Mehmed Zahid Kotku Hazretleri
TARİKATIN ASLI KUR'AN VE HADİSTİR!
RE. 478/11 (Lâ tüksirül-kelâm, bi-gayri zikrillâh) "Allah Celle ve A'lâ'nın zikrinden gayrı sözü uzatmayın!"
Çok söz söyleme! Allah de ama, ne kadar diyebilirsen de!.. Ama, boş sözleri söyleme! Allah demeye taallûk eden sözleri söyle, faydasız şeyleri söyleme! Mâziden bahsedersin; geçmiş. İstikbalden bahsedersin; o da mechul...
(Feinne kesretel-kelâm) Çok söz söylemek; (bi-gayri zikrillàh) Allah'ı zikretmeden, konuşuyorsun mütemadiyen; (kasvetül-kalb) kasvet-i kalbi iras eder, kalb katılaşır. Kalb katı oldu muydu, (ve inne eb'aden-nâs minallàh) Allah'tan en uzak olan insanlar, --uzaklık, kariblik şurdaymış da daha uzağa gitmiş gibi anlaşılmasın da, rahmet-i ilâhiyyeden uzak olan demek-- feyz-i ilâhîden uzak olanlar, (elkalbül kàsî) kalbleri katı olanlardır, katı kalpli olanlardır.
Katı kalbliliğin birçok sebepleri var... İbrahim Hakkı Hazretleri'ni bilirsiniz, Ma'rifetnâme'si var. Ma'rifetnâme'sinde --koca bir kitaptır, böyle bunun gibi-- altı şeyden bahseder: Az ye, az iç, az uyu, az konuş, çok zikret, çok düşün!.. Bunların izahını yapıyor. Az yemek neden iktiza ediyor, sebepleri nedir; sayfalar dolusu yazı yazmış. Az içmenin faydalarından, zararlarından bahseder. Çok uykunun zararlarından bahseder, az uykunun faydalarından bahseder. Konuşmada da az konuşmayı tavsiye eder. Onun da faydalarından, zararlarından bahseder. Ondan sonra çok zikretmeyi ve çok düşünmeyi, tefekkür etmeyi tavsiye eder.
Tarikat denilen bir meslek var ya, bu mesleğin köküdür bunlar.
--E, ben bu kadar tesbih çekiyorum...
Olmaz, tesbihle iş olmaz! Nasıl hatlar müsbet ve menfi ise, müsbet ve menfi birleşmeyince lamba yanmıyor. Binâen aleyh bu usüllere, kaidelere riayet edilmeden yalnız tesbihle Allah'a ulaşılmaz. Bir taraftan tesbih çekeceksin; bir taraftan Allah-u Teâlâ'nın emirleri neyse onları yapacak, yasakları neyse ondan kaçacaksın.
Bazı insanlar derler ki:
"--Bu tarikat nerden çıktı başımıza? Müslümanlık yetmiyor muydu?.."
İşte, bunlar için kitaplar yazmışlar. Kimisi demiş Hindistan'dan geldi, kimisi Acemistan'dan geldi demiş, kimisi Yunanistan'dan geldi demiş... Bunun aslı, Kur'an ve hadistir. Tarikatın aslı Kur'an ve hadistir, başka kitap aramaya lüzum yok!.. Çünkü, tarikattan gaye istikamettir; istikameti emreden Kur'andır. Her gün beş vakit namazımızda kırk defa okuyoruz; "İhdinas sırâtal müstakîm" diyerekten...
Ne acıdır ki, biz müslümanlar bunu kırk defa namazımızda okuduğumuz halde, "Yâ Rab, beni sırat-ı müstakîme hidayet eyle... O sırat şu sırattır ki, peygamberlere onu verdin. Peygamberlere verdiğin yolu, enbiyâlara, evliyâlara, şühedâlara verdiğin yolu isterim ben senden. Beni de o yola ilet! İstemem yâ Rabbi o yolu ki, o yol nasârânın ve yahudinin yoludur. Nasârâ ve yahudinin yolunu istemem!" deriz de, yahudi ve nasârânın yolunu da rehber edinmişiz, onun peşinden gideriz. Bu, müslümanlıkla nasıl kàbil-i kıyastır bilmem?
