04. 12. 1998 CUMA SOHBETİ - AKRA
Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN
----------------------------------------------
Hazırlayan: Dr. Metin ERKAYA
ÖLÜME HAZIRLIKLI OLALIM!
Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!
Aziz ve sevgili Ak-Radyo dinleyicileri ve Ak-Televizyon izleyicileri!.. Allah'ın selâmı, rahmeti bereketi, ihsânı, ikrâmı, lütfu üzerinize olsun... Dünyada ve ahirette Allah CC cümlenizi aziz ve bahtiyar eylesin...
a. "Yâ erhamer-râhimîn!" Diyerek Dua Edilmesi
Ebû Ümâme RA'ın rivayet ettiğine göre Peygamber SAS buyuruyor ki:
RE. 130/9 (İnne meleken müvekkelün bimen yekùlü yâ erhamer-râhimîn. Femen kàlehâ selâsen, kàle lehül-melek: İnne erhamer-râhimîne kad akbele aleyke fesel.) Sadaka rasûlüllàh, fî mâ kàl, ev kemâ kàl.
Bu müjdeli bir hadis-i şerif. Peygamber SAs buyuruyor ki:
(İnne meleken müvekkelün) Bir melek vardır, vazifelidir. (Bimen yeklü yâ erhamer-râhimîn.) diyene cevap vermekle, onunla meşgul olmakla görevli bir melek vardır. (Femen kàlehâ selâsen) Kim bu sözü üç defa söylerse, (kàle lehül-melek:) bu görevli melek, tayin edilmiş melek bu sözü söyleyen mü'min kula der ki, (İnne erhamer-râhimîn, kad akbele aleyke) "Erhamür-râhimîn hiç şüphe yok ki sana teveccüh buyurdu, sana yöneldi; (fesel) iste bakalım ne isteyeceksen!" buyurur.
Bu bir müjdeli hadis-i şerif. Biliyorsunuz aziz ve sevgili izleyiciler, çok sevaplı, şerefli, değerli, kıymetli günlerde bulunuyoruz. Üçayların ikincisi olan, Peygamber SAS Efendimiz'in benim ayım diye benimsediğini beyan ettiği Şa'ban ayının ortasındayız. Berat gecesini idrak ettiniz. Duaların çok makbul olduğu, ibadetlerin değerli olduğu Üçayların ikincisi... Tabii biz dualarımızın kabul olmasını isteriz. Allah-u Teàlâ Hazretleri bizim isteklerimizi bizlere ihsan etsin diye dileriz. Ama bunu nasıl sağlayacağız?.. Hadis-i şerifte elimize bilgi verilmiş, sunulmuş oluyor sevgili Peygamberimiz tarafından...
Biliyorsunuz, "Yâ erhamer-râhimîn" sözündeki erham, merhameti en çok olan demek. Yâni ism-i tafdil sîgası; nasıl ekber en büyük demekse, erham da merhameti, rahmeti en çok olan demek. Râhimîn de merhamet edenler, acıyanlar demek. "Yâ erhamer-râhimîn" dediği zaman insan ne demiş oluyor?.. "Ey acıyanların, merhamet edenlerin, rahmeyleyenlerin en merhametlisi olan Rabbim!" demiş oluyor.
Bu çok önemli bir sözdür. Cenâb-ı Mevlânın merhametine, rahmetine teveccüh etmiş oluyoruz. Ona yönelmiş, ondan boyun büküp isteme durumunda olmuş oluyoruz. Bu sözden Allah-u Teàlâ Hazretleri hoşnud olur, çok sever. Bunun için bir melek tayin etmiş. Bir insan bunu "Yâ erhamer-râhimîn!.. Yâ erhamer-râhimîn!.. Yâ erhamer-râhimîn!.." diye üç defa söyleyince, o zaman o melek ona der ki:
"--Tamam! Erhamür-râhimîn olan Rabbin sana şimdi teveccüh buyurdu, yöneldi. İste bakalım ne isteyeceksen! Hadi bakalım muradını söyle, isteyeceğini iste!" der.
