayım; bu bize yakışmaz. Bizim asıl maksadımız, Allah ve İslâm yolunda cihad etmektir."
Yâni toprak, hEEdarlık filân istemiyor. Zâten Osmanlı hEEdarlarının şöyle ilk devresini okuyunca insan, ağlıyor, gözleri yaşarıyor. Öyle mEarek insanlar ki, öyle samûŠEinsanlar ki, mal mEk dâvâsında değiller. Kazançlarını hayrâta sarfetmişler. Orhan Gazi imârethânede kendi eliyle fukaraya aş daEtmış İznik'te... MEevâzi, halkın içinde, halkla beraber, halkın derdiyle dertlenen, onlara iyilik yapan, mEsseseler kuran insanlar.
Yâni biz burda konuşma yapmak için şu salonu tutmuşuz. Kendi salonumuz olsa, orda konuşurduk. Bir salonun olması bile bir mazhariyettir, bir varlıktır.
Bir Ekeyi alıyorsun, hiEbir şey yok... Camiler yapılmış, medreseler yapılmış, aşhàneler yapılmış, hastaneler yapılmış, her şey yapılmış. Ondan sonra da o binaların hepsi bize verilmiş, vakfedilmiş. Şu hizmette kullanılsın diye, adam kendi malını bize vermiş. Çok bEE hizmet, çok bEE fedâkârlık... "Sen yaptın mı?" diye dEE, anlarsın.
Sen paracıklarından ne kadarını ayırdın, ne yaptın bakalım?..
Meşhur bir şiir var: "İmtisâl-i câhid-Efillâh oluptur niyyetim. / Dû‹-i İslâm'ın mEerred gayretidir gayretim." diye başlıyor. "Ey Muhammed, mu'cizât-ı Ahmed EMuhtar ile, / Umaram gàlib ola, a'dEyı dû‹e devletim." diye bitiyor. Beş beyitlik bir şiir.
Sultanlardan Muhammed isminde birisi yazmış ama, hangi Muhammed yazmış?.. Benim incelemelerime göre, okumalarıma göre, bu Fatih Sultan Muhammed değil, Avcı Mehmed denilen IV. Mehmed yazmış bu şiiri ama, mantık aynı, zihniyet, cihad ruhu aynı. Diyor ki:
İmtisâl-i câhidEfillâh oluptur niyyetim.
Dû‹-i İslâm'ın mEerred gayretidir gayretim
"CâhidEfillâh emrini tutmaktır niyyetim. Kur'an'da Allah, 'Allah yolunda cihad edin!' dedi ya, niyetim onu tutmaktır." diyor. "Benim yaptıEm çalışmalarda bEE bu telEım, İslâm içindir." diyor.
Fazl-u Hakk u himmet-i cEd-i ricâlullah ile,
Ehl-i kErEserteser kahreylemektir niyyetim.
İki şey söylEor: "Bir, Cenâb-ı Hakk'ın fazl Ekeremiyle; iki, evliyâullah olan askerler sayesinde... Allah'ın fazlıyla ve Allah eri erenlerin himmetiyle, ehl-i kErEkahreylemek istiyorum. KErEkaldıracaEm, imanı hakim kılacaEm." diyor.
EnbiyEvEevliyâya istinâdım var benim,
LEf-u Hak'tandır hemen Emû-i feth u nusratım.
"Ben peygamberlerin hizmetindeyim, onlara dayanmışım; evliyâların yolundayım, onlara dayanmışım. Zaferi Allah'ın lEfu nasib edecek, biliyorum onu!" diyor.
Evet, Allah nasib ederse, zafer olur; nasib etmezse bEE ordular kEE ordular karşısında yenilir. Çok gEel anlamış İslâm'ı...
Nefs Emâl ile nola kılsam cihanda ictihad,
HamdElillâh, var gazâya sad hezâran rağbetim!
"Malımla, canımla cihad etsem ne iyi olur, ne gEel olur. Allah'a hamd olsun ki, içimde yEbinlerce arzu var cihad etmeye..." diyor.
Şu hale bak, şu mEareklerin sözlerine bak!.. MEarek sözlere bak!...
Ey Muhammed, mu'cizât-ı Ahmed EMuhtar ile,
Umaram gàlib ola, a'dEyı dû‹e devletim.
"Ahmed EMuhtar Peygamber Efendimiz'in mEdeleri sayesinde, Eid ederim ki, din dEmanlarına benim devletim gàlip gelir."
İşte cihad ruhunu özetlemiş şiir. Bunu DördEcEMehmed, Avcı Mehmed yazmış. ÇEkEFatih şiirde AvnEmahlâsını kullanırdı. Şiirleri var; Farsça şiir divanı var, TEkçe şiir divanı var... ÖmrEcihadla geçmiş ama, bEE şirleri aşk ve sevgi Eerine...
Gençken, 18 yaşında evlenmiş... 12 yaşında tahta geçmiş. Ondan sonra dEmanlar çok saldırıp karışıklıklar çoğalınca, babası tekrar yardıma geliyor. Babası ölEce 19 yaşında yine taht kendisine kalıyor.
Bu yaşlarda bizim çocuklarımız neyler, ne yapar?.. 12 yaşında, 15 yaşında, 17 yaşında, 19 yaşında... Bir bizim çocukları dEEE, bir de onu dEEE!
Onun için, Arif Nihad Asya'ya Allah rahmet eylesin... Çok iyi ahbaplıEmız oldu. Derviş insandı, MevlevEdervişi idi. Çok gEel şiir yazmış. Diyor ki:
Sen niye bilmem hâlEoyunda oynaştasın;
Fâtih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın!
Yâni oyunla, oynaşla ömrEhebEediyoruz, hebEettiriyorlar. Sörf, rEgâr sörfE dalga sörfE yEme, koşma, oyun... Benim amcam, "Ülen, böyle boş yere ırgat gibi koşacaEna, bir fakirin tarlasını çapalasa da sevap kazansa ya!" diyor. Öyle boş yere emek harcamak amcamın aklına girmiyor.
Fatih koşturmuş ama, Ekeden Ekeye koşturmuş. KaEtane Eke almış. Koşturma başka tElEolacak, cihad ruhuyla olacak, Allah yolunda olacak!
