Prof. Dr. Mahmud Es'ad COŞAN Rh.A

BU ZULMÜ DURDURUN

İslâm'da önemli olan hiç şüphe yok ki, âhiret selâmet ve saadetidir. Onun için, bir müslüman, dünyâda, gerekirse malını, gerekirse canını fî sebilillah, yani Allah rızası için, fedâ eyler; imanı İcabı, mihnet ve meşakkate kendiliğinden razı olur, huzur ve rahatı bile bile terk eder. Zorlu, tehlikeli görevlere seve seve atılır; isteyerek gazi olur, şehid olur; korkmaz, sakınmaz, çekinmez, yılmaz... Böylece bu yolda ölse geride kalanlar ona özenir, imrenir; "keşke ben de onun gibi olabilsem, o mertebeye erebilsem!.." derler...

Müslüman için dünya malı, mülkü, serveti, izzeti, devleti önemli değildir; fakirlikten korkmaz, kazanırsa helal yollardan, temiz kazanç kazanır; harcarsa hayra, hasenata harcar; kimseden de alkış, teşekkür, minnetdarlık beklemez; sevabını, ecrini Allah'tan ister; mahzun, boynu bükük, kalbi kırık yaşar; kaderin cilvelerine, dünya hayatının imtihanlarına sabreder, her zaman haline şükreder, Rabbını aşk u şevk ile zikreder.

İslâm'ın takvâ ve ihlâs yolu, tasavvuftur; tasavvufun toplumda yaşanması ve uygulanması ise tarîkattir. Tarîkatler ilim, ibadet, irfan, îman-ı kâmil, edep, ahlâk, cemal, kemal, hüsn-i hal, ihlas, samimiyet, insaniyet, nezâket, zerâfet, gayret, himmet, hizmet... mektepleridir; ham insanları eğitmiş; terbiyeli, ârif, zarîf, edîb, nezîh, temiz, sevimli, değerli, erdemli insanlar haline getirmiştir. Tarihimizde, medeniyetimizde, sanatımızda, örf ü âdetlerimizde, zafer, galibiyet ve muvaffakiyetimizde, askerlik ve siyasetimizde, tarikatlerin çok büyük emekleri, tesirleri, etkileri, katkıları olmuştur.

Hiç bir kimse, Yûnus'umuzun, Mevlana'mızın, Hacı Bektaş-ı Velî'mizin, Aziz Mahmud Hüdâî'mizin, Süleyman Çelebi'mizin, Emir Sultan'ımızın, Eşrefoğlu Rûmî'mizin, Abdülahad-i Nûrî'mizin, İbrahim Hakk-i Erzurumî'mizin, İsmail Hakkı-i Burusevî'mizin... kadr ü kıymetini, uluvv-ı himmetini, muazzam irfan hizmetini inkâr edemez; onların yollarını kötüleyemez, yüce şahsiyetlerini karalayamaz, halkı onları sevmek ve saymaktan, onlara bağlanmaktan alıkoyamaz, engelleyemez, çeviremez, döndüremez... Çünkü sular tersine akmaz, güneş balçıkla sıvanmaz, köpeğin hırlaması kervanı yoldan döndürmez, kurbağanın vakvakası suyun kıymetini düşürmez.

İnanca metazori baskı fayda vermez, geri teper. Allah celle celâlüh de evliyasına ezâ verenlere harp açar; mü'minleri korur, mazlumlara yardımcı olur; zalimi er geç birgün tepeler, pişman ve perişan eder. İnanca baskı, saldırı ve tecavüz; medenî milletlerde suçtur; anayasayı ve kanunları ihlâldir, cezayı gerektirir. Hiçbir kimsenin böyle bir suça kalkışması mazûr olmaz; hiçbir mazeret, böyle bir "çağdışı"lığı meşrû kılmaz. Herkes ayağını denk atmalı, hizaya gelmeli, haddini bilmeli, edebini takınmalı; Hakk'ın ve halkın hışmından, gazabından, azabından, ikabından, cezasından çekinmeli ve sakınmalıdır.

Birçok dost ülke ve ülkemiz istiklâlini, İslâm'a, müslümanlara, şehidlere, gazilere borçludur. Birileri, o kara günlerin vefakâr, cefâkâr, fedâkâr kahramanlarını, şimdi unutmuş görünüyorsa ve onların temiz ve aziz dinlerine düşman gözüyle bakıyorsa bu, insafa, adalete, hakkaniyete, akla, mantığa, vefâya, kadirşinaslığa, insanlığa, yurtseverliğe, çağdaşlığa, uygarlığa sığan, yakışan, yaraşan bir durum değildir; çok elîmdir, çok vahîmdir, çok sakîmdir, çok büyük bir gaflet ve dalalet ve hattâ hıyânettir.

İslâm ve tasavvuf, dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir zaman, hiçbir sebep ve bahane ile dışlanamaz, horlanamaz, yasaklanamaz. Böylece bir ters tutum; akıl, iman ve vicdan sahibi herkesi kırar ve üzer. Buna müslüman veya gayr-i müslim, her medenî insanın karşı çıkması vicdan, insanlık ve medeniyet borcudur. Diğer ülkelerde yöneticiler, aydınlar, halk; herkes, ülkesini ilerletmeye, güçlendirmeye; kendi insanını mutlu, huzurlu, rahat ve müreffeh kılmağa vargücü ile çalışıyor. Gezdiğim ileri ve uygar ülkelerde bakıyorum, müslümanlar bile çok rahat, çok serbest; dinlerinin inançlarının, tarîkatlerinin îcaplarını rahatlıkla yapabiliyor, o ülkelerin yönetimlerinden sevgi, ilgi, destek ve yardım görüyor; isteyen hanımlar, kızlar başörtüsü ve dinî kıyafetleri ile okullara, fakültelere, işyerlerine gidebiliyor; liselerde, fakültelerinde, dükkân ve çarşılarda, fabrikalarda cami ve mescid açabiliyor; namaz, oruç, hac, sarık, cübbe, çarşaf, şalvar, sakal... engellenmiyor; dernek, tekke kurmak, tekke açmak siyasî ve dinî çalışmalar yapmak; radyo, televizyon, dergi, gazete, kitap, broşür yayını yapmak kısıtlanmıyor.

O halde Türkiye'de, din, tasavvuf, tarîkat, zikir, inanç ve ibadet düşmanlığı; başörtüsü zulmü, kurban derisi rezaleti, müslümana siyaset kısıtlaması, dinî hizmet ve faaliyet engellemesi, dinî eğitim müessesesi düşmanlığı... hiç mi hiç olmamalı; çünkü Türkiye'nin % 99'u müslüman... Hattâ farz edelim ki müslümanlar azınlıkta olsun; bu halde bile laikliğin îcabı dinî faaliyetlerin hür olmasıdır, engellenmemesidir.

Lûtfen, çağdışı düşmanlıklar ve kanunsuz, insafsız uygulamalar ile müslümanlar mağdur ve halkımız rencide edilmesin; millî haysiyet ve itibarımıza da dışta gölge düşürülmesin. Çünkü dostlar kan ağlıyor, düşman gülüyor, çok ayıp ve çok yazık oluyor..

Kadın ve Aile, Haziran 1998

Dervişân