Melek ona teşvikkâr olarak böyle hitab eder, söyler. Meleğin böyle söylemesi çok güzel bir durum.
Onun için bu mübarek günlerde niyazı olan, muradı olan, isteği olan kardeşlerimiz bu müjdeli hadis-i şeriften istifade etsinler. Bu "Yâ erhamer-râhimîn!" sözünü üç defa söyleyip, ondan sonra da isteklerini, dileklerini Cenâb-ı Mevlâ'ya arz etsinler.
Tabii biliyorsunuz dua eden insanların yapacağı işleri... Kendisine dua edebilir. Anne babasını duadan unutmaması lâzım! Mü'min kardeşi için dua ederse, mü'min kardeşi için dua ettiği zaman onun duası daha da geçerli ve daha çok faydalı olur. O bakımdan bu kelimeleri hatırınızda tutun ve dua ile meşgul olun! Çünkü dua da ibadettir; hattâ ibadetin özüdür, esasıdır, çok kıymetli bir şeklidir. Çünkü insan Rabbinin varlığını, birliğini kabul etmiş olarak, onun her şeyi vereceğini, duaları kabul edici olduğunu, dilekleri onun ihsân edeceğini bilerek yönelmiş oluyor.
Onun için dua çok değerli bir ibadettir. Aziz ve muhterem izleyiciler, dualarınızı böyle "Yâ erhamer-râhimîn!" diyerek sıralayın! Tabii Peygamber SAS Efendimiz'e salât ü selâm da getirirseniz, daha güzel olur. Çünkü, başında ve sonunda salât ü selâm getirilen dualar reddolunmaz.
Bir de burada metnini okumadık ama, daha başka bir yerde geçen bir hadis-i şerifi de bu münasebetle size nakletmek istiyorum. Bu "Yâ erhamer-râhimîn!" niye bir defa denmeyip de üç defa deniliyor diye...
Hadis-i şeriflerde böyle üç defa söylemek tavsiye edilmiş, teşvik edilmiş. Tabii bir defa söyleyince, "İsteği bakalım candan mı, isteyen kararlı mı, yoksa şöyle bir dudağının ucuyla isteyiverdi mi? Arzusu gelip geçici mi, yoksa ısrarlı mı?" tam belli olmuyor. Bir defa daha söylüyor, bir defa daha söylüyor ki, böyle üç defa söylemek çok istekli, çok ısrarlı olduğunun göstergesi oluyor.
Bu üç defa söylemekle ilgili bir hadis-i şerifi nakletmek istiyorum. Tabii çok memnun olacak dinleyenler.
Şeyh Sa'dî-yi Şirâzî diye İranlıların çok meşhur büyük bir hakîm, feylesof şairi var. Çok sanatı yüksek, çok değerli bir kimse... O da Gülistan'ına almış. Muhtelif hadis kaynaklarında da var. Diyor ki Peygamber Efendimiz bu hadis-i şerifinde:
Günahkâr, kusurlu, pür-hatâ bir kul, elini Cenâb-ı Mevlâ'ya açar ve gönlünü, yönünü döndürür ve "Yâ Rabbî!.." der. Allah-u Teàlâ Hazretleri onun "Yâ Rabbî!" demesine nazar buyurmaz. Çünkü günahlı, çünkü suçlu, çünkü hatâları çok...
Sonra kul yine devam eder, tekrar "Yâ Rabbî!.." yâni, "Ey benim Rabbim!.." der. Cenâb-ı Hak yine nazar buyurmaz; çünkü kabahati, kusurları çok...
Ama üçüncü defa, "Yâ Rabbî!.." diye tekrar söyleyince, o zaman Allah-u Teàlâ Hazretleri meleklerine der ki:
"--Ey meleklerim, şahid olun, ben bu kulumu afv ü mağfiret eyledim!"