SEeyman Gazi... SEeyman Gazi kim?.. Çok SEeyman gaziler vardır da, bu SEeyman Gazi Orhan Gazi'nin oğlu. Gelibolu'ya geçmiş. Çanakkale Boğazı'ndan Trakya'ya geçiyorlar. İstanbul Boğazı, ortada Kostantinopolis olduğu için geçiş kolay değil; Çanakkale Boğazını geçiyorlar. Bak, o SEeyman Gazi mEârek ne demiş!
Çanakkale Boğazını geçince, gaza arkadaşlarına sordu:
"--Buraya niçin geldiğinizi biliyor musunuz?.."
Boğazı geçtiler sallarla... Çanakkale Boğazı İstanbul Boğazı'ndan çok daha geniştir, esintilidir, rEgârlıdır, geçiş zordur ama, bir çaresini bulmuşlar, sallarla geçmişler.
Biz ilkokulda iken Boğaziçinde bir Boğaziçi Lisesi vardı, ahşap; onun duvarına meşhur bir ressam, SEeyman Gazi'nin, mEahidlerin sallarla Rumeliye geçişini resmetmiş; çok gEel bir levha vardı. Şimdi ne oldu bilmiyorum.
"--Buraya neden geldiğimizi biliyor musunuz?" diye sormuş gazEarkadaşlarına.
"--Bilmiyoruz, hayır!" demişler. Belki ne görevle geldiğimizi soruyor filân diye dEEdEer.
"--Biz buraya mal mEk edinmek, servet ve şöhret sahibi olmak için gelmedik. Gayemiz i'lEyı kelimetullahtan başka bir şey değildir." demiş.
İ'lEyı kelimetullah ne demekti?.. Allah'ın sözEhakim olsun diye, onu yEeltmek için demek.
Yavuz vefat edeceği zaman... Sırtından Eban Ekmış, cerahatı gitsin filân diye sıkmışlar. Kan Ebanı gibi görEEormuş ama, kan Ebanı değilmiş, kansermiş. İyi olmamış sırtındaki Eban, ölEEe sebep olmuş.
Tabii gittikçe fenâlaşıyormuş. Yanındaki yakınları, dâimEsohbetinde bulunan kimselerden Hasan-ı Can diye birisi varmış.
"--Sultânım şimdi Allah'la beraber olmak vaktidir. Yâni kelime-i şehâdet getir, ölmek Eeresin, Allah'la beraber olmak zamanıdır." demiş.
Yavuz Selim'den hiEtahmin etmiyordum, cevaba bak; diyor ki... Şöyle bir ters ters bakmış bunu söyleyen:
"--Ya sen bizi kiminle beraber bilirdin?" demiş.
Yâni, "Zâten Allah'la idik, zâten onu zikrediyorduk mânâsına, hatırlatmaya lEum yok!" demek istiyor.
Yaman adamlar, yavuz adamlar; biliyorlar işi...
Kosova'da dEmanlarla karşılaşmak kesinleşti. I. Kosova Savaşı, 1389. Savaş olacak. Ordusu az, çok az; karşı taraf çok kuvvetli... I. Murad dua etti, dedi ki:
"--YERabbi, benim ordum az, karşı taraf çok kuvvetli!... Eğer biz burada yenilirsek, bu diyarlardan bizim kökEE silinir; artık buralarda bir daha sana ibadet edilmez, senin adın anılmaz yERabbi!.. Beni mahcub etme, beni mağlub dEEme yERabbi! Ordum gàlip olsun, ben şehid olayım yERabbi!.. Yaşamak değil gàyem, ama mElEanlık burdan silinmesin!.. Buralardan senin adın silunmesin, ezanlar bir daha okunmaz duruma gelmesin!" dedi.
Mehmed Akif boşuna demiyor:
Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli,
EbedEyurdumun EtEde benim, inlemeli!
Oralardan İslâm dini silinip geri gitmesin diye dua etmiş, şehid olmayı istemiş. Bunu nazmen Solakzâde tarihinde şiir haline getirmiş tarihçi. Diyor ki:
Râh-ı din içre ben fedEolayım,
Siper-i asker-i hEEolayım!
Din yolunda beni şehid eyle,
Ahirette beni saû eyle!..
"Din yolunda fEsebû‰illah ben fedEolayım! Hidayet yolunun askerlerinin paravanı ben olayım! Gelecek bana gelsin, onlara gelmesin. Din yolunda ben şehid olayım!" diyor. HEEdar bu...
--Osmanlı hEEdarları ne yapar?..
--Haremleri varmış hocam, kaEtane cariye varmış, çengi çalgı varmış...
Öyle değil işte bak!.. HiEolmazsa bir zamanlar öyle değil, belki hiEöyle değil... Belki başka hEEdarların öyledir de, Avrupalıların, kralların, bilmem nelerin...
Ben İran'a gittim de, Tahran'da bize İranlı hEEdarların saraylarını gezdirdiler. Niyâveran Sarayı mıydı, neydi, bir saraya götEdEer, bahçesinde öyle bEE havuzlar var ki!.. O kadar su, o kadar havuzlar, buralarda hiçbir yerde yok... Böyle su bir yerden bir yere, bir yerden bir yere akıyor, gidiyor.
Hocam, "Perdeler som altından!" dediler. Gittik, baktık, kıpırdamıyor bile... Perdeler som altından...
Osmanlılarda yok öyle bir şey... Topkapı Sarayı filân bir şey değil... Burdaki malikânelerin yanında filân daha sade kalır. Avrupa'daki sarayların hepsinden çok sadedir. Çok basit yapılardır.
Diyor ki: "Ben şehid olayım da, ahirette beni saû eyle!" diyor.
MEk-Eİslâm'ı pây-i mâl etme,
Menzil-i fırka-i dalâl etme!
"İslâm diyarını ayaklar altında ezdirme yERabbi! Buraları dalâletteki heriflerin oturma yeri yapma! Elimizden Ekıp da onlar oturmasınlar." diyor.
İşte fetih ruhu bu... ÖlEEseve seve istemek, Allah yolunda cihad etmek, rahatı dEEmemek...
