RAMAZAN BAYRAMI

Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN Rh.A

Bismi'llâhi'r-rahmâni'r-rahîm.

El-hamdü lillâhi rabbi'l-àlemîne hamde'l-kâmilîn... Hamden yuàfî niamehû ve yükâfî mezîdeh... Hamden tayyiben mübâreken fîh... Hamden lâ ahire li-kailihî illâ rıdàk... Ve's-salâtü ve's-selâmü alâ hayri halkıhî seyyidinâ ve senedinâ ve mededinâ ve üsvetinâ ve habîbinâ ve şefîinâ ve seyyidinâ muhammedini'l-mustafâ... Ve âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi-ihsânin zevi's-sıdkı ve'l-vefâ....

Aziz ve muhterem cemaat-i müslimîn! Allah'ın selâmı, rahmeti, bereketi, ihsânı, ikrâmı, in'âmı cümlenizin üzerine olsun...

Ramazan ayının arkasından mübarek Fıtır Bayramına bizi sıhhat afiyetle, ibadet ve taati yolunda gücü yettiğince çalışarak eriştiren, şu ibadethanesinde toplayan Allah-u Teàlâ Hazretleri'ne hamd ü senâlar olsun... Eğer bize hidayet etmeseydi biz buraya gelemezdik, ibadetine muvaffak olamazdık, yolunda sebat gösteremezdik, hayırlı işler yapamazdık... Bize bahşettiği sonsuz nimetlerin en önde geleni, şüphesiz ki yolunda hidayet üzere olmamızdır. Rabbimiz o hidayetten sonra küfre düşürmesin... Onu kabulden sonra redde uğratmasın... Bu izzetten sonra zillete düçar etmesin... Bu tevbeden sonra tekrar günahlara düşürmesin...

Bir bayramdır, Rasûlüllah SAS Efendimiz Hazretleri medhetmiştir, Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin ikramının, ihsânının cûşa geldiği mübarek bir gündür. İkinci bir bayramdır; üzerine güneşin doğmuş olduğu günlerin en hayırlısı olan cuma günüdür. İki güzel mübarek zaman üst üste gelmiştir. Bir başka bayramdır; içinde sulh u sükûn içinde yaşadığımız şu güzel belde, bu 29 Mayıs'ta fetholmuş, o da bir bayramdır.

Bayram kelimesine Araplar ıyd diyorlar; ıydü'l-fıtr, ıydü'l-adhà... Kurban bayramına ıydü'l-adhâ derler, bu Ramazan Bayramına ıydü'l-fıtr diyorlar. Bu kelime avdet kelimesiyle ilgili, oradan iştikak etmiş, oradan çıkmış. Çünkü belirli zamanlarda tekrar tekrar müslümanlar, insanlar bu günlerle karşılaşıyorlar. Her sene zaman dönüp dolaşıyor, gene oraya geliyor, gene bir karşılaşılıyor; gene dönüyor, gene karşılaşıyor insan.

Yine dönüyor yine karşılaşıyor ama, bazı insanlar da karşılaşamıyor. İlk ibreti herhalde buradan almamız lâzım ki, bu dünya hayatı hiç bir kula bâkî değil. Allah'ın sevgili kulları da, âsî, cebbâr, günahkâr zalimler de, herkes burayı bırakıp gidiyorlar. Kimseye kalmıyor bu dünya...

Şu mübarek bayramımız gününde, geçen sene bu bayrama yetişip de bu arada, bu sırada hayatını terk etmiş olup ahirete göçmüş olan ihvânımıza, kardeşlerimize, dostlarımıza, akrabamıza, cemaatimize, cemaatimize muntazaman devam etmiş olan, gelmiş gitmiş olan kardeşlerimize, cümle mevtâmıza Allah'tan rahmet ve merhamet dileriz. Allah-u Teàlâ Hazretleri cümlesinin kabirlerini pür nûr eylesin... Ruhlarını memnun ve mesrûr eylesin... Biz bu dünyada bu Ramazanın arkasından bayram ettiğimiz gibi Rabbimiz de şu dualarımızla fazl u keremiyle, kendilerine büyük ikramlarla ikram eyleyip kabirlerinde onlara bayram ettirsin...

İkinci bir rivâyet veya izah tarzına göre, bağış ve ihsân kelimesiyle ilgili oluyor ıyd sözü. Çünkü bir insanın, zenginin başkasına çıkartıp cömertliği cûşa gelerek verdiği şeylere işte caize derler, avâid derler. Yâni böyle ikramların, hediyelerin, bağışların yapıldığı bir gün olmuş oluyor. Tabii bu bağışların bizce en önemlisi, en kıymetlisi Rabbimizin bize bağışıdır.

Allah-u Teàlâ Hazretleri geçtiğimiz şu gufran ayında, şu Ramazan ayında àcizâne, nâçizâne nice kusurlarla, bilerek, bilmeyerek, zedeleyerek, yaptığımız ibadetlerimizi kabul eylesin... Reddetmesin... Yüzümüze çalmasın da ,onlara da fazl Êu kereminden, gayb hazinelerinden sonsuz ikramlarla, caizelerle, hediyelerle mukabele buyursun. Allah-u Teàlâ Hazretleri şu günde kendisinin ikramına, ihsânına, rahmetine erenlerden eylesin cümlemizi...

Tabii o, Rabbimizin bileceği bir şey. Biz boynumuzu bükeriz, Rabbimiz'den tevbe ve istiğfar ederiz, rahmetini dileriz. Ama bizim kendi yapacağımız bir şey var: Madem ki bağış ve hediye günüymüş, biz de o zaman çevremize gücümüzün yettiğince bağışımızı, ihsânımızı saçalım! Çoluğumuza, çocuğumuza, akrabamıza, yakınlarımıza, komşularımıza, elimizin yettiğine, gücümüzün yettiğine bugün onu sevindirmek için neler yapmak gerekiyorsa onları yapmaya gayret edelim. Kesemizin ağzını açalım ki Allah-u Teàlâ Hazretleri:

(Len tenâlü'l-birre hattâ tünfikû mimmâ tuhibbûn.) "Canınız gibi sevdiğiniz, bağlandığınız, gönlünüzü çekmiş olan, aklınızı çelmiş olan, peşinden koşup durmuş olduğunuz çeşit çeşit maddî zenginlikler, imkânlar... İşte onlardan vazgeçemedikçe, onları hak yolda veremedikçe, onları Allah için elinizden çıkarmayı göze alamadıkça, birr ü takvâya nail olamazsınız." (Âl-i İmrân: 92) İnsanın müslümanlığının haslığı Allah yolunda yaptığı fedakârlığa bağlıdır. Ve ibret gözüyle dinimiz incelenirse Allah-u Teàlâ Hazretleri her şeye kàdir iken dileseydi:

(Ve lev şâe rabbüke leâmene men fi'l-ardi küllühüm cemîa) "Eğer Allah-u Teàlâ Hazretleri dileseydi yeryüzündeki insanların hepsi toptan, eksiksiz iman ederdi." (Yunus: 99) Mümkün mü kâfirin küfür içinde kalması?.. O kâfirin küfrü kendisindendir. Allah-u Teàlâ Hazretleri eğer isteseydi onun küfre mecali mi olurdu, inkara mecali mi olurdu?.. Mümkün değil. O bile mümkün değil, hiçbir şey mümkün değil.

