Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN Rh.A

ÜLKENİZE SAHİP ÇIKINIZ NESİLLERİNİZİ KORUYUNUZ

İslâm, insanlığa her sahada olduğu gibi inançta da sağlam ölçüler, düzenlemeler, yenilikler, güzellikler getirmiş, istismarcı, sömürüyü önlemiş bâtılı yıkmış, şirki mahvetmiştir.

Hakiki Müslümanlar Allah'ın c.c. varlığını, birliğini bilir ancak O'na itaat ve ibadet eder; sadece ve sadece ondan yardım dilerler; kula kul olmaz; canileri putlaştırmaz, bâtılı önler, zulmün karşısında durur, hakkı tutar; iyilik ve güzelliğe yönelirler.

Allah c.c., her günahı dilerse afv eder, ama şirk müstesna, müşriklik hariç. Şirk büyük bir zulümdür. Şirkin çeşitleri vardır; âşikâresi-gizlisi, celîsi-hafîsi vardır: meselâ riyâkarlık da bir cins şirktir; Müslüman ibadet ve tâatını gösteriş için; şöhret için, dünya menfaati sağlamak niyetiyle yapmaz, ihlâslı olmağa itina gösterir...

Bu asîl inanç milletimizin özüne, iliğine işlemiştir. Asırlardır süren saldırılar, haçlı seferleri, misyoner faaliyetleri, gizli telkin ve propagandalar, kültür emperyalizmi faaliyetleri milletimizin kalbinden bu imanı tamamen sökememiştir.

Bunun yakın bir misalini geçen ay gazetelerde intikal eden çok enteresan bir hadisede gördük:

Beynelmilel şöhrete sahip ve yüksek sosyeteye ait bir cemiyetin toplantısı yapılıyor, bazı meşhurlar, büyük iş adamları, sanayiciler, eşleriyle gelmişler. Cemiyetin Fransız uyruklu takdimcisi takdir göreceğini sanarak söze şöyle başlamak istiyor:

"Atatürk'e çok şükür ki havalar üç gündür güzel, günlük güneşlik gidiyor..." Atatürk'le hava güzelliğinin şükrün ne ilgisi var.

Toplantıda derhal soğuk bir hava esmeğe başlıyor. Bu acayip mantık ve üsluba itirazlar yükseliyor, konuşmacının dinleyenlerden özür dilemesi isteniyor, unutturulmak ve geçiştirilmek istendiği halde ısrarla özür dilenmesinde diretiliyor... Sonunda şükrün sadece Allah'a yapılacağını bilmeyen veyahut da Türklerin Atatürk'e taptığını sanan o garip yabancı bayan, topluluktan özür dilemek zorunda kalıyor.

Bu hadise tevhid inancının birçok Müslümanın gözden çıkardığı ve gönülden sildiği bazı cemiyet tabakalarında bile hâlâ kuvvetle yaşadığının emaresidir.

Buna mukabil, diğer enteresan vak'ayı da anlatmak istiyorum:

Bursa'daydık. Bir akraba ziyareti için ara sokaklardan geçiyorduk, koşup oynarken eliyle müstemediyen istavroz çıkaran 8-9 yaşlarında bir erkek çocuk gördüm. Yaptığı hareketin manasını sordum, ne olduğunu bilmiyordu. "Amca, hani filmlerde var yâ!" dedi. Anlaşılıyordu ki Müsülamn çocuğu idi ama gördüğü bir filmden etkilenmiş, beğendiği artistin hareketini ve jestini taklid yoluyla yapıyordu. Bu şüphesiz ki tek ve münferid bir vak'a değildi. Sezdirmeden. en gizli metodları kullanarak yapılan hristiyanlık propagandaları beni endişelendirdi.

O halde yaşadığınız muhîti, mensup olduğunuz cemiyeti dikkatle inceleyiniz, etrafınızda cereyan eden hadiseleri iyi değerlendiriniz sevgili okuyucular!

Asîl gençliğimiz bozulmağa, milletimiz güçlü manevî kaynaklarından mahrum edilmeye çalışılıyor. Sizler mesuliyet fikrine sahip olur, cemiyetinize karşı vazifelerinizi idrak eder, şevkle ve onurla çalışırsanız Allah'ın izniyle başarıya ulaşırsınız; çünkü halkımızın mayası müsaittir, aslı bozulmamıştır.

Eğer lâkayt ve tembel durursanız; sinsi düşmanlar, güçlü gizli teşkilatları ve geniş propaganda imkânlarıyla maneviyatımızı tahrip eder, ülkemizi ele geçirir; milletimizi köle haline getirirler. Dünyamız da ahiretimiz de mahvolur.

İslâm Dergisi, Kasım 1985

Dervişân

.