Fatihin mizacını, huylarını yazarken, kitaplar diyorlar ki: "Eğlenceye, zevke sefâya hiEmeyli yoktu. Huyu öyleydi." diyorlar.
l. İstanbul'un Fethi SEeci
İstanbul'un fethi olayı ve bu fethi yapan Fatih Sultan Muhammed Han-ı Cennet-mekân pat diye, zamanın akışı içinde, ortaya birden Ekıvermiş varlıklar değildir. Bunlar sEecin, bir devamlı oluşumun sonucudur.
--İstanbul'un fethi nasıl olmuştur, ne zamandan başlamıştır?..
İstanbul'un fethi Peygamber SAS'in "İstanbul fethedilecektir; İstanbul'u fetheden çok iyi bir komutandır." diye mEdelemesinden başlamıştır. Onun için daha Hazret-i Osman zamanında İstanbul'a bir sefer dEenlenmiştir, Antalya'ya kadar gemiler gelmiştir.
Boğaza kadar gelemediler. Ama ondan sonraki devrede Emevû‰er birkaEsefer yaptılar, İstanbul'a kadar geldiler, kuşattılar. Hem de cami filân yaptırdılar. İstanbul fethedilmediği halde Arap Camisi diye, Mesleme Camisi diye camiler var.
Yâni bir arzunun, bir EkEE, bir gayenin olması için çalışıla çalışıla, öyle olmuştur bu... Şairin demin söylediği gibi, iş Allah'ın lEfundandır, Allah'ın yardımındandır. ÇEkE Allah'ın yardımı olmazsa, Peygamber ordusu bile gàlip gelemiyor.
Allah'ın yardımındandır. Peygamber Efendimiz'in duası bereketindendir, işaretindendir. Fethi yapacak insanların mâneviyatının kaynaE İslâm dinidir. İstanbul'u fetheden İslâm'ın kendisidir, İslâm dinidir. İslâm dini fethetmiştir.
Eğer İslâm dini olmasaydı, İslâm inancı, EkEEolmasaydı, bizim dedelerimiz Orta Asya'da dururlardı. Koskoca Ekeler... Ne yapacak orayı bırakıp da, bu tarafa gelip de?.. Orası da bir yer, burası da bir yer; herkes otursun oturduğu yerde...
Ne Arap EndEE'e giderdi, ne TEk Orta Asya'dan Balkanlar'a geçerdi, ne Sultan Mahmud Hindistan'a giderdi; herkes oturduğu yerde dururdu.
Bu İslâm'dan, İslâm'ın bereketi, İslâm'ın emri... İyilik hakim olsun diye İslâm'dan ve Peygamber SAS'den...
Arapların seferleri var, Selçukluların seferleri var... Hani Malazgirt zaferini kazandıktan sonra Romenos Diyojenes'i yok ettikten sonra, bizim ecdadımız o zamanlardan İstanbul'a kadar dayanmışlar. Ama 1071'den 1453'e kadar kaEasır daha olmamış bu iş... Çalışılmış ama, olmamış. Selçuklular çalışmışlar, olmamış.
Osmanlılar gelmişler, Selçukluların hududunda bir yere yerleştirilmişler. DomaniEyaylası, SöğE, şöyle Tunçbilek santralinin olduğu yaylalar, Bursa'ya doğru yaylalar... Oralara yerleştirmiş Selçuklu Sultanı. KEEE bir beylik...
Osman Gazi diyor ki:
"--Oğlum, ben buraya bir zayıf karınca gibi geldim." diyor.
Mûr, karınca; mûrçe, karıncacık demek Farsça... "Ben buraya bir mûrçe-i zayıf gibi geldim." diyor. MEevâzi bir şekilde geldiler, ama o fetih ruhu var ya, o anlatmağa çalıştıEm o cihad ruhunda nasibleri çoktu.
Çok temiz insanlardı, çok saygılı insanlardı. "Bu Allah'ın kitabı!" diye sabaha kadar elpençe divan durmuş, yatmamış yatağa... Evliyâullahın duasını almışlardır. Onlara giriştiler.
Öteki beylikler birbirleriyle çarpıştı, çarpıştı, çarpıştı; bunlar cihadla meşgul oldular. MElEanın mElEanla çarpışması gEahtır. MElEan mElEanla çarpışırsa, Peygamber Efendimiz buyuruyor ki, ilginEbir hadis-i şerif:
"--Ölen de cehenneme gidecek, öldEen de cehenneme gidecek!"
Diyorlar ki:
"--YERasûlallah, öldEenin cehenneme gideceğini, tamam, anlayabiliyoruz ama; ölen zâten ölmE, mağdur duruma dEmE. Bir de ahirette o da niye cehenneme gidecek?" diye soruyorlar.
Peygamber Efendimiz diyor ki:
"--Niyeti ne idi?.. Onun da niyeti karşı tarafı öldEmekti ama, o öldEemedi, bu öldEdE"
Niyet öldEmek olunca, o zaman iyi olmuyor.
Fâtih Sultan Mehmed Balkanlar'da gazEile meşgul iken, arkadan kendisine çok suikasdler, aleyhte çalışmalar yaptılar Anadolu'nun beylikleri... Karamanoğulları, ZEkadiroğulları, Germiyanoğulları... vs. Bazı beyler anlayamadılar. Gittiler, Uzun Hasan'ın yanına hepsi yıEldılar, Uzun Hasan'la Fâtih'i birbirine dEEdEer.
Sonunda Otlukbeli savaşında Uzun Hasan'la Fâtih çarpıştı, mecbûren... Venediklilerle sulh akdetti, bu tarafta geldi bu fitneyi durdurmak için çarpıştı. Yendi ama zulE yapmadı, affetti. AldıE esirleri iade etti, çünkE İslâm ordusu... MElEanlara yumuşak davrandı.
Karamanoğlunu kaEdefa affetti. SözEEkaEdefa bozdu adamlar; söz verdi, sözEde durmadı. O affetti. Onun için bereket vardı Osmanlılarda, Osmanlılar ilerlediler.
m. Osmanlıların Kuşatmaları
Osmanlılar İstanbul'un fethine yedi defa teşebbE ettiler. Bunun dört tanesini Yıldırım Bayezit Han yaptı. Yıldırım gibi bir insandı, hareketli bir insandı. Tavsiye ederim, Osmanlı tarihini çok gEel okuyun! Roman kadar heyecanlı ve çok ibretli... Dikkatli okuyun yalnız!