Allah-u Teàlâ Hazretleri imtihan dünyası olarak serbest bırakmış. Meşakkatleri müslümanların başına yağdırmış ki imandaki ihlâsı, salâbeti belli olsun.

Bir zât geldi, Peygamber SAS Efendimiz'e dedi ki:

"--Yâ Rasûlüllah! Sana şunu ifade etmek isterim ki seni seviyorum. Yüreğim dayanamıyor. Seni gördüğüm zaman seviyorum, yâni ne diyeyim çok seviyorum."

"--Hakikaten seviyor musun?" dedi Peygamber SAS Efendimiz.

"--Seviyorum. Evet, hakikaten seviyorum."

"--O halde imtihanlara, sıkıntılara, meşakkatlere hazırlıklı ol."

"--Neden?.."

"--Çünkü beni seven kula imtihanlar dağdan aşağıya bir azgın, yağmur yağdığı zaman inen, paldır küldür böyle kayaları sürükleyerek inen selden daha süratli gelir." dedi Peygamber Efendimiz SAS.

Biz Allah'ın aciz kullarıyız. Bizim büyük imtihanlara tahammülümüz yok. Biz o kadar aciziz ki pamuk ipliğiyle bağlıyız. Biz öyle büyük imtihanlara gelemeyiz ama dinin ruhu içinde imtihan vardır. İslâm'ın mânâsının, mayasının içinde imtihan vardır. Yâni fedakarlığı nispetinde insanın müslümanlığı anlaşılacak, derecesi yükselecek, sevabı artacak.

"--Hadi kalk bakalım namaza!"

Uykuyu seven bir insanı, talebeler bilirler, talebe arkadaşlarını yurtlarda sabah namazına kaldıracak... Dürtersin dürtersin uyanmaz. Başına gidersin gidersin uyanmaz. Uykuyu seviyor. Geç yatmış, çocuk, delikanlı, uykusunu alamamış filan ama neticede uykuyu seviyor, hadi kaldır bakalım. Üç defa, beş defa gidersin... Bir o tarafa döner, bir bu tarafa döner. Eğer biraz karşısındakini zayıf görürse bağırır:

"--Eeeh, Çekil başımdan!"

Neden?.. Uykudan vazgeçemiyor.

Ama Allah-u Teàlâ Hazretleri uykuyu terk etmemizi emrediyor. Uyku zamanında uykuyu terk etmemizi emrediyor. Rahat zamanında rahatı terk etmemizi emrediyor. Bolluk zamanında yemememizi, içmememizi emretti de yemedik, içmedeki, sıcak da olsa, soğuk da olsa, ihtiyacımız da olsa, halsiz de düşsek, gözümüz de kararsa... E rabbımız yeme dedi. Bak karşında çeşit çeşit yemekler var yesene... Yiyemez. Allah'tan korkan insan yiyemez. Çünkü Rabbımız yeme dediği zaman yenmez.

"--Hadi bakalım cihad edin." dediği zaman ne mal kalıyor, ne can kalıyor ortada. O zaman gitmemek de olmaz. (El-firâru yevme'z-zahfi) "Savaştan kaçmak, savaş esnasında düşmandan kaçmak; veyahut cihada çağrıldığı zaman cihaddan i'râz etmek, yüz döndürmek, geri kalmak da en büyük günahlardan biridir."

"--Yâ Rabbi tam şimdi evimi yaptırmıştım, işimi yoluna koymuştum, maddi durumum da düzelmişti, keyfim de yerine gelmişti. Tam şu dünyadan kem alacak bir durumdaydım, sen cihadı emrettin, düşman çıktı karşıma..."

E gideceksin.

Can sevmek ile müyesser olmaz cânân,

Ya bundan ümid, ya tama' andan kes!

Canı sevmekle sevilene ulaşılmaz. Sevilenin rızasına ermek için ya candan geçeceksin, ya da sevilenin rızasına ulaşmaktan ümidini kes, olmaz. Öyle tembellikle, öyle yatmakla olmaz.

Para ister, fedâkarlık ister, onu yapacaksın. Can ister, canı vereceksin. Çünkü can da senin değil ki!.. Sen canın emanetçisisin. Canın emanetçisi olduğun için, onu korumakla vazifelisin. Kendi kendine onu tahrib ettiğin zaman en büyük günaha girip cehenneme gidersin Allah korusun. İntihar eden cehenneme gider. Neden?.. Allah'ın verdiği can emanetine hıyanetlik etti, canını korumadı. Can senin değil. "Cânı cânân dilemiş, vermemek olmaz el dil." Allah, sahibi ver şunu dediği zaman emanetin sahibi, vermemek olur mu, o zaman verecek, imtihandır.

Allah-u Teàlâ Hazretleri, biz aciz ve naçiz ve biçâre ve zayıf ümmetleri, ağır imtihanlarla imtihan etmesin...

Bizden büyükler, dedelerimiz, ecdâdımız, büyüklerimiz, selef-i salihinimiz çok kuvvetli insanlardı. O mübareklerden bir tanesi sabırdan böyle rahle üzerinde bahis açmış, vaaz ediyormuş da gelmiş ayağını akrep sokmuş. Sabırdan konuşurken ayağını gelmiş akrep sokmuş. Gık dememiş. Dişini sıkmış, gözünden yaş damlamış ama gık dememiş.

"--Aman efendim ayağınızı akrep soktu, ses çıkartmadınız?.." diyorlar, diyor ki:

"--Sabırdan bahsederken akrepten şikayet etmekten Allah'dan utandım." diyor. Onlar öyle insanlar.

Biz işte onların arkasından gelmiş böyle insanlarız. Allah-u Teàlâ Hazretleri onlara hayru'l-halef eylesin... O selef-i salihîne halef-i salih eylesin Allah-u Teàlâ Hazretleri cümlemizi...

Biz de o halde, Allah CC ve amme nevâlühû ve lâ ilâhe gayruhû Hazretleri'nin yolunda fedakârlık yapmayı öğreneceğiz. Maddî fedakarlığı yapmayı öğreneceğiz.

Utanıyorum... Şurada vaaza çıkıyorum, önüme kağıdı kouyorlar:

"--Filanca cami için para, falanca yer için pul, filanca yer için yardım..."