Her gün bunu okuyoruz: (Gayril-mağdùbi aleyhim) Mağdub, gadap olunmuş. Gadap olunmuş kimdir? Yahudi... (ve led-dàllîn) Dallîn olan da hristiyandır. Bunların yolunu istemem diyoruz. Fakat, gittiğimiz yol onların yolu... Söylemeye şimdi lüzum görmem, hacet de görmem; bugün her halimiz onlarınkine uygun bir haldedir. Müslüman haliyle tanınmak ve bilinmek ister. Bizim halimiz ise ondan çok uzak olmuştur. Allah muhafaza...
Onun için tarikatın köklü, aslı, esası Kur'an ve hadistir! Çünkü, tarikatta zühd var; zühdü emreden Kur'andır... Tarikatta takvâ vardır, takvâsız tarikat olmaz. Allah korkusu olmayan tarikat, tarikat değildir. Kökü Allah korkusuna bağlanacak. Allah korkusunu emreden nedir? Kur'andır. "Vettekullah" diyen Allah'tır. "İnne lil-müttakîne" diyen kimdir? Allah'tır. Cennet müttakîlerin yeri... "Allah'tan korkun!" diyerekten de yüzlerce ayet var. Allah korkusu olmadan insan dese:
--Ben bu kadar tesbih çekiyorum...
İstersen sabaha kadar çek, istersen hiç uyuma çek; olmaz! Allah korkusu olmadıkça tesbih kâr etmez, zarar eder; insanların kandırılmasına vesile olur. Allah korkusu da kolay bir şey değildir.
Mâlûm, gerek tesbihleri çekmek, gerek Allah'tan korku, gerek Allah-u Teâlâ'ya sevgi, Allah-u Teâlâ'nın kula vereceği kabiliyet ve istidada bağlıdır. O kabiliyet ve istidad kulda zuhur etmedikçe, kulda ne takvâ olur, ne korku olur, ne sevgi olur.
Peygamber SAS Medine-i Münevvere'ye geldi. Medine-i Münevvere'de de sıtma var; hep hasta oldu ashab... Hemen Cenâb-ı Peygamber, ağaç diktirdi Medine-i Münevvere'ye. O ağaçlar havayı tebdil etti. Sıtmayı da Allah başka tarafa yolladı. Halk kurtuldu ama, havanın güzelliğine vesile ağaçlardır.
Şimdi, dağlara çok yağmur yağıyor; sebebi: Yüksek yerler bulutu çabuk celbediyor. Ağaçlık yerlere çok yağmur yağar; sebebi: Ormanlar yağmuru celbediyor. İnsanların da, rahmet-i ilâhiyi celb edebilmesi için, Allah-u Teâlâ'nın yolunda gidip; tesbihat, tekbirat ve tahmîdata devam etmesi lâzım. Tesbihsiz, zikirsiz, "Allah'ın rahmeti benim üzerime olsun!" demek, boş...
Allah'ın rahmetini istemek için, Allah'ın yoluna girmek lâzım. Allah'ın yoluna girdikten sonra zikrullah ile meşgul olacaksın. Kur'an ile meşgul olacaksın. Emrine ve nehyine dikkat edeceksin. Neler emretmiş, yapacaksın. Neler yasak ettiyse, onlardan da mümkün mertebe uzak kalmağa çalışacaksın ki biz de ehl-i tarik olabilelim. Yanlız tesbih ile ehl-i tarik olmak mümkün olmaz.
Onun için çok konuşan bir insanın, bu konuşmaktan kendini kesebilmesi için, Gazâlî'nin İhyâ-i Ulûm'unu okumak lâzım! Gazâlî (Rh.A) İhyâ-i Ulûm'unu güzel te'lif etmiş ve güzel şekilde Türkçeye de çevrilmiş; faydalı faydalı bahisler var içerisinde. Şimdi onu da herkes okuyabiliyor, artık izahına da lüzum yok.
Binâen aleyh, müslümanlığın kökü bu evâmîr-i ilâhiyyeye bağlı olduğu gibi, bir taraftan da kardaşlığa bağlıdır. Ehl-i tarik kardaştırlar.. Bu kardaşlık bize nerden geldi?.. Bu kardaşlık Allah-u Teâlâ'nın emri... (İnnemel mü'minûne ihveh) diyen Hazret-i Allah'ın emrini Cenab-ı Peygamber bilfiil tatbik etti. Buharî'yi okuyunuz aziz kardaşlar! Buharî'de kardaşlık bahislerini de çok okuyun!.. Orda bakın ne güzel vasiyetler, tavsiyeler var.
Ashab-ı kiram arasındaki kardaşlığı Cenâb-ı Peygamber nasıl yapmış? Mekke'den gelen muhacirîn ile yerli olan Medine halkını birbirleriyle kardaş yapmış Peygamber. Ahmed'i Mehmed'le, Mehmed'i Ahmed'le... Birbirinin kardaşı olmuşlar; halbuki birisi Mekkeli, birisi Medineli... Hiç birbirleriyle ünsiyetleri, akrabalıkları da yok olduğu halde, bu kardaşlığı ilk tesis eden Peygamber SAS'dir. Okuyunuz ama, çok tatlıdır. O kardaşlık o kadar tatlıdır ki, bugün ne ana-baba kardaşında vardır, ne başka kimsede vardır o kardaşlık...
Onlardan bir tanesi benim hatırımda kalmış: Selmân-ı Fârisî ile Ebud-Derdâ Hazretleri'ni kardaş yapmış. Orda yazılı liste halinde, filân filânla diyerekten.
Kardaşların da daima birbirlerine müzâhir olması lâzım, adı kardaş olması kâfi değil. Kardaşlar, bu eller gibi birbirine müzahir olacak, bunun yapamadığını bu da yardım edip ikisi birden yapacak. Kardaş demek bu demek.
Binâen aleyh, bugün çok büyük vebal altındayız. Hem müslümanız diyoruz, hem kardaşız diyoruz, hem de böyle müslüman kardaşlarımız hakkında insanlığın haricinde sözler çıkarıyoruz, bilmediğimiz ve görmediğimiz halde... Bilerek de aleyhinde konuşuyoruz. Bu insanlığa nasıl yakışır?.. Namazını kılıyor, orucunu tutuyor bu müslüman kardaş. Onun aleyhinde sen ne kadar böyle kötü lafları konuşmağa cesaret edebiliyorsun? Demek ki müslümanlıktan nasibin yok!.. Allah muhafaza etsin.
Onun için aziz kardaş, tarikat dendiği vakitte sakın deme ki: "O, ikiyüzelli sene evvel, filân tarafından ihdas edilmiş bir yoldur." Değil! Bu, Peygamber SAS zamanında fiilen yaşıyordu. Herkes ashab-ı tarik idi, yani.. Ashab-ı kiramın hepsi ashab-ı tarîk idiler. Çünkü haram yok, günahlardan son derece kaçıyorlar, Allah sevgisi haddinden fazla... Ma'rifetullah ona nisbette... Hepsi zâhid, hepsi takvâ sahibi... Başları da Peygamber SAS!..
Onun için, tarikata iftira etme aziz kardaş! Tarikata da yan bakma, başı Peygamberdir. O hasırın üzerinde, o Peygamber-i Zîşan Hazretleri yatarken, o yatışına ne dersin sen?.. O alamaz mıydı altına bir yatak? Alamaz mıydı bir karyola? Yünlü güzel bir yatak, altına seremez miydi?.. O, hasır üstünde yatarken, bize diyor ki: "İslâmiyet böyle yaşar. Kaba döşekte yaşamaz!.." diyor.
Onun içindir ki, İbrahim Edhem Hazretleri, Belh şehrinin sultanı iken, sultanlığı bırakıp da dervişliğe döküldü. Sonra bir gün annesi gelmiş, yalvarıyor:
"--Oğlum bırak bu deliliği, gel saltanatının başına!.."
"--Allah bana öyle bir saltanat verdi ki, senin ülke saltanatlığı kaç para eder?" diyor.
Asıl saltanat dervişlikte... Onun için bir büyük demiş ki:
"--Eğer dervişlerin nâil olduğu saltanatı padişahlar bilseler, ordularını sevkederler de elimizden almaya çalışırlardı."
Niçin?.. O, gönlün Allah ile oluşuna nasıl kıymet biçersin?.. Bir kimse ki Allah'ladır; ona pâye biçmek, kıymet biçmek kimsenin elinden gelmez. Ama sen bakma onun fakirliğine, sen bakma onun zaifliğine... Onun gönlüne bak!..
Bilmem gelecek mi, bir yerde mi okudum: Cenâb-ı Peygamber camiye girmişler. Ashabdan birisine diyor ki:
"--Bak bakalım, şu cemaatın içinde en şerefli insan kim?"
Bakıyor, orda iyi giyinmiş, iyi kuşanmış, şanlı şöhretli birisi...
"--Şu efendi!" diyor.
"--Peki, bu cemaatın içinde en hor, hakir kim?" diyor.
İşte orda bir fakir, bir biçareyi gösteriyor:
"--İşte şu!" diyor.
"--Haaa..." diyor, --pek doğru söyleyemiyeceğim ama hülâsası-- "Şu hakir gördüğün adam, yer dolusu insana bedeldir!" diyor.
Gönlü Allah ile efendim, üstünde, başında ne var? "Allah sizin kılığınıza bakmaz, kalıbınıza bakmaz, bilginize bakmaz. Ancak kalblere ve amellere bakar!" buyruluyor. Kalbi Allah ile olanın kıymeti biçilir mi?.. Allah hepimizi affetsin.
Onun için, tarikat dendiği vakitte, sakın şaşırıp da, bu filân devirde hasıl olmuş, bize lüzûmu yoktur deme!.. Bu, Allah-u Teâlâ'nın emri... İşte, Halep'ten bir kitap geldi bize, Hakàikıt Tasavvufiyye diyerekten yazılı. Onun içinde, sahibi olan İsa isminde bir zat, farzlığına hüküm yetmiş. O da aldığı kitapları da yazmış, "Bu kitaplardan aldım, farzdır!" diyor. Çünkü, aslı meydanda!.. Aslı Kur'an, aslı hadis, aslı Peygamber!.. Peygamber dervişlerin başı!.. Onun halini görmüyor musun hiç, okumaz mısınız hiç?..
Bizim Fatih müftüsü ile, bir de onun bacanağı var, ikisi bir kitap yazmışlar; Hadislerle Müslümanlık diyerekten. Geçenlerde şöyle bir açıp okuyuverdim. Yeni Türkçedir, tavsiye ederim okumanızı... Hz. Aişe Validemiz'in bir kıssasına tesadüf ettim: Bir entari yapınmış Hz. Aişe Validemiz. Giyinmiş, şöyle yakıştı mı filân gibilerden bakınırken, Hz. Ebûbekr-i Sıddîk girmiş:
"--Kızım, bu da bize bize yakışır mı?" demiş.
Derhal Hazret-i Aişe, sırtından entariyi çıkartmış, tasadduk etmiş. Dervişliğin kökünü görüyor musun aziz kardaş?!.. Nasıl buna dil uzatıyor insan?..
Bir kadın gelmiş, hâne-i saadete; bakmış ki kupkuru bir ev... Sormuş:
"--Nerde yatıyor yâ Aişe, Peygamberimiz?.."
"--İşte!.." demiş, göstermiş.
Liften bir yastık, deriden bir yatak... Hemen gitmiş eve, güzel bir yatak almış, gelmiş.
"--Aman, demiş. Bunu Rasûlüllah'ın altına yay; rahat etsin!"
O akşam yaymışlar. Peygamber SAS yatmış üzerine... Sabahleyin:
"--Çabuk, bu yatağı kim getirdi ise ona götürün! Bu akşam beni teheccüdden alıkodu." demiş.
Peygamber'e elleşme; Peygamber'in yoluna da elleşme!.. Allah'a elleşme; Allah'ın yoluna da elleşme?.. Bak, tarikatın ben sana aslını söyledim: İttikà ile, takvâ ile beraber istikàmettir. Takvâ ile istikàmet olmazsa, tarikat olmaz. Adı çoktur, kulak asma!.. İstikàmet nerde var, takvâ nerde var; orda feyz ü bereket var. Onlar yok; ordan da uzak dur, ateş var orada!..
Allah kusurlarımızı affetsin...
30 Mart 1975 - İskenderpaşa Camii