Bana kalsa, vaktim olsa, Allah imkân verse, ben bu kitapların hepsini yeniden yazarım. HiEdoğru dEgE yazmamışlar, gEEtEe boğmuşlar. Asıl önemli noktalara işaret etmek lâzım, ibret derslerini Ekarmak lâzım!..
Fâtih için doğru dEgE bir kitap yazmak lâzım, bu cihad ruhunu filân gEel anlatmak lâzım! Bu insanları hep batılıların yazdıE gibi entrika dEEcesiyle, "Şöyle oldu da, böyle yaptı da, bilmem ne de, bilmem ne de..." diye tarihi öyle yazıyorlar. Bunların cihad ruhunu, fetih ruhunu anlayamıyor pek çok kimse...
Yıldırım Bayezid dört defa ciddEteşebbE yaptı. Yıldırım çok ciddE bayaE istedi fethetmeyi, ama Allah ona nasib etmedi. ÇEkEkusurları vardı. Yıldırım'ın bir kusuru vardı, ona ne demiş Emir Sultan mEârek?..
Ulu Cami'yi yaptırmış. Bursa Ulu Camisi yirmi tane kubbeden mEeşekkil, yirmi camiyi bir araya getirmiş kadar bEE. Yanında Orhan Gazi Camisi, öbE tarafta başka camiler mâlûm; onların yirmisi gibi, yirmi kubbeli bir cami. Kocaman bir cami yaptırdı. Ondan sonra da Emir Sultan'a sordu:
"--Nasıl hocam, gEel mi cami?.."
"--GEel ama eksiği var sultânım!" dedi.
"--Nedir eksiği?.." dedi
"--Dört tarafına dört tane de meyhane yapacaktın; lâzım olacak sana..." dedi.
Yâni iğneledi biraz. Huyundan dolayı Allah nasib etmedi.
Muhterem kardeşlerim, lafların hepsi gelir geçer, şu sözEhiEunutmayın! Bu konferanstan bir bu kalsa yeter: Allah-u TeàlEHazretleri'ne karşı kulluğu çok titiz yapmak lâzım! YapmadıE zaman insan bir şeyler kaybedebilir, olmaz nasû~... Yıldırım dört defa teşebbE etti, hem de çok da gEel tedbirler aldı. Boğazın Anadolu yakasına Anadolu Hisarını kurdu. Fâtih de daha sonra karşı tarafa Rumeli Hisarını kurdu. Böylece boğazı kilitlediler.
Anadolu Hisarı, ben burayı fethedeceğim, burada askerlerim duradursun, karşıya geçeceğim zaman kolaylık olsun diye hazırlıktı. Edirne tarafından da fetihler tamamlanmıştı. Timur gelmeseydi, o işi yapacak gibi hazırlanıyordu ama; Allah ona nasib etmedi, aksine Yıldırım'ı musallat etti.
Hani Nasreddin Hoca'nın fıkrası var. Bu ciddEkonferansta şöyle uyku daElsın diye anlatalım. Timur'la Nasreddin Hoca'yı sanki beraber yaşamış gibi gösterirler ya, Timur soruyormuş ahaliye:
"--Ben zalim miyim, mazlum muyum?.."
"--Efendim, sen mazlumsun!" diyene;
"--Sus, dalkavuk! Bu kadar astım, kestim, mazlum olur muyum; niye doğru söylemiyorsun?" diyormuş, cezalandırıyormuş.
Bunu gören bazıları de kendilerine sorulunca;
"--Zalimsin efendim..." diyorlarmış.
"--Vay kEtah, bilmem ne!" diye onu da cezalandırıyormuş.
Aciz kalmışlar, ne cevap vereceklerini bilememişler. Nasreddin Hoca'ya gelmişler. Fıkra ama, sonundaki cEle önemli...
"--Hocam böyle diyor; zalimsin deyince de cezalandırıyor, mazlumsun deyince de cezalandırıyor. Bu adamın hakkından gelemedik, gel şuna bir çare bul!" demişler.
"--Tamam, beni götEE o tarafa doğru..." demiş.
Onun geçeceği yola Ekmış. Hocayı da görEce, Timur çaErmış:
"--Gel buraya!.. Söyle bakayım, ben zalim miyim, mazlum muyum?.."
Nasreddin Hoca demiş ki:
"--Zâlim biziz de, Allah seni bize musallat etti." demiş.
Ne kadar gEel cevap... İşin doğrusu da bu... MânevE ilâhEbakımdan, hakkàniyetli değerlendirme bu... "Cezâyı hak ettiğimiz için belâsın sen!" diyor. Yâni "Zalimsin!" diyor ama, "Zâlim biziz ki, Allah seni bize musallat etti." demiş.
Tabii, Yıldırım'ın Allah taksiratını affetsin, kusursuz kul olmaz ama; Timur da Osmanlı İmparatorluğu'nun gelişmesini elli sene, yE sene geciktirdi. Timur'un darbesi çok perişan etti Osmanlıları... Yoksa Yıldırım alabilecekti.
Yıldırım'dan sonra Çelebi Mehmed uğraştı, didindi; pehlivan yapılı, gayretli hEEdar... Toparladı II. Murad'a verdi. II. Murad hazırladı, Fâtih hazır bir ortama geldi. Hazır bir ortamda Fâtih çok gEel çalışarak, gEel sonuçları aldı.
n. Fâtihin Toplumu
Böyle tarihEhazırlıkların, birikimlerin sonucu var, bir de bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum, benim çok önemli gördEE noktalardan birisidir bu:
Muhterem kardeşlerim! Toplum, Fâtihin beraber çalıştıE toplum, Fâtih'in çaEndaki insanlar, Fâtih'in çevresi, Fâtih'in teb'ası; toplum tertemiz!.. Dindar, gEel ahlâklı, maddEbakımdan da temiz. Hamamlar her yerde var, Bursa'nın hamamları meşhur; Edine'de, İstabul'da, her yerde var... Akûeleri ehl-i sEnet akûesi, pırıl pırıl Kur'an yolu, tertemiz, hiEbozuk, çatlak şey yok!..
Rivayet ederler ki, Fâtih Sultan Mehmed Edirne'de iken, hani Bursa'dan Edirne'ye başşehir nakloldu. Edirne'de daha iyi oluyor, çünkEBalkanlar'a seferler daha kolay gidiyor. Hem de Balkanlar'dan İstanbul'a gelecek yardım da kesilmiş oluyor. O tarafa başşehir gitti Bursa'dan...
Fâtih hazırlanıyor fethe, şöyle bir teftişe Ekmış. Veziri ile beraber kıyafet değiştirmişler, tanınmayacak hale getirmişler kendilerini; çarşıya gitmişler. Osmanlılar'da Fazû‰et MEadelesi diye bir kitapta okumuştum bunu.
Fâtih bir dEkâna girmiş sabahleyin, demiş ki:
"--Bana burdan bir okka peynir ver!"
DEkâna şöyle bakıyor, "Temiz mi, değil mi?" diye; adama bakıyor... Adamın karşılayışı gEel, "Hoş geldiniz efendim!" diyerek karşılamış. Bilmiyor karşısındaki mEterilerin kim olduğunu...
Her şeyi beğenmiş Fâtih;
"--Pekiyi, bir de şurdan iki okka un ver!" demiş.
Esnaf boynunu bEmE, demiş ki:
"--Efendim, size zahmet olacak ama, siz bu alışverişi yaptınız benden, siftah ettim; karşı komşum henE daha siftah etmedi; acaba zahmet olmazsa, unu ordan alsanız olmaz mı?.." demiş, oraya göndermiş.
Ordan bir-iki şey almış. Bakmış yine tertemiz dEkân, mal temiz, katışık yok, hile yok...
Ben Ankara'dan Dışkapı pazarından yaEaldım da... Baktım, köylEtereyaE getirmiş. E gEel; tadı da gEel, görEEEden de anlıyor insan... TereyaEnı aldım, şöyle bir topak, boncuk boncuk EtEde suları var. Tamam köylEE halis tereyaE... İnandım, aldım; eve geldim, içinden patates Ektı. Topak, patatesin etrafını yağla kaplamış; hile...
Orda Fâtih'in devrinde hile yok... Ordan da başka bir tarafa gönderilmiş:
"--Efendim, öteki malı şurdan alın; işte o da siftah etsin!" demiş.
O zaman Fâtih demiş ki:
"--Ben bu gEel ahlâka sahip milletle İstanbul'u değil, cihanı fethederim!" demiş.
Tek başına Fâtih ateş olsaydı, cirmi kadar yer yakardı. Fethin oluşmasında Fâtih var, ordusu var; mEarek evliyâullah, onlara gerçekleri anlatan insanlar var, komutanların canla başla çalışması var... Çok şeyler var. BEE ortam, hepsi mEait...
O devri, ben Osmanlıların Fâtih'e kadar olan devrini, tamamen İslâmE şeriata uygun, tasavvuf terbiyesi almış insanlardan mEeşekkil tertemiz bir devre olarak tesbit ettim, gördE. O devrin edebiyatına, eserlerine baktıEnız zaman öyle, her şeyiyle öyle... Padişah da derviş, asker de...
Bir kitap da okudum ama, tabii hep ana kaynakları karıştırıp yerinden bulmak lâzım! Ulubatlı Hasan'ı yaralamışlar, dEmE; o kitap öyle diyor. Fâtih yanına gitmiş, kucaklamış Ulubatlı Hasan'ı, sevgi ile "Yiğidim!" demiş. Acıyor onun yaralandıEna. Tam ölmek Eere, şehid olmak Eere; surdan dEmE veya yıEldıE yere varmış Fâtih... Ulubatlı son sözEde demiş ki:
"--MEde padişahım, Peygamber Efendimiz surların EtEde!" demiş.
Böyle bir kitapta bunu okuyunca, çok hoşuma gitti. Bu bana bizim fakEtenin başkâtibi vardı, sekreter deniliyor ya; o anlatmıştı ElâzıEda bir zâtı: ÖlE dEeğine yatmış, gözlerini kapatmış; konuşamıyor, gözlerini açmıyor, sorulara cevap veremiyor. Ölmedi, henE daha hayatta ama, ölmek Eere, hâlet-i nezi', ölEe yakın, koma hali dedikleri hal...
Tam öyle iken birden bir ayaklanmış, canlanmış, yataEn içinde bir doğrulmuş, oturmuş. Edeble:
"--Zahmet buyurdunuz yERasûlallah!" demiş, ruhunu teslim etmiş.
Demek ki RasûlElah SAS Efendimiz'i gördEkoma halinde... Olur mu, olur.
Bizim Almanya'da bir kardeşimiz var, onun akrabası imiş, yatağa yatmış, ölmek Eere... Hastanın durumu belli. Demişler ki:
"--YEgeçmiş olsun, işte inşaallah iyi olursun, geçer, dEelirsin..."
"--Yok, sağolun ama, ben öleceğimi biliyorum." demiş. "Bu hastalıktan öleceğimi, bu yataktan kalkmayacaEmı biliyorum. Biraz sonra şeyhim gelecek, onunla zikrede zikrede ben ruhumu teslim edeceğim!" demiş.
Arkadaş anlatıyor, ismiyle, cismiyle tanıdıE bir kimse; "Biraz sonra kapı çalındı, mEâreğin şeyhi Ektı, geldi. Oturdu başına:
'--Haydi evlâdım, kelime-i şehâdet getir! LEilâhe illallah, muhammeder-rasûlElah...' vs. derken, can kuşu ten kafesinden uçtu gitti, adam ölEerdi." diyor.
Bak gelmeden, "Şeyhim geliyor, yolda, gelecek!" diyor. Böyle şeyler olabilir diye dEEEorum. Bazısı inanmaz böyle şeylere ama, ben kitaplarda böyle şeyleri görEce, hoşuma gidiyor.
Toplum temiz, asker temiz, padişah temiz, ulemEda vakarlı... Ah vakit olsa da, o devrin ulemâsını anlatsak. O devir, ulemanın topluma hakim olduğu, padişahlara, yöneticilere hakim olduğu bir devir; ulema saltanatı devri... Fâtih'e kadar. Ondan sonra iş değişmiş, meselEYavuz Selim'den şeyhEislâmlar filân korkmuş. Ama Fatih devri alimleri, Fâtih'ten korkmamış.
Karşı gelmişler. Karşı gelenlerden birisi benim doktora tezime konu olan Hatiboğlu Muhammed vardı ya, o çok dindar bir adam; onun oğlu... Fâtih'e dobra dobra neler söylediyse, Fâtih kızmış, onu makamından azletmiş. Fâtih genE kızabilen bir insan, sinirli; kızmış, görevinden almış.
Ötekisi Hatibzâde Muhiddin Muhammed, dobra dobra, biliyorum, aileden huyları öyle... Molla GEânEEkmış Fâtih'in karşısına, demiş ki:
"--Bu adamı görevden aldın ya padişâhım, bunu görevine iade et; haksızsın!" demiş.
ÇEkEo devrin en bEE mEerrislerinden biri, görevden attıE kimse.
"--Ya onu tekrar görevine geri getirirsin, ya da biz bEE alimler senin Ekeni terkederiz, alimin kıymetini bilen bir sultanın diyarına gideriz!" demiş.
Padişah geri almış. Molla GEânEfilân öyle insanlar...
Sonra Akşemseddin... Akşemseddin için Fâtih diyor ki:
"--Başka hocalar beni görEce benden dizleri titrer; ben bu zâtı görEce, bunun karşısında benim dizlerim titriyor, dermanı kalmıyor, ne yapacaEmı şaşırıyorum." diyor.
Tasavvuf heybeti var, evliyâlık heybeti var. Allah'tan korkan insandan herkes korkar. Devir Hak alimlerinin, Hakk'ı bilen evliyâullahın hakim olduğu devir. Peygamber Efendimiz durup dururken medheder mi?.. Ordu da medhediliyor, sadece Fâtih medhedilmiyor ki... "O ordu ne gEel ordudur." deniliyor.
o. Fâtih'in Fetih Hazırlıkları
HattEkolay değil, 6 Nisanda başladı hEum; cuma namazını bir gE önce kıldılar, cumartesi gEEbaşladı. İki aya yakın, 53 gE o duvarları topla döğdE O toplar, nasıl toplar biliyor musunuz?.. BeşyE-altıyE kiloluk taş gEleler atıyor. ŞâhEtopları; bilmem kaEmetre boyunda, bilmem ne kadar eninde, bilmem kaEtane mandanın çektiği alâmet şeyler...
"GEmm... GEmm..." diye masa kadar kaya şu duvara gelirse ne olur?.. Gider. Topkapı'yı gördEE, Edirnekapı'yı gördEE; nasıl çatlamış duvarlar, nasıl yıkılmış?.. Öyle usturuplu atmışlar ki, bir oraya atmış, bir oraya atmış Yâni bEE bir kEEE oduncu kıracaE zaman nasıl belli yerlerine vurur; öyle ustalıkla suru yıkmışlar. Topçuların atışı da bir ustalık...
Surun geçilmesi kolay değil! İlkönce surların önEde yirmibeş metre su hendeği var, nehir gibi su havuzları yapmışlar. Surun dibine kolay gidemiyor. Onu geçtikten sonra, bilmem kaEmetre yEsekliğinde birinci suru geçecek. Geçtikten sonra yirmi-yirmibeş metre tekrar yEEecek, birinci surlardan çok daha yEsek ikinci surlar geliyor; onları geçecek...
Yâni kaEdefa muhasara edilip de fethedilememesi, alınamaması, İstanbul'un surlarının çok mEemmelliğinden... Bir de yukarıda Rum ateşi denilen bir silâhları var; attıkları zaman yapıştıE yerden Ekmıyor, yakıyor. Suyla da sönmEor.
Fâtih o surlara hEum edebilmek için hareketli, tekerlekli kuleler yaptırmış. Mûcid, icatE yâni Fâtih... Hareketli kuleler yaptırmış, adı kişver kEE Eke açan... Kuleleri ittiriyor, dEmanlar ateş atıyor, bilmem ne yapıyor; kuleler surlara öyle yanaşıyor.
Muazzam şeyler yapmış. Halicin bir tarafından öbE tarafına kayıklardan, bilmem kaEaskerin yanyana geçebileceği köprEyapmış. Karadan gemileri götEmesi mâlûm... Muazzam işler.
O surlardan öylece geçmek ve İstanbul'u fethetmek nasû~ olmuş. Kuşatma 53 gE sEmE. O 53 gE içinde eğer Avrupa'dan bir ordu gelseydi, onunla savaşmak zorunda kalacaktı. Ama Allah-u TeàlEHazretleri nasû~ etmiş.
Fâtih Sultan Mehmed 6 yaşında Amasya'ya vali olarak gönderilmiş diye bir rivayet var. O tereddElEolsa bile, 1443'te 11 yaşında iken Edirne'den Manisa'ya vali olarak gönderiliyor. 11 yaşında...
Erken yetişiyor. Yâni insanların yetişmesini çok gEel başarıyordu Osmanlılar, ilk devirde. KEE çocuk, daha 11 yaşındaki çocuk... Tabii yanına bilginleri katıyor. Bilginlerin eğitiminde uygulamalı yönetim. 11 yaşında vali. Nasıl oturacaEnı, nasıl konuşacaEnı, nasıl sabredeceğini; her şeyi öğretiyorlar lalaları, hocaları, öyle yetişiyor.
11 yaşında vali... Ondan sonra 12 yaşında hEEdar... Babası, "Gel otur!" demiş. "Gel evlâdım, seni seçtim; ben çekilmek istiyorum!" demiş.
Babanın tahtı ona bırakması, dEya tarihinde pek görEmE bir olay değil. Baba çok mEemmel bir baba da ondan. II. Murad'ın çok gEel ahlâkı var... Çok halim selim, çok iyilik sever, çok gEel meziyetlere sahip, çok dindar, sofu bir insan olduğunu, kendisini ibadete vermek için, savaştan nefret ettiğinden tahtı bıraktıEnı söylEorlar.
Tahtı bırakan bazı insanlar var tarihte. En meşhurlardan bir tanesi biliyorsunuz, İbrahim ibn-i Ethem, Belh sultanı imiş. Sarayı bırakmış, ondan sonra derviş olmuş. Bunun babası da derviş, yâni böyle bir eğitim almış.
Tabii vaziyet sıkışınca babasına diyor ki:
"--Gel tekrar tahta geE"
Babası da diyor ki:
"--Sen padişahsın, Ekeni sen koru!.."
Yâni selâhiyet veriyor çocuğuna, çocuğu başarsın diye. O da demiş ki:
"--Baba bak, padişah bensem, emrediyorum gel ordunun başına! Yok padişah ben değilsem, sensen; gel, Ekeni kendin koru!" demiş.
12 yaşındaki çocuğun zekâsına bak!.. Buna dilemma diyorlar ya, ikilem, yâni iki ihtimâle göre de sonuEaynı. Mantık oyunu...
Çok gEel tahsil görmE; her tElE o çağa göre en çağdaş olan ilimleri okumuş. KEEhanesi elimizde; Haritaya, coğrafyaya, matematiğe dair eserler var... Yedi dil biliyor: Sırpça, yâni Balkanlarda geçerli dil; Yunanca, Lâtince, Arapça, Farsça, TEkçe... Böyle çok iyi yetişmiş. Hatta bir kitap yazıyor; bir Yunanlı, "O devirlerin en bEE Yunanca bilen alimi durumundaydı." diye Fâtih Sultan Mehmed'i öyle anlatıyor.
18 yaşındayken Edirne'de parlak bir dEEle evlendi. Babası ölEce, 19 yaşında tekrar padişahlık tahtına oturdu. 1451'de tahta geçiyor, bir sene sonra 1452'de, Anadolu Hisarı'nın karşısına Rumeli Hisarı'nı inşEetti. İstanbul'u alacak; aklı, fikri İstanbul'u almak... Rumeli Hisarı'nı yaptırdı 1452'de. Ondan sonra 1453'te de, padişahlıEnın ikinci senesinde, 21 yaşında İstanbul'u fethetti. 857 hicrEtarihinde, Cemâziyel-evvel ayının 20'sinde, salı gEE içeriye giriş oldu. MilâdE 29 Mayıs 1453... (Cemâziyel-evvel; Arapçası cumâdE el-ûlE cumâdel-ûlE birinci cumadEayının yirmisinde.)
Cevher Sultan adlı bir kızı olmuş, Mustafa adında bir oğlu olmuş, hayatında ölmE. Beyazıd'la Cem'in mEadelesi, kendisinden sonra acı bir macera olarak ortada, bildiğiniz olaylar.
Fatih Sultan Mehmed hakkında tabii bu saatten sonra sözEçok uzatmak istemiyorum, kısa kesiyorum. Tarihte bir çaE kapatıp, bir çaE açacak olan bEE bir iş yaptı Fâtih. İki tane imparatorluğu, dört tane krallıE, bunların dökEleri kitaplarda var, on bir tane prensliği, yâni on yedi devleti aldı, yıktı, aldı. İkiyE kEE şehir ve kale zaptetti. Bir şehrin, bir kalenin zaptı çok zor bir iş.
p. Fâtih'in Meziyetleri
Ondokuz yaşındayken padişah oldu, kırkdokuz yaşında öldE Otuz senede yirmibeş bEE askerEsefer yaptı, Balkanlar'da muazzam seferler yaptı. Seferlerin bizzat içinde bulundu, komuta etti. Çok cesur, çok atılgan bir insandı. Ben huylarını dedesi Çelebi Mehmed Paşa'ya benzetiyorum ama, asıl Yıldırım Beyazıd'a benziyor. Fatih de yıldırım gibi yâni...
Yıldırım ne yapmış?.. Haçlılar Niğbolu kalesini muhasara etmiş, Doğan Bey kaleyi savunma tedbiri almış. Geceleyin bir ses duyuyor:
"--Bre Doğan, bre Doğan!.."
Doğan Bey, bu kalenin muhafızı. Adıyla hitap ediyor birisi:
"--Doğan, bre Doğan!" diye ses duyuyor.
"--YE Allah Allah, ben bu sesi tanıyorum; Allah, Allah!.."
Sura gitmiş, bakmış, aşaEda padişah:
"--Korkmayasın, geliyorum imdadına... Dayan bre Doğan!" demiş.
Cesarete bak!.. Muhasara edilen bir kaleye geliyor. Yıldırım Bâyezit, yıldırım gibi. Fatihin huyları onun huylarına benziyor ve onun yolunu izlemiş.
Fâtih padişah olduğu zaman, Eke 900 bin kilometrekareymiş. Yâni şimdi TEkiye'nin yEölçümE776 bin kilometrekaredir. Şimdiki TEkiye'den bEEmE. Tabii Karamanoğullarından Adana tarafı filân Mısırlıların o zaman. Mısırlılar tE böyle Suriye'yi, Adana'yı tutuyorlarmış ellerinde o sırada. Vefatında 2 milyon 214 bin kilometrekareye, yâni ikibuçuk misline Ekartmış. Yâni o kadar genişletmiş.
Biliyorsunuz İtalya'nın gEeyinde Otranta kalesini aldı, asker Ekarttı, kale yaptı orada. Oradan İtalya'nın yukarısına doğru gidecekti, Roma'yı da alacaktı. Vefat eder etmez, Otranta kalesindekiler ordan geçtiler bu tarafa, kaleyi teslim ettiler. Fâtih, kendisinin zamanında böyle bir dEmana kale teslim eden askerlerin yediyEEEbirden, hepsini kesmiş. "Teslim etmek var mı?" diye.
Çok meziyetleri var Fâtih Sultan Mehmed Cennet-mekân'ın. Onun hayatını, yetişme tarzını ve hayatında uyduğu kuralları, ahlâk kurallarını, çalışma kurallarını çok iyi öğrenmeliyiz.
Çok iyi yetiştirmiş kendisini. Her gE kitap okurmuş. HergE... Bu hergE kitap okumak, çok çağdaş bir şey! Alimlerle dEer kalkar, onların meclislerine katılır, onları meclisine davet edermiş. Çok az gEermiş, mEemâdiyen çalışırmış, çok cömertmiş, çok atılgan ve cE'etliymiş. Bunları dEmanları söylEor, ben söylemiyorum. DEmanlarının sözlerini böyle yazdım, yazılarını çizdim, işaretledim; onları söylEorum.
Avrupa'nın mukadderâtı Eerinde TEklere asırlarca sEen bir EtElE kazandırmış. DEmanları söylEor. "Tahta Ekar Ekmaz kendisi ve milleti hakkındaki peygamberinin mEdesini tahakkuk ettirmek için harekete geçti." diyorlar. Nasıl biliyor Avrupalılar, gayet iyi biliyorlar.
TEk tarihin gelmiş geçmiş, en renkli ve en bEE şahsiyeti. O kadar geniş bir kEtEEvar ki; icadlar yapmış, matematiği çok iyi biliyor, topçulukta, askerlikte keşif sahibi... Yunanlı Kritovolus, kendisinin çok keskin zekâlı bir filozof olduğunu söylEor Fâtih'in. Ulemâyı, şairleri çok kollamış.
Hesap gEEEve ahireti hatırından EkartmadıE için, mes'uliyetini Eerine aldıE gazEvazifesinin aErlıEnı mErik bir insan olarak yaşamış. Bunun için hayatını ve sıhhatini dahi hor görerek çalışmış Fâtih.
Çok mEevâzi ve mEzevEbir hayat geçirmiş. MEzevEdemek, içine çekilmiş, kendi kendine demek. Kimseyle yemek yemezmiş mEarek; hayEve vakar sahibi olduğundan... ÇEkEfazla yE-göz olmak istemiyor yâni. Kitap mEâlâasından ve tefekkEEden çok bEE zevk alırmış.
Mu'tekif gibi ömE sEermiş. Mu'tekif ne demek? Ramazanda i'tikâfa giren demek. Ramazanda i'tikâfa girince insan, camide nasıl mahrumiyetli yaşıyor, biliyorsunuz.
ÜEyE bilmem kaEtane cami yaptırmış. Peygamber SAS Efendimiz buyuruyor ki: "Allah rızası için bir cami yaptırana, Allah cennette bir kEk ihsân eder." ÜE yE kEE camisi var.
HukûkEdEenlemeler yapmış. Fâtih Kanunnâmeleri'ni koymuş. O zamanın Eiversitesi olan Fâtih Medreseleri'ni, sekiz tane medrese, sahn-ı semân denilen medreseleri yaptırmış. Ayasofya Medresesi'ne en bEE matematikçi Ali Kuşçu'yu tayin etmiş. Devlet adamlarının iyi yetişmesi için çok mEsseseler kurmuş. "Onun saltanatı, adaletin, doğruluğun, hakkın ve ilmin saltanatıydı." diye bildiriliyor.
En sonunda da seferdeyken, sefere Ekmışken vefat etmiş.
Hani, biz şimdi dua ediyoruz, camilerde filân namaz kıldıktan sonra diyoruz ki:
"--YERabbi, işte şu bizim canımızı ibadet Eereyken, abdestliyken, oruçluyken, hak yoldayken, hac yolundayken, umre yolundayken, cihad yolundayken bizim canımızı al yERabbi!.. Yâni yanlış yolda, gEah yolundayken olmasın..." filân diye dua ediyoruz.
Şairin birisi diyor ki:
Tevbe ettim ki, etmeyem tevbe;
Tevbeye tevbe-i nasûh olsun!
Yâni bir kere tevbe etmiş içki içmemeye, ona da pişman olmuş: "Bundan sonra vallEbillEetmem!" demek istiyor. Yâni içerim, devam ederim demek istiyor. Böyle edepsizler var yâni. Meyhanede içki içerken çatlamış, Allah da ona öyle bir ölE nasib etmiş. Ahirete göçEEöyle olmuş.
Fâtih Sultan Mehmed de orduyu hazırlamış, cihada giderken İstanbul'dan Ekmış, Gebze'ye gelmiş. Orada hEkâr çadırındayken vefat ediyor. 1481 yılında vefatı. Yâni cihad yolundayken ruhunu teslim etmiş oluyor.
KânûnESEeyman da öyle... KânûnESEeyman da Avrupa'ya askerEbir sefere gittiği sırada ruhunu teslim etti. Şair BâkEonun için yazdıE mersiyede diyor ki:
Minnet HudEyEkim, dEcihanda kılıp saû,
Nâm-ı şerûƒin eyledi hem gàzi, hem şehid.
Yâni gazadayken öldEEiçin şehid rEbesiyle, gazi ama şehid rEbesiyle ruhunu teslim etmiş oldu.
Fâtih'i önce kendimiz iyi öğrenelim! Tabii, iyi öğrenmek için, de ben kendimi sorumlu hissediyorum. Fâtih'i çok gEel anlatan bir kitap yazmak lâzım!
Çocuklarımızı Fâtih gibi yetiştirmeye özen göstermeliyiz! Yâni Fâtih nasıl 11 yaşında sorumluluğu almış, belki 6 yaşında almış, vâli olmuş yâni. Bu çok önemli... Çocuklara sorumluluk vererek, ama bEElerin yanında, böyle yetiştirmek lâzım! Hocaların yanına çocukları alması lâzım. Biraz böyle asistan gibi yetiştirmesi lâzım! Çocuklara dû‹Eruhu, yâni fetih ruhunu çok gEel öğretmemiz lâzım! Fâtih gibi çalışkan olmayı öğretmemiz lâzım! Okuyan, yazan, çalışan, dEEen, gEel ahlâka sahip bir insan olacak tarzda yetiştirmeye gayret etmemiz lâzım!
Kendimiz de, silkinmemiz lâzım! O gEel hasletlerden ibret alarak, Fâtih gibi hayat sEmeye kendimizi zorlamamız lâzım!
Allah-u TeàlEHazretleri ruhunu şâd eylesin. Makamını a'lEeylesin... Bizlere de rızasına uygun, onun gibi o yolda gEel çalışmalar yapmayı nasib eylesin... Nice gEel hizmetler yapmayı nasib eylesin... Nice fEûzât ve fEûhat, bizlere, çocuklarımıza ihsân eylesin.
SEhâne rabbinErabbil-izzeti ammEyesifûn... Ve selâmE alEcemû†l-enbiyâi vel-mEselû‹... Ve âli kElin ecmaû‹... Vel-hamdElillâhi rabbil-àlemû‹, el-fâtihah!..
28. 05. 1999 - Melbourne / AVUSTRALYA