Yâ ben dilenci miyim?.. Nereden geldi bu başıma benim. Benim paraya ihtiyacım yok Allah'a hamd ü senâlar olsun. Cemaatin karşısına çık, gittiğin yerde para iste, gittiğin yerde para iste, şu iş yapılacak para verin, bu iş yapılacak para verin... Ama böyle oluyor.

Kâfirler İslâm'ı yıkmak için çuvalla para harcıyorlar. Mü'minler, Allah'ın dostları zırnık vermiyor. Bu da olmaz! Bu da İslâm'a yakışmaz! Kâfir oluk gibi para akıtıyor, mü'min sımsıkı avucunu kapatmış, cihan pehlivanları, demir kuşaklı pehlivanlar parmaklarını açamıyor. Aç bakalım içinde ne var, şu parayı ver. Açamaz... Öyle kuvvetli sıkmış ki avucunu böyle hadi bakalım şu parmakları bir pehlivan gelsin de açsın bakalım bu müslümanın elini de para... Para vermeye alışacağız, fedakârlık etmeye alışacağız.

Vallàhi ve billâhi ve tallàhi, vermekten mal azalmaz!.. Vallàhi azalmaz. Hem eski kitaplarda okunmuş, biliniyor, görülüyor, yazılmış, kaidedir, mâlûm bir şeydir ki, Allah-u Teàlâ Hazretleri münfik olana, infak edene verdiğinin fazlasını verir.

RS. 550 (Allàhümme a'ti münfikan halefen ve a'ti mümsiken telefâ.) ["Yâ Rabbi, infak edenin malına halef ver; imsak edenin, cimrilik edenin malını telef et!" diye, her sabah iki melek dua eder.]

Çimenleri biçtiğin zaman ne oluyor? Çimenler daha gür çıkıyor. Çimenleri biçmediğin zaman ne oluyor? Çimenler yozlaşıyor. Ağacı budadığın zaman ne oluyor? Meyva daha bol geliyor. Ağacı budamadığın zaman ne oluyor?.. Ağaç kuruyor, bozuluyor. Vallàhi sadakayla, hayırla mal azalmaz!

Allah-u Teàlâ Hazretleri sana senin verdiğinden, senin şuuruna göre, daha fazlasını verir, daha üstününü verir, daha güzelini verir.

"--Hocam, acaba ahirette mi verir?.."

Hem dünyada verir, hem ahirette verir. Ahirette verse yeter de bize Kur'an-ı Kerim'de kendisi öğretmiş ki, bismi'llâhi'r-rahmâni'r-rahîm:

(Rabbenâ âtinâ fi'd-dünyâ haseneten ve fi'l-âhireti haseneten ve kınâ azâbe'n-nâr.) "Yâ Rabbi biz zayıf kullarız, bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru!" (Bakara: 201)

Mâdem öyle istememizi istiyor; yâ Rabbi sen bize dünyada da ver, ahirette de ver... Dünyada da hiç kimsenin önünde hor zelil etme... Kimsenin karşısında boyun büktürme... Elpençe divan durdurma... Kimseye el açtırma... Kimseye yüz suyu döktürme... Alnının akıyla, yüzünün beyazlığıyla, şerefiyle, haysiyetiyle, has halis müslüman olarak yaşamayı nasib eyle... Ve böyle müslümanların fedakârlıklarıyla İslâm'ı gayrının yardımından müstağnî eyle yâ Rabbi... Müslümanlar yardım yapacak, İslâm müstağnî olacak.

Dua ediyorlar:

(Allàhümme eizze'l-islâme ve'l-müslimîn) "Yâ Rabbi İslâm'ı ve müslümanları aziz eyle..." İslâm zaten aziz! İslâm'ın kendisi aziz. "Yere düşmekle cevher, sakıt olmaz kadr-ü kıymetten!" İslâm bugün ayaklar altında kalmışsa bir yakut, bir zümrüt, bir zeberced, bir pırlanta çamurun içine düşmüş. "Tamam çamurlandı, at onu." der misin?.. "Elmastır, ne olacak hocam şöyle bir siliverirsin, yine pırıl pırıl, ışıl ışıl ışıldar. Elmastır, yere düşmekle cevher sakıt olmaz kadr-ü kıymetten."

Bu devrin nâdanları, bu zamane cahilleri, bu zamane edepsizleri, Allah'ın nimetlerini yeyip de utanmadan Allah'a âsî gelen insanlar Allah'ın bize en büyük ikramı olan İslâm'ın kadrini, kıymetini bilmiyorlarsa, islâm'ın izzetine bir eksiklik gelir mi?.. Hâşâ, hâşâ sümme hâşâ... İslâm pırıl pırıl orada durur, güneş balçıkla sıvanmaz. Ona küfreden, ona asi gelen, ona karşı gelen, ona şirk koşan zelil olur. Hem dünyada zelil olur, hem ahirette zelil olur. Karun gibi zengin olsa konağı başına yıkılır. Firavun gibi orduların başı olsa denizin dibini boylar.

(Eleyse lî mülkü mısra ve hâzihi'l-enhâru tecrî min tahtî) "Şu mülk-ü Mısır, şu Mısır'ın koca uçsuz bucaksız arazileri benim değil mi? Şu alt tarafından şaldır şaldır akan nil nehri, kolları vs. benim hükmümde değil mi?" (Zuhruf: 51) dedi, tanrılık davasında, iddiasında bulundu.

"--Size benden daha uygun ilâh olmaz." dedi. "O Mûsa'nın, iman edin dediği şeyin bir takım tasvirleri olması lâzım değil mi? Heykelleri olması gerekmez mi? Görünmeyen şeye mi tapılır, şöyle görünse ya." dedi. Mantığa bak!..

Muhterem kardeşlerim iki tane mantık var. Bir iman mantığı var, bir küfür mantığı var. Eskiden de vardı, şimdi de var, kıyamete kadar da var olacak. İman mantığı: Allah insana hakiki iman gözlüğü vermişse hakkı görür. Kâfir de görür ama çarpık görür, ters görür.

Allah-u Teàlâ Hazretleri bir kavmi doğru yola hidayet etmek için peygamber gönderiyor, kavim ona diyor ki:

"--Sen cahilsin. Sende sefahet görüyoruz, akıl noksanlığı görüyoruz. Sende dalâlet görüyoruz."

Sübhânallah!.. Kavim dalâlette, Allah peygamber göndermiş, kavim peygamberlerine diyor ki: "Biz seni ancak dalâlet üzere görüyoruz, sapıtmışsın sen." diyorlar.