Hattâ hadis-i şerifin müteşabih kelimelerinden bir cümle var: (Kad istahyeytü min abdî ve leyse lehû rabbün gayrî) "Ey meleklerim, ben bu kulumdan utandım. Onun benden başka Rabbi, mevlâsı olmadığını bildiği halde ve bana 'Yâ Rabbî!.. Yâ Rabbî!.. Yâ Rabbî!..' diye yöneldiği halde, ona icabet etmemekten ben utandım ve onu mağfiret ettim." buyurur.
Şeyh Sa'dî burda cümleyi yapıştırmış, diyor ki: "Şu Mevlâ'nın keremine, lütfuna bakın ki, günahı kul işliyor, yapıyor; ama Allah affetmemeğe utanıyor."
Tabii asıl utanması gereken kul... Çünkü hatâlı, çünkü günahkâr, çünkü suçu, kabahati çok... "Ama öyle ısrarlı isteyene vermemek benim şânıma yakışmaz!" diye Cenâb-ı Hak, "Ben kulumdan utandım. O benden başka mevlâsı olmadığını bildiği, bana yöneldiği halde ben ona cevap vermezsem olmayacak. ben onu afv ü mağfiret ettim. Şâhid olun, onu bağışlıyorum." der.
Demek ki, "Yâ erhamer-râhimîn!" sözünü tekrar tekrar söylemek lâzım ve ısrar etmek lâzım! Duada ısrarı seviyor Allah-u Teàlâ Hazretleri...
--Acaba ayıp olmaz mı? Çok ısrar edersek edepsizlik olur mu?..
Hayır... Allah-u Teàlâ Hazretleri duada ısrar edilmesini seviyor.
Artık Ramazana da iki hafta kaldı. Onbir ayın sultanı, pür-nur, pür-feyz güzel Ramazan da geliyor. Onun için şu mübarek günlerde dua etmeye daha bir hız verelim, daha çok gayret edelim! "Yâ erhamer-râhimîn!" sözünü çok söyleyelim. Kendimiz için, anne babamız için, çoluk çocuğumuz için, müslüman kardeşlerimiz için, ümmet-i muhammedin hâl-i pür-melâli düzelsin diye, dertlerine çareler gelsin diye dua edelim!
Çeşit çeşit iletişim araçları da geliştiği için, her yerden acılı şeyler duyuyoruz. Her yerdeki müslüman kardeşlerimizin duaya ihtiyacı var. Kimisi müslüman annenin babanın çocuğu ama İslâm'ın güzelliğini unutmuş, gàfil, câhil ömür geçiriyor; o bir fenâ durum...
Kimisi iyi durumda, namazlı niyazlı, fakat düşman tepesine binmiş, eziyor, zulmediyor; o da bir başka fenâ durum...
Kimisi yoksulluktan ızdırap çekiyor. Öteki ülkeler çalışmışlar, gelişmişler. Halkına hizmet eden yöneticiler, belediyeciler, memurlar, zenginler, halkla ilgili işleri yapanlar güzel çalışmalar yapmış; bakıyorsunuz her taraf çok güzel...
Biz şimdi iki-üç gündür yollardan geliyoruz. Bakıyorum Avustralya'da çok güzel hizmetler edildiğini görüyorum. Bir şehirden geçiyoruz, "Burası parklar şehri diye tanınır." diyorlar. Her taraf park, bahçe; her taraf güzel çimen çayır, çiçek... Sokaklar bizim caddelerimiz kadar geniş. Sokakların kenarında yeşil çimen şeritler var, kesilmiş, gayet güzel... Bisikletler geçsin diye yerler var, yayalar geçsin diye yerler var... Ağaçlar dikilmiş... İmreniyor insan, güzel hizmet etmişler.
Birbirlerine, kendilerine, çoluk çocuklarına, nesillerine, milletlerine hizmet etmişler. Bizim yollarımız çamurlu, yapılmamış. Evlerimizde, köylerimizde sular yok... Hizmetler aksak; halk mazlum, mağdur... Çok dua etmek gerekiyor.
İşte duanın anahtarı, işte mübarek aylar, mübare geceler, mübarek zamanlar... İşte alemlerin Rabbi, erhamür-râhimîn Mevlâmız duaları kabul edecek... Hattâ hatamıza, kusurumuza, günahımıza bakmayacak; ne kadar güzel...
Allah-u Teàlâ Hazretleri bize insaf versin; müslüman kardeşlerimiz için dua da mı edemeyiz?.. Hiç bir şey yapmıyoruz. Para harcamıyoruz, koşuşturmuyoruz, fiilen hizmet ortaya koymuyoruz diye, artık başka bütün yollar kapanmış mı oluyor? Hiç olmazsa dua da mı edemeyiz?..
--Ben fakirim, ben acizim, ben ihtiyarım, ben gidemiyorum... Bosna'ya yardım edemiyorum, Kafkasya'ya yardım edemiyorum, Orta Asya'ya yardım edemiyorum, keşmir'e yardım edemiyorum, Endonezya'ya yardım edemiyorum, Afrika'ya, Somaliye yardım edemiyorum...
E dua da mı edemeyiz?.. İşte bak, Allah-u Teàlâ Hazretleri duaları kabul ediyor.
Sonra insan bir şeyi böyle dua edip isterken, isterken kabul olduğunu anlayamıyor ama; aradan bir zaman geçiyor, bir zaman geçiyor, bir de bakıyorsunuz, Allah o dua ettiğiniz şeyi yapmaya size fırsat da vermiş. "Allah, Allah!.." diyorsunuz, şaşırıyorsunuz; "Haa, ben bunun duasını yapmıştım ama, kabul olmuş, aradan biraz zaman geçti, Allah nasib etti." diyorsunuz.
Tabii Allah-u Teàlâ Hazretleri bazen anında verir, bazen belli bir zaman sonra verir. Hikmetinden sual olunmaz, sebebi bilinmez. Niçin geciktirdiğinin muhakkak sebepleri, hikmetleri vardır.
Onun için, "Ben dua ediyorum, ediyorum da, henüz daha duamın sonucunu görmedim!" diye de düşünmemek lâzım! O da yanlış, o da ayıp, o da suç, o da eğri bir düşünce... Ne yapmalıyız?.. Duaya devam etmeliyiz.
Birinci hadis-i şerif, duanın anahtarı bir güzel, faydalı hadis-i şerif oldu. İnşaallah Yâ erhamer-râhimîn'li duaları unutmazsınız. Bizi de duadan unutmayın!..
b. Ölünün Ardından Okunacak Dua
Aziz ve muhterem kardeşlerim! Avustralya'dayım. Burda güzel çalışmalar yapıyoruz. Melbourne şehrine gitmiştik, orda on gün kadar güzel konuşmalar, çalışmalar oldu. Çok faideli oldu. biz şahsen memnun olduk, ordakiler memnun oldular. İnşaallah güzel gelişmeler olur.
Bu arada da çok sevdiğimiz, aziz ve değerli, muhterem, kıymetli bir alim olan Asım Köksal Hocaefendi'nin vefatı haberi geldi. İnnâ lillâh, ve innâ ilyehi râcin...
Kendisiyle çok yakınlıklarımız vardı. Tabii bizden daha büyük nesilden, önceki nesilden tecrübeli bir alimdi. Diyanet işleri teşkilatında yüksek mevkilerde bulunmuş, çok güzel hizmetler yapmıştı. Çok güzel eserler verdi, dünya çapında namı duyuldu. Nam, şöhret peşinde değildi ama, Allah duyurdu. Merhum ziyâül-Hak kendisini Pakistan'a çağırdı ve orada alnından öperek, tebrik ederek yazdığı kitaplar için, özellikle İslâm Tarihi kitabı için ödül verdi kendisine...
Biz de Ankara'da ikàmet ettiğimiz zamanlar, İlâhiyat Fakültesinde vazifeli iken Kalaba'da otururduk. Onlar da bir-iki durak yukarıda Keçiören'in bir semtinde otururlardı. Manzaralı güzel bir yamaçta evleri vardı.
Biz kandil oldu mu kalkar, onlara giderdik. Onların camisinde o da çıkar konuşma yapardı. Veyahut evine giderdik, evinde yazdığı İslâm Tarihi'nden tesbit ettiği bilgileri bize anlatırdı. Çok memnun olurduk.
Allah rahmet eylesin... Makàmını a'lâ eylesin... Kabri cennet bahçesi olsun...
Bu konuda, bu bakımdan açtığım sayfada da bir hadis-i şerif var, onu okumak istiyorum. Peygamber SAS Efendimiz buyuruyor ki:
RE. 130/6 (İnne lil-mevti fezean feizâ beleğa ehadeküm mevtü ahîhi felyekul: İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râcin. Allahümme elhıkhü bis-sàlihîn, vahlifhü alâ zürriyetihî fil-gàbirîn, vağfirlenâ ve lehû yevmed-dîn. Allàhümme lâ tahrimnâ ecrahû velâ teftinnâ ba'deh.)
Biz de bu duayı, o aziz değerli büyüğümüzün vefatı dolayısıyla okuyoruz. Ama mânâsı da hadis-i şerifin içinde. Bu duayı Peygamber Efendimiz bize tavsiye buyuruyor, öğretmiş oluyor. Onu da hadis-i şerif olarak size okumak ve mânâsını vermek istiyorum. Ezberlemenizi, defterinize kaydetmenizi dilerim.
Buyuruyor ki Peygamber Efendimiz SAS:
(İnne lil-mevti fezean) "Ölümün bir soğukluğu, korkusu vardır; soğuk, korkutucu bir olaydır. (Feizâ beleğa ehadeküm mevtü ahîhi) Sizden birinize müslüman kardeşinden bir kardeşinin vefatı haberi ulaştığı zaman, şu sözleri söylesin: (İnnâ lillâh, ve innâ ileyhi râcin.) Biz Allah'ın kullarıyız, muhakkak ki biz ona döneceğiz."
Bu dünya hayatı fânî idi, işte geldi, geçti, geçiyor. Bazıları gözümüzün önünde ahirete göçüyorlar, biz de göçeceğiz. Cenâb-ı Hakk'ın takdiri böyle; dünya fânî, kullar fânî, burada bir müddet imtihan olup gidecek insanlar... Hepimiz Allah'ın kullarıyız, hepimizin yazısı böyle ve hepimiz onun huzuruna varacağız. Ne mutlu huzuruna sevdiği kul olarak varanlara! Ne yazık Cenâb-ı Hakk'ın huzuruna âsî, mücrim, kâfir, müşrik, sevmediği kul olarak varanlara!..
Herkes gidecek, ister istemez gidecek. Böyle (İnnâ lillâh, ve innâ ileyhi râcin.) diyoruz. Buna istircâ' derler. Bu sözü söylemek çok sevaptır. Allah büyük mükâfat verir diye başka hadis-i şerifler var.
Duanın ikinci cümlesi: (Allàhümme elhıkhü fis-sàlihîn) "Yâ Rabbi, bu vefat eden kardeşimi sevdiğin sàlih kullar zümresine ilhak eyle, onların arasına kat, onlardan eyle!"
Sàlih ne demek?.. İyi demek, salâh sahibi demek; işi iyi olarak yapan, hâli iyi olan, ahlâkı güzel olan demek... Peygamberler bazan bu kelime ile vasfediliyor Kur'an-ı Kerim'de; "O sàlih bir kul idi." filân diye geçiyor. Önemli bir vasıf bu...
(Vahlifhü alâ zürriyyetihî fil-gàbirîn) "Ve onun, geride kalan çoluk çocuğu ve zürriyeti üzerine hayırlı bakıcılar, kayırıcılar, onların işleriyle meşgul olan insanlar ihsân eyle... Yâni vefat eden öldükten sonra, geriye kalanları sahipsiz kalmasınlar. Onları çekip çevirecek, gözetecek, işlerini görecek yardımcılar ihsân eyle..." diye bir güzel dua. Bu da duanın üçüncü cümlesi...
(Vağfirlenâ ve lehû yevmed-dîn.) "Mükâfatların, cezaların, kulların amellerinin karşılıklarının verildiği günde, bize ve onu mağfiret eyle yâ Rabbi!.."
Sonuncu cümlesi de: (Allàhümme lâ tahrimnâ ecrahû) "Yâ Rabbi, onun ecrinden bizi mahrum etme!.."
Onun ecri ne demek?.. Mü'minin vefat eden bir kardeşine karşı görevleri vardır. Cenazesini kaldırır, geride kalanlarına bakar, yardımcı olur, göz kulak olur. Hayırla yad eder, ruhunu şad edecek hatimler indirir, dualar gönderir, kurbanlar keser, hayır hasenât yapar...
"Böyle ona dua etiğimizden, onun hizmetlerini gördüğümüzden dolayı ecrimizi, sevabımızı bol bol ver! (Velâ teftinnâ ba'dehû.) Ondan sonra da bizi fitnelere, belâlara, musîbetlere uğratma! Artık o vefat etti gitti, bizi arkada sulh ü salâh içinde, huzur ve refah içinde yaşamağa muvaffak eyle; belâlara dûçar eyleme..." demiş oluyor.
Biz de böyle uzaktan hadis-i şerifleri okuyarak, bu duaları aynen Asım Köksal Hoca için de düşünüp yapıyoruz. Allah-u Teàlâ Hazretleri sàlihler zümresine katsın... Geride kalan yakınlarına ecr-i cezîl, sevâb-ı kesîr ihsân eyle... Sıhhat afiyetle, uzun ömürle muammer olmayı nasîb eylesin... Evlâtları ona hayrül-halef olsunlar... Onun gibi, onun namını yaşatacak güzel işler yaparak, ümmet-i Muhammede faideli işler yaparak yaşasınlar.
Çocuklarını da çok iyi tanırdık. Damadı da bizim fakülteden mezun talebemizdir, onu da çok severdik. Allah onlara sabr-i cemîl, ecr-i cezîl, sevâb-ı kesîr ihsân eylesin, uzun ömür ihsân eylesin diye onlara da dua ediyoruz, acılarına iştirak ediyoruz. (İnnâ lillâh, ve innâ ileyhi râcin) diyoruz. Çünkü, işte böyle hayatın kuralı bu, işin sonu bu...
c. Ölüme Ansızın Gelir
Peygamber SAS Efendimiz bir başka hadis-i şerifinde buyuruyor ki:
RE. 130/10 (İnne melekel-mevte leyenzuru fî vücûhül-ibâdi külle yevmin seb'îne nazreten, feizâ dahikel-abdüllezî buise ileyhi yeklü: Yâ acebâhü buistü ileyhi liakbeda rûhahû ve hüve yedhak.) Enes RA rivayet etmiş.
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:
(İnne melekel-mevte) Melekül-mevt, ölüm meleği, Azrâil AS, insanların ruhunu almakla Allah'ın görevlendirdiği melek, (leyenzuru fî vücûhül-ibâdi) kulların yüzlerine bakar; (külle yevmin seb'îne nazreten) her gün yetmiş bakışla bakar, yetmiş defa bakar."
Yâni kulların yüzlerine böyle yetmiş defa bakıyor; düşünün! Rakamı kesret ifade etmek için söylemiş olabilir Peygamber SAS Efendimiz. Araplar böyle çok demek gerektiği zaman seb'în kelimesini kullanırlardı. Çok fazla bakar demek; ille yetmiş olacak, altmış dokuzdan sonraki yetmiş mânâsına gelmeyebilir.
Demek ki Azrâil AS bize bakıp duruyor, görüp duruyor. Zâten melekler hep görüyorlar, zâten alemlerin Rabbi her şeyi görmekte... Biz nasıl günah işliyoruz, nasıl gàfil duruyoruz, nasıl cahillik yapıyoruz; hayret edilecek bir şey!..
Bir gün gelip de ruhumuzu kabzedecek olan melekül-mevt de, günde yetmiş defa bakıyor. Artık bunun vadesi yetti, bunun canını al diye Allah'ın bildirdiği bir kulun, hiç bir şeyden haberi yok güldüğünü görünce, melekül-mevt der ki: (Yâ acebâhü) "Allah Allah, ne kadar şaşılacak, amma tuhaf, amma acaib şey! (Buistü ileyhi liakbeda rûhahû ve hüve yedhak) Ben şu adamın ruhunu kabzedeyim diye gönderildim, şu adama bak, hiç bir şeyden habersiz hâlâ gülüp duruyor. Biraz sonra canını alacağım." diye şaşırdığını Peygamber Efendimiz bildiriyor.
Biliyorsunuz tasavvufta ölümü unutmamak, ölümü yad etmek, ölümü aklından çıkarmamak vazifesini anlamışlardır mutasavvıf büyüklerimiz. Peygamber Efendimiz'in tavsiyesi odur. (Eksirû zikri hàzimül-lezzât) diye hadis-i şerif var. Onu vazife olarak vazifelerin arasına katmışlardır, Peygamber Efendimiz emretti diye...
Zikre oturdukları zaman, şöyle nasıl öleceğini, Azrâil AS'ın nasıl yanına geleceğini, nasıl göğsüne çökeceğini, nasıl ruhunu kabzedeceğini, nasıl kanter içinde kalacağını, nasıl o sırada imdâd-ı ilâhî erişip, (Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne muhammeden abdühû ve rasûlühû.) deyip de mü'min-i kâmil olarak can vereceğini temennî yoluyla böyle düşünüp, zikri öyle yapar dervişler.
Bu ölümü düşünmek Peygamber Efendimiz'in tavsiyesi olduğundan, Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin sevap verdiği mühim bir iş olduğundan ve faydalı bir iş olduğundan; insanları gaflette kurtardığından, haram günahtan geri tuttuğundan çok önemli bir vazife... Bunu insanların hatırından çıkartmaması lâzım!
Biz bu dünyaya geldik, işte geldik, işte gidiyoruz. Yunus Emre'nin ilâhilerini hatırlayın:
Biz buradan gider olduk,
Kalanlara selâm olsun!
Hasta iken halimizi,
Soranlara selâm olsun!
diyor. Sonra o kabirlerin halini anlatan ilâhileri ne kadar güzeldir. Onları hiç unutmamak lâzım! Bu ölüm birden geliverir. Fânî dünya insanı aldatır, aldatır, oyalar, oyalar; birden boşayıverir, bırakıverir, vefâsızdır çünkü... Fânî dünya vefasızlıkla tanınmıştır. Bu fânî dünyaya dalanlar, sonra bir gün bu dalmalarının acı acı cezasını çekerler.
--Ölümü düşünelim de gözümüz mü yaşlansın, dünyamız mı kararsın?..
Peygamber Efendimiz tavsiye ediyor. Senin hoşuna gitse de gitmese de insan ölümü düşündü mü, ölümü düşünmek insanı hizaya getirir, güzel işler yapmaya yöneltir.
En iyi ıslah vasıtalarından birisi ölümü düşünmektir. Düşündükten sonra da murad nedir?.. Ölüme hazırlıklı olmaktır. Hemen Azrail AS gelse, "Ver bakalım emaneti!" dese, "Pekiyi, buyur al!" diyecek kadar ölüme hazır olmak lâzım!..
Çünkü, Yunus Emre çok güzel anlatıyor:
Halkı bostan edinmiştir,
Dilediğin üzer ölüm.
Öyle tarif ediyor. Köyde yaşayanlar bunun anlamını bilirler. Ne kadar tatlı benzetmelerle, ne kadar güzel anlatıyor. Bostan dediğimiz, kavun, karpuz ekilen yerdir. Sonra mevsimi geldiği zaman sahibi gelir tarlaya, bahçeye... Gider hangi karpuz olmuş, hangi kavun olmuş diye şöyle uzaktan bakar. Sapının kenarında şöyle incecik bir yeşil kısmı vardır. Orası kuruduğu zaman olgunlaştığı belli olur. Ona bakar, tık tık vurur, şöyle eliyle tartar, sapından koparır.
Azrâil AS'ı nasıl anlatıyor Yunus Emre:
Halkı bostan edinmiştir,
Dilediğin üzer ölüm.
Üzmek tabii, bugünkü mânâsıyla değil, koparmak mânâsınadır. Bizim anladığımız mânâya, müteessir oldu mânâsına gelmez. İp koptu anlamında, ip üzüldü derler. O zaman bu şiirin mânâsı nasıl olur:
Ölüm halkı bostan tarlası gibi gezer, içinden bir tanesini seçer. Allah'ın emrettiğini, vâdesi geleni alır, koparır, götürür. Bostancının, tarla sahibinin kavunu, karpuzu olmuş artık bu diye kopardığı gibi alır, götürüverir. Yaşa da bakmaz. Gelinlik kızı alır, güveyi olacak yiğidi alır. Askere gider, şehid olur, cenazesi gelir. Dede durur, torunlar ölür. Allah'ın işi bilinmez, akıl sır ermez. Onun için ölüme hazırlanmak lâzım!..
Ölüme hazırlanmayan ne olur?.. Gàfil gider, hazırlıksız gider. Ahirette çok pişman olur, perişan olur ama, bir işe yaramaz.
Onun için aziz ve sevgili kardeşlerim, göçenlerin göçmesinden ibret alıp Cenâb-ı Hakk'ın yoluna dönelim! Hak din, en güzel din olan İslâm'a sımsıkı sarılalım; tertemiz inanç olan İslâm inancına sımsıkı sarılalım! Cenâb-ı Hakkın rızasını kazanmağa fırsatı ganimet bilelim! Hayatımız elimizde bir fırsattır. İş işten geçmeden, ölüm meleği gelip ver emaneti demeden, yapabildiğimiz kadar hayrât ü hasenât yapalım, günahlardan uzak duralım!..
Bu günahlara dalanlar, bu zulümleri yapanlar da utansınlar, korksunlar, titresinler ki, bir gün ölüm onlara da gelecek, onların da boynunu buracak, koparacak...
Allah kötüleri de ıslah eylesin... İyilere de güzel işler yapmayı nasîb eylesin...
Hepinize Cenâb-ı Hakk'ın rızası yolunda güzel güzel ömür sürüp, ibadet edip, hayırlı işler yapıp, faideli olup; arkada hayırlı evlâtlar, hayırlı eserler bırakıp, hayır hasenat müesseseleri bırakıp; Allah'ın huzuruna sevdiği, razı olduğu kul olarak varmayı temenni ederim, dilerim.
Ömrünüz uzun olsun, àkıbetiniz hayr olsun... Dünya ve ahiretiniz ma'mur olsun... Cenâb-ı Hak cümlenizi cennetiyle, cemâliyle taltif eylesin...
Aziz ve sevgili izleyiciler, esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..
04. 12. 1998 - AVUSTRALYA