Bugün de müslümanlara aynı şeyi diyorlar. Değişen bir şey yok. Tarih tekerrürden ibaret. Değişen hiç bir şey yok. Bugün müslümanlara gülüyor, adam kurnaz kurnaz gülüyor. Çok bilgiç gibi. Yâni tahsil yapmış filan, Avrupa görmüş filan bir kimse olarak gülüyor; kendisini doğru yolda sanıyor, ötekisini yanlış yolda sanıyor. Bu dünya için çalışıyor, anlayacak. Temennî ederiz ki, bizim de çalışmamız lâzım, İslâm'ı öğrenecek, bir zaman gelecek anlayacak inşâallah.

Madem ki Allah-u Teàlâ Hazretleri bayram gününde lütfunu ihsânını, rahmetinin kapılarını açmış, deryâ-yı keremi cûşa gelmiş, müslümanları bağışlıyor, dünya ve ahiretin hayırlarını müslümanlara ihsân ediyor; o halde biz müslümanlar da:

(Tehallakù bi-ahlâkı'llàh) Allah'ın güzel o ahlâkı ile ahlâklanması lâzım müslümanların da. Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin işaret ettiği tarzda olması lâzım, kesesini açacak. Allah yolunda fedakarlık yapacak. Bedenen koşturacak, mali bakımdan yardım yapacak, müslümanları aziz edecek. İslâm zaten aziz. Müslümanlar zelil. Çalışmamışlar, müesseselerini kurmamışlar, asra intibak edememişler.

Mehmed Akif'in şiirlerini alın. Geçtiğimiz asrın İslâm mütefekkirlerinin konuşmalarını alın, hepsinin aklı fikri asrın ilmine müslümanların intibak etmesi. Bunu söylemişler boyna:

"--Yâ ahiret de lâzım ama şu dünyanın şu tekniğini de, teknolojisini de öğrenin!" filan diye.

Bir asırdır, iki asırdır konuş konuş konuş, bu millete tesir etmemiş. Hala ibtidâi... Türkiye'yi demiyorum. İslâm sadece Türkiye'den ibaret değil ki. Birçok diyarları var; Afrika var, Asya var, Hindistan var, Pakistan var, Endonezya var, Malezya var... Her yerde müslümanlar zelil, her yerde mağdur, her yerde aldatılmış, her yerde ezilmiş, her yerde sömürülmüş, her yerde zulme uğratılmış... Her yerde... Nereye gitsen tarih boyunca yaşadıkları ülkelerde, çoğunluk oldukları ülkelerde bile baskı altında. Azınlık olduğu ülkelerde, zaten tozunu çıkartıyorlar. Halıya vurup da tozunu çıkartır gibi, canını çıkartıyorlar.

Bir rahat yolu var, bir tek rahat yolu var müslümanlar için: İslâm'dan vazgeçti mi, İslâm'dan ayrıldı mı rahat... Müslüman İslâm'dan vazgeçti mi rahat. Komünist ülkede, komünizme râzı oldu mu rahat. Komünist partisine kaydoldu mu şerefli, itibarlı... Camiden kesildi mi, imanından koptu mu alkışlanıyor, bayraklaştırılıyor, radyolarda konuşturuluyor. Başka ülkelerde, mevcut emperyalist şeylere ayak uydurdu mu, rahat... İslâm için çalıştı mı, Allah'ın yolunu sevdi mi, Rasûlüllah'ın muhabbeti gönlüne yerleşti mi, dağdan aşağıya güldür güldür inen seller gibi, belâlar üstüne yağıyor. Sadaka rasûlü'llàh fî mâ kàl, ev kemà kàl...

Ne yapacağız? "Yâ Râb!" diyeceğiz, bir de yardımlaşacağız. Bir de mü'minler birbirleriyle yardımlaşacak. Çünkü Allah dünyayı imtihan dünyası yapmış.

(Ve lev şâe rabbüke leâmene men fi'l-ardı küllühüm cemîà.) Şu ayet-i kerimedeki te'kidlere bakın: (Ve lev şâe rabbüke) "Eğer Rabbin isteseydi (leâmene) muhakkak ki iman ederdi (men fi'l-ardi) yeryüzünde ne kadar akıllı mahluk varsa, akıl sahibi varsa, hepsi iman ederdi, (küllühüm) eksiksiz hepsi, (cemiâ) toptan, mutlaka iman ederdi." (Yunus: 99)

Öyle yapmamış Rabbimiz, imtihan için serbest bırakmış sahayı. İmtihan oluyoruz, imtihan oluyorsunuz, imtihan oluyorlar...

Parayı saklarsan hesabını verirsin. Gayretten geri durursan, tembellik edersen hesabını verirsin. Orada müslümanlar mağdur, sen burada rahat... Senin burada yediğin yemekler buzdolaplarına sığmıyor, fazlaları çöp tenekelerine atılıyor... Çöp tenekeleri az geliyor, bidonlara konuluyor, bidonlar yemek artıklarıyla dolu... Öbür tarafta Afrika'daki insanların derileri kemiklerine yapışmış, açlıktan, susuzluktan kırılıyor. Kim?.. Müslüman. Zaten Hıristiyan olsa, misyonerler oraya yardımı yağdırıyorlar. Neden?.. Hıristiyanlar, yahudiler birbirlerine yardım ediyor, Allah'ın dostu olan müslümanların birbirinden haberi yok... Öyle dostluk olur mu? Öyle kardeşlik olur mu?..

Allah-u Teàlâ Hazretleri:

(İnneme'l-mü'minûne ihvetün) "Müslümanlar ancak ve ancak kardeştir." (Hucurat: 10) buyurmadı mı?.. Biz birbirimizin kardeşi değil miyiz?

"--Hocam, ne bileyim ben, dünyanın öteki ucundaki insanlar ne haldedir?.."

Bugün dünya senin eskiden sandığın kadar büyük değil. Sabah namazını Mekke-i Mükerreme'de kılıyorsun, öğle namazı İstanbul'da... Eskiden üç ayda gidilir, üç ayda gelinirdi, altı ay. Hacca gidecek insanın ailesinin bir yıllık nafakasını bırakması gerekirdi, gittikten sonra geride şey olmasın diye. Çöllerden geçilirdi, deveyle gitse deveye ot lâzım, su lâzım. Yaya gitse bu ayaklar patlar, topuklar yarılır... İnsanlar çölde, hac yollarında telef olurlardı. On sekiz saat yürümek zorunda oldukları yerler olurdu. Bu ak sakallı, kambur, ihtiyar amcalar oralardan nasıl geçecekler? Su yok... Bazı yerleri anlatıyorlar:

"--Kazarsın, su çıkar ama hayvan bile içmez." diyor, tuzlu su.

On sekiz saat, beyaban çölden haydi bakalım yürü!.. Hasbüna'llàhu ve ni'me'l-vekîl... Tevekkeltü ale'llàh... Yürüyecek, yürüyecek, yürüyecek de haccedecek.

Şimdi öyle mi?.. Uçağa atlıyorsun, önüne meşrubat geliyor, onu içiyorsun; su geliyor, onu içiyorsun... Canın sıkılırsa, yürüyorsun. Abdestin sıkışırsa, abdest alıyorsun... Yemek getiriyorlar, etli mi istersin, sütlü mü istersin, tatlı mı istersin hepsi üzerinde. Ondan sonra aşağıya iniyorsun her türlü konfor hazır.

Uçaktan indikten sonra oh serin bir yere sokuyorlar insanı. Körüklü yoldan geçiyorsun iki katlı otobüse. Otobüsün altı makaslı, ikinci kata kadar çıkmış. Seni oradan aldıktan sonra makası iniyor, hoop toprak seviyesine. Oradan püfür püfür serin şey esiyor. Dışarıda çok korkunç sıcak var ama içeride üşüyorsun. Serin hava esiyor, soğutuluyor hava.

Oradan gidiyorsun, Harem-i Şerif'e gitsen, Harem-i Şerif'te her köşede buzlu zemzem. Harıl harıl hizmetçiler çalışıyor, boyna buz atıyorlar bidonların içine, oraya bedava bardaklar koymuşlar. Altından düğmesine basıyorsun, buz gibi zemzemi içiyorsun...

Bu hac, bu umre nerede; dedelerimizin yaptığı haclar, umreler nerede?.. Cihaddan üstün. Cihad yapmamış insan için bir hac ve umre cihaddan daha sevaplı. Hac vazifesini yapmamış bir insan için, hac önemli oluyor. Hac vazifesini yapmışsa, tabii cihada gitmek, harb varsa harbe gitmek daha sevaplı oluyor. Meşakkat bakımından yakın çünkü... Ha düşmanın karşısında o vadi senin, bu tepe benim, ineceksin, çıkacaksın, çarpışacaksın, kılıç vuruşturacaksın, ok atacaksın, yaralanacaksın, inleyeceksin, "Aman yâ Rabbi!" diyeceksin... Ha da hac yollarında geceleri meşaleleri yakıp "Yâ Allah!" diye diye yollara revân olacaksın, kumlara batacaksın, tozlara bulaşacaksın, terleyeceksin, soğuyacaksın, saçların keçeleşecek, hacca varacaksın, döneceksin, Arafatlarda yanacaksın, yakılacaksın, geleceksin... İkisinin meşakkati denk gibiymiş. Şimdi her şey rahat.

Bu zamane müslümanlığı kolay ama müslümanlar öyle bir halde ki: Yâ biz senden canını istemiyoruz, malının kökünü de istemiyoruz, gıdanın kesilmesini de istemiyoruz, şu fazlasından versene. Sen o fazlayı nereden gördün? Ben onu tam götürüp bankaya saklayacaktım, geldin, benim fazla malıma göz dikiyorsun. Nereden gördün hocam yâ şu paranın fazlasını. Ne yapacasın karnın tok, evin var, imkânın yerinde... Niye bunu Allah yolunda vermiyorsun?

Demek ki madem bayramda Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin ikramı, ihsanı cûşa geliyormuş, üstümüze saçılıyormuş, zengin fakir herkes istifade ediyormuş, hepimiz de istiyoruz ki bize de isabet etsin. Ben zenginim deyip de geri durmak isteyen var mı? Herkes Allah'ın rahmetinden, fazlından, kereminden bol bol almak istiyor. O halde sen de cömert ol. Hem de gelip geçici yaz yağmuru gibi değil. Bu tarafa yağar, öbür tarafa yağmaz. Şaldır şaldır yağar, ondan sonra bir geçer, gene yağmur yağdığı, yağmadığı anlaşılmaz. Devamlı ol, aşağıdaki toprağı besle, bitkiler büyüsün, ortalık yeşillensin. Hayrını daimi yap.

Ramazanda müslüman ol, Ramazandan sonra yakalayabilirsen aşk olsun. Hadi bakalım nerede ya... Bu cami sabaha kadar dolar taşardı, koca camileri diyorum, bizim bu cami ayrı. Bizim bu cami dualı camidir elhamdü lillah, ayrı ama başka büyük camiler: Ya burası dolardı nerede o cemaat? Okullar tatil olunca hocam hepsi yazlığa gidecekler. Okullar da tatil oldu, yoruldular, yazlığa gidecekler. Orada hanımlar soyunacak, beyler soyunacak, denize girecekler.

"--Deniz şifalıymış hocam, doktorlar öyle söylüyor. Güneş'in ültraviyole ışınları varmış, vücuda çok faydalıymış, kömür gibi bir otarafa, bir otara ızgarada kebap yapar gibi bu vücutlar dönecek, vücut sıhhat kazanacak..."

Onu hiç kaçırmıyor millet. Yâni küfrün mantığı müslümanları kaplamış duman gibi. Burnundan girmiş, kalağından girmiş, dimağının hücrelerine kadar işlemiş. Müslüman camide zor müslüman. Tam değil, camide zor müslüman. Safı birazcık böyle aralık görür de ben de şuraya sığayım, kalabalık safı Allah sever, Peygamber Efendimiz tavsiye etmiş, şuraya sığayım dediğin zaman bir sağdaki, bir soldaki bir hışımla bakıyor ki eriyorsun. Aman neme lâzım en arka safta kılayım, yeter ki bu kardeşim bana darılmasın diyorsun. E ne oldu muhabbet?.. Müslüman camide bile müslüman değil yâni. Zar zor müslüman. Anadan, babadan, dededen görme adetleri yaparsa yapıyor. Tesbihi çekiyoruz, duaları yapıyoruz vs. muhabbet yok. Caminin o cemaati ona dargın, bu cemaati buna dargın, müezzin imama dargın --Affedersiniz, yâni burası için değil.-- İki tane, üç tane imam varsa o imam o imama küskün, vaiz geldiği zaman şeyle selamlaşmaz, cemaat şöyle böyle... Müslümanlar caminin içinde böyle. Dışarıda müslümanlık yok. İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciûn. Bir zamanlar varmış hocam, ne güzelmiş ama İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciûn nasıl insanlar bir zaman gelip ölüyorlarsa sanki ölmüş dışarıda müslümanlık. Halbuki bir müslüman camide de müslümandır. Caminin kapısından çıktığı zaman İslâm'dan soyunulmaz ki. Bu camideki imam cübbesi değil ki. Çıkart, çengele as dışarıda imam olduğu belli olmaz insanın. Başa takılan sarık ve kavuk değil ki dolaba koyduğun zaman kapıdan çıkarken cemaatten bir fert gibi anlaşılmaz. Müslümanlık insanın kalbinde olacak. Kalbinde olmazsa kıymeti yok. Dilinde olsa kıymeti yok. Kalbinde olacak. İnsanın kalbine kökleşmiş, temellenmiş olacak, yerleşmiş olacak. Kapıdan çıktığı zaman da müslüman, ticarethanesine gittiği zaman da müslüman, sokakta yürürken de müslüman, otobüse bindiği zaman da müslüman, ailesinin yanına vardığı zaman da müslüman...

Her işinde bir İslâm'ca olmak var, bir de küfürce olmak var. İki ihtimal: Bir imanın mantığı var, bir küfrün mantığı var. Bir menfaat kaygısı var, bir iman endişesi var. Bir Allah'ın rızasını kazanma çalışması var, bir de dünyanın sonu, ardı arkası gelmez, kesilmez endişeleri, hesapları, kaygıları vs.leri var. Allah bizim imanımızı hakiki iman eylesin...

Gelinin yüzünü, gelin süsleyiciler allıkla süslemiş, gözünü boyamış, kirpiklerini sürmelemiş, saçlarını taramış, üstüne elbiseleri giymiş vs... Ama bu yıkandı mı gider. Yüzünü yıkadığı zaman yüzünün zineti gider. Allah yıkandığı zaman gitmeyen hakiki tabî güzellik versin insana... Yâni insanın içinden kazınmayan, silinmeyen hakiki bir müslüman olması lâzım, has müslüman olması lâzım.

Muhterem kardeşlerim! "Sabah namazını kıldıktan sonra..." diyor Peygamber SAS Hazretleri... Tirmizî'nin hasen hadis-i şerîfi. Yâni hadis âlimleri incelemişler, bu hadis-i şerîf sağlamdır demişler. Başka hadis-i şerîfler de var. "Kim sabah namazından sonra oturur da Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin zikriyle, fikriyle meşgul olursa..." Neden? Vaktinin bir kısmını rabbına tahsis etmeyi öğreniyor, rabbıyla tanışmayı öğreniyor. Rabbimiz buyuruyor ki Kur'an-ı Kerim'de:

(Ve nahnü akrabu ileyhi min habli'l-verîd) "Biz kullarımıza onların şah damarından bile daha yakınız." (Kaf: 16) Divâne olur insan... Bunun mânâsını doğru düzgün düşündüğü zaman ayağı dolaşır, ne yapacağını şaşırır insan.

(Ve hüve meaküm eyne mâ küntüm) "Hey kullar! Nerede olursanız olun Allah sizin yanınızda!" (Hadîd: 4) Nerede olursanız olun... Sahilde, dağda, plajda, denizde, ovada, çarşıda, pazarda, dükkanda, insanların gördüğü yerde, görmediği yerde... her yerde Allah-u Teàlâ Hazretleri hàzır ve nàzır ve görüyor.

(Fein lem tekün terâhu feinnehû yerâke) "Sen onu görmüyorsun, o seni görüyor."

Allah-u Teàlâ Hazretleri bize bu kadar yakın. Sübhànallah!.. Biz de ondan fersah, fersah, fersah, fersah, fersah uzağız. Ne bilmecedir, ne acaib iştir ki rabbımız bize şah damarımızdan daha yakın, biz de ona Kafdağı'ndan daha uzağız. Akıl almaz bir bilmece. O bize yakın, biz ondan uzağız. Neden? Tanımıyoruz ki, tanışmıyoruz ki, düşünmüyoruz ki, bakmıyoruz ki... Dünya bizi aldatmış, tutturmuşuz bir yol, binmişiz bir alâmete gidiyoruz kıyamete. Hepimizin işi bu. Sabah bir telaş...

"--Nereye? Ne tarafa hayrola?.."

"--Nereyesi var mı memuriyete gidiyorum. Mesai var, imza var. Geç kaldım mı maaş gider hocam. Biz senin gibi aylak adam değiliz, maaş gider."

"--Pekiyi hadi bakalım sen git!"

"--Sen nereye gidiyorsun?.."

"--Benim dükkanım var."

"--E biraz ibadet etsen..."

"--Hocam bütün dükkancılar açıyorlar. Şimdi ben geç açarsam, müşterilerin hepsini onlar kaparlar. Çoluk çocuk var evde, para kazanacağız."

Hadi o da oraya gidiyor. Herkes bir tarafa gidiyor, bir insanı bir camiye kapatsan biraz, kaldın mı şimdi baş başa yapayalnız. Ne yapacağını şaşırıyor. Sohbete alışmamış ki, konuşmasını bilmiyor ki yabani. Yâ ülfetten sohbetten hiç nasibin yok mu senin? Hiç ülfet bilmez misin, muhabbet bilmez misin, sohbet bilmez misin, ......... bilmez misin? İşte insan onu öğrenmeli. Çünkü o bize yakın. Çünkü biz çalışırsak ona yaklaşırız.

Şöyle bir insan sabah namazından sonra oturursa, Allah'ı zikrederse... Zikretmek ne demek? Zikrin derece derece, kademe kademe mertebeleri vardır. Kelime mânâsı anmak, hatırlamak demek. "Rabbini zikrederse" ne demek? Rabbini anarsa, yâdında tutarsa, hatırlarsa demek. Rabbini anmak, rabbı hatırında olmak, Rabbinin kendisini gördüğünün idrakinde olmak, Rabbinin kendisine şah damarından daha yakın olduğunu bilmek, Rabbinin söylediği sözü duyduğunu bilmek, yaptığı işin hesabını ona vereceğini bilmek, bir gün kendisinin onun huzurunda bu dünyada işlediği her şeyden sorgu ve suale çekileceğini düşünmek. Mahkeme-i kübrâda: "Sen bunu niye böyle yaptın ey kulum, niye böyle yaptın ey kulum, niye böyle yaptın ey kulum?" diye her şeyden sorgu açılacağını ve hepsine terleye terleye, alnından boncuk boncuk terler şakaklarından aşağıya döküle döküle çare bulmak, cevap vermek zorunda olduğunu düşünmek.

Allah-u Teàlâ Hazretleri o şuurda olmamızı istiyor, o şuurda olması lâzım müslümanların. Alışmamışlar. O da olmayınca, insanın içinde o iman iyice yerleşmiş olmayınca insan iyi insan olmuyor, iyi müslüman olmuyor.

Onun için düşündüm, taşındım, müslümanların toplu halde bulundukları yerlerde hallerine bakıyorum; sübhânallah! Peygamber Efendimiz SAS'in muvacehe-i saadetinde, şebeke-i saadetinin önünde, türbesinin parmaklıklarının önünde kavga ediyor. Kendine gel. Kimin huzurundasın? Farkında değil ki adam. Rasûlüllah Efendimiz'in karşısında kavga ediyor. Bari incirin çekirdeğini doldursa kavga ettiği şey. Beytullah'ta kavga ediyor, tavafta kavga ediyor. Tavaf namazdan daha kıymetli, tavafta kavga ediyor. Şuur yok. Anladım ki şuur olması lâzım. Şuur nasıl gelir? Muhterem kardeşlerim şuur insana ilm-i Tasavvuf ile gelir.

..........

Bugün insanlar tasavvuftan kaçıyorlar. Kimler?.. Müslümanlar. Kimler? Arapça okumuşlar. Kimler? Mektep, medrese görmüşler. Kimler? Arap diyarlarına gitmişler, gelmişler. Kimler? Kur'an-ı Kerim'in biraz ayetlerinden, ibaresinden anlayanlar... Nasıl kaçıyorlar, bucak bucak... Olmaz! Bu kalbin ahvâlini ıslah etmeden olmaz.

(İz karrabâ kurbânen) "Hazret-i Âdem AS'ın iki tane oğlu, kurban takdim ettiler Allah-u Teàlâ Hazretleri'ne. (Fetukubbile min ehadihimâ ve lem yütekabbel mine'l-âhar) Birisinden kabul etti Allah kurbanını, ötekisininki kabul olmadı." İkisi de kurban takdim etti de, birisininki neden kabul olmadı?..

(İnnemâ yetekabbelu'llàhu mine'l-müttakîn.) "Allah CC amelleri ancak müttakî kullardan kabul eder, başkasından kabul etmez." (Mâide: 27) Boşuna uğraşma!..

"--Boşuna uğraşma diyorsun yâni hocam ben ibadetten mi kesileyim?.."

O da olmaz. Nereye kaçarsan kaç, nereye defolursan ol, Allah'tan nereye kaçacaksın?

(Fefirrû ila'llàh) [O halde Allah'a koşun!] (Zâriyât: 50) Allah'tan Allah'a kaçacaksın.

...............

(Eùzü bi-afvike min sahatike. Eûzü minke ileyke) "Yâ Rabbi senden sana sığınırım. Senin azabından, ikabından senin rahmetine sağınırım." Allah'tan yine Allah'a sığınacağız.

"Yâ rabbi bilirim ki, okumuşum ki kahrın, gazabın, celalin var. Kahredersin. Kavimleri kahretmişsin, helak etmişsin, dilersen beni de helak edersin. Senin rahmetine sığınırım yâ Rabbi!" dersin, başka bir çare yoktur.

Allah'tan kaçmakta bir fayda yoktur. Nereye kaçacaksın?

(Eyne'l-mefer?) "Firar ne tarafa, ne tarafa kaçarsın?" (Kıyâmet: 10) Her taraf Allah'ın mülkü nereye kaçıyorsun, cahil?.. Nereye kaçıyorsun, Allah'tan ne diye kaçıyorsun?.. Sonra, utanmıyor musun Allah'ın nimetlerini yiyorsun, gene ondan kaçıyorsun. E yeme nimetini, çık mülkünden. Mümkün değil. O zaman kul ol. Terbiyeni takın, edebini takın. O zaman verdiği nimetlere şükret. Senin varlığın senden mi? Ne bileyim hocam ben küçücük bir bebekken işte dünyaya nasıl geldiysem gelmişim, hiçbir şeyden haberim yokken sonra bu halde buldum kendimi. Haa... Varlık senden değil. Nimet?.. Nimetler de senden değil. Verirse sevine sevine alıyorsun, vermediği zaman kıvrım kıvrım kıvranıyorsun. Çare yok. Kimisi bulmuyor nimetleri de ölüyor. Sana da vermese sen de ölürsün. Nimet de senden değil, varlık da senden değil.

Akıl?.. Akıl da senden değil ve pamuk ipliğiyle bağlı sana. Pamuk ipliğiyle bağlı. Şöyle rabbımız birazcık rahmetini, tecellisini kısıverse, aklın birazcık bir gidiverse o koca vücudun, dağ gibi vücudun, pazuların, adelelerin, kilon, gücün kuvvetin beş para etmez. Seni seven yakınların, akraban, anan baban, kardeşlerin, evlatların seni göz yaşları içinde dört taraftan sararlar, ellerinden, ayaklarından tutarlar, zincirlere vururlar. Neden? Aklı gitti, ne yapacağı belli olmaz.

"--E aman hocam bu akıl sağlam dursun, sımsıkı bağlayalım."

Kafanın etrafına sarık sarmakla akıl orada durmaz. Allah'ın bir lütfu. Bir tecellîsi bir anda gitti mi vücut, varlık, bilgi... Üç tane fakülte bitirmişti bu adam, ne alim adamdı ama hocam eskidendi, şimdi Allah böyle bir cünûn verdi, mecnun olarak dolaşıyor, bir işe yaramaz.

Akıl senin değil, nimet senin değil, nimet senin değil, varlık senin değil, istikbal senin değil...

"--Yarın ne yapacaksın?.."

"--Ne bileyim... Yarının sahibi Allah!"

Yarının sahibi de Allah, bu günün sahibi de Allah, dünün sahibi de Allah... Lafı ne geveleyip duruyorsun her şeyin sahibi Allah. Sen Allah'ın aciz naçiz bir kulusun. Karınca gibisin. Karıncadan biraz büyüksün ama dünyaya nisbet edildiğin zaman yine küçüksün. Mikroptan biraz büyüksün ama işte arada bir fark yok. Yâni sen de Allah'ın bir yaratığısın, o da Allah'ın bir yaratığı. Bazen sivrisinek karşısında aciz kalıyorsun. Mikrop girmiş vücuda... Nereden girdi kim bilir, ağızdan mı, burundan mı?.. Koca dağ gibi adam devriliyor.

Madem ki hiçbir şey senin değil, o halde mülkün sahibine teslim ol. Edebini takın, edepsizliği bırak. Ramazanda öğrenmedin mi Allah-u Teàlâ Hazretleri'ne kulluk etmeyi? Görmedin mi bak hiç kimse kimseye bakmıyor, camiler de kalabalık. Görmedin mi nasıl namaz kılınıyor, görmedin mi nasıl Allah'a ibadet ediliyor? Nasıl bazı şuurlu kullar Kur'an okurken ağlıyorlar, gözyaşı döküyorlar. Görmedin mi nasıl böyle yana yakıla böyle Allah'a has halis ibadet eden insanlar var?.. Evet. İşte onu devam ettireceksin. Alıştığını bırakma, tutuğunu kaçırma.

Çekmişsin bir balık, gelmiş karşına. Oltayı tam böyle kaldırırken "Aman ne güzel balık..." filan derken cup tekrar denize, hadi elinden kaçtı. Olmaz.

Allah-u Teàlâ Hazretleri madem ki takvâ ehlinden kabul ediyormuş, o halde hepimizin takvayı öğrenmemiz lâzım mı, lâzım çünkü takvâ ehlinden kabul ediyor. Şartı o. Üniversiteye girişin şartı nedir? Lise diploması almış olmak. Kıldığımız namazların, tuttuğumuz oruçların, verdiğimiz sadakaların, yaptığımız hayırların kabul olma şartı neymiş? Takvâ. Şartı takvâymış. "Kabul edeceğim ama takvân var mı? Göster. Şehadetnâmeni çıkart, vesîkanı ibrâz et, takvân varsa şu namazını kabul edeceğim, orucunu kabul edeceğim, şu ibadetini kabul edeceğim, seni lütfuma, ihsânıma erdireceğim."

Bismillâhi'r-rahmâni'r-rahîm:

(Yâ eyyühe'llezîne âmenû kütibe aleykümü's-sıyâmü kemâ kütibe ale'llezîne min kabliküm lealleküm tettekùn.) "Ey iman edenler, ey Allah'a inancı olanlar, ey böyle bocalamayıp da Allah'ın varlığını anlayıp da ona bağlanmış olan insanlar! Sizin üzerinize namaz farz kılındı. Yazıldı üstünüze, boynunuza vazife olarak, bir ibadet olarak, şerefli bir ibadet olarak, şâhâne bir ibadet olarak, nefis bir ibadet olarak sizin boynunuza oruç yazıldı. (Lealleküm tettekûn) Ola ki oruç tutarsınız da bu bir ay içinde bir değil, iki değil, üç değil, dört değil, beş değil, otuz gün çalışa çalışa, mümarese yapa yapa ola ki takvâyı öğrenirsiniz." (Bakara: 183)

Ey cemaat-i müslimîn! Şu geçtiğimiz bir aylık Ramazan içinde takvâyı öğrendiniz mi?

(İnnemâ yetekabbela'llàhu mine'l-müttakîn) "Allah sadece takvâ ehlinden kabul ediyor." (Mâide: 27)

Takvâ ne demek? Takvâ: Bir insanın sakınması, çekinmesi, titizlenmesi demek. Allah, yaptığı işi düşüne taşına yapan, sakına çekine yapan, Allah'ın kahrından, azabından, mekrinden korkan kulların ibadetini kabul eder.

(Ve mekerû ve mekera'llàh) [Onlar tuzak kurdular, Allah da onların tuzaklarını bozdu.] (Âl-i İmran: 54) Allah kulların münafıklığını, edepsizliğini, fasıklığını bilir, görür. Onun edepsizliğinin durumuna göre, ona muamele yapar.

Zengin ve cebbâr bir zalim, o ceberutluğunu ve zalimliğini yaparken, ilk başta ona sopanın ucunu göstermez. İlk başta sopa küt kafasına inse; "Aman yâ Rabbi ben acizim, her şey senden." diyecek, yola gelecek. Salıverir, salıverir, salıverir... O da sanır ki: "Ben yeryüzünde her şeye kàdirim, her şeyi yaparım, asarım, keserim." Ondan sonra, kafasına Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin hışmı bir iner, tuzla buz olur. Mühlet verir, fırsat verir, sonra müdafaaya mecal bırakmaz. "Ben sana o kadar fırsat verdim..."

Şu Firavun'un kavminin halini okuyoruz da Kur'an-ı Kerim'de, muhterem kardeşlerim, Rabbimiz'in rahmeti o kadar geniş ki, hilmi, halimliği o kadar engin ki... Ben hayret ediyorum. Yâni, Mûsâ AS'ın kavmine azab pattadak mı gelmiş? Hayır.

Seneler senesi mühlet verilmiş. Bir kere ne olmuş? Mûsâ AS'ı göndermiş Allah, Hârun AS'la beraber:

"--Firavun'a git, yaptığı işin doğru olmadığını anlat."

Gönderilen şahıs:

"--Ben tanrıyım, Mısır ahalisi bana tapması lâzım! Ben Mısır'ın ilahıyım!" diyor.

"--Git, ona nasihat et!" diyor Allah-u Teàlâ Hazretleri. Dilese kahreder.

Bundan bize ders çıkıyor muhterem kardeşlerim. Biz Kur'an-ı Kerim'i öyle paldır küldür ayetlerinden okumayalım, mânâsına nüfûz edelim!.. Sen de evladına müşfik davran! Sen de komşuna öyle müşfik davran! Firavun, tanrılık davasında bulunuyor da, Allah-u Teàlâ Hazretleri Mûsâ ve Hârun AS'ı onlara gönderdiği zaman buyuruyor ki:

(Fekùlâ lehû kavlen leyyinâ) "Ona yumuşak yumuşak söyleyin!" diyor.

"--Bre zalim, bre hain, bre Allah'tan korkmaz, utanmaz, alçak, edepsiz! Sen aciz bir kulken nasıl tanrılık iddiasında bulunursun, ben senin hakkından gelirim!" deyin demiyor Allah.

(Fekùlâ lehû kavlen leyyinâ) "Yumuşak söz söyleyin! (Leallehû yetezekkerû ev yahşâ) Ola ki, belki gerçekleri hatırlar." Çünkü iman insanın fıtratında vardır, mayasında vardır, akıl ve mantık, hilkat ve yaratılış insanı doğru yola sevk etmeye göre ayarlıdır. "Belki gerçekleri hatırlar ve Allah'tan korkar." (Tàhâ: 44)

"--Yâ ben ne ettim be, şu dünya menfaati için Allah'ı darıltmaya değer mi? Böyle edepsizlikler yapmaya değer mi?.." diye tevbe etse, azab olmayacak.

Mûsâ AS ile karşılıklı konuşuyorlar. Mûsâ AS'ın durumunu anlayınca, etrafındakilere diyor ki:

(Zerûnî aktül mûsâ) "Yâ ben şu adamı öldüreyim." diyor.

Mûsâ AS sıradan adam değil, sarayda yetişmiş, görgülü adam. Allah, düşmanına yetiştirtmiş dostunu...

(İnna'llàhe yüeyyidü hâze'd-dîne bi-racülin fâcir.) Sen Allah'ın dinine ister yardım et, ister etme; "Allah dilerse bu dine kâfiri de hizmet ettirir, zalimi de hizmet ettirir." Sen hizmet etmediğinle mahrum kalırsın, fırsatı kaçırmış olursun. Facir insanla bile bu dine Allah dilerse hizmet ettirir, sen ne sanıyorsun kendini?

Firavun'a beslettirdi Allah Mûsâ AS'ı. Öyle ibretler var ki... Anası doğurduğu zaman, "Bunu da öldürecekler. Erkek çocukları öldürüyorlar, bunu da öldürecekler." diye korkuyordu. Allah-u Teàlâ ona bildirdi:

(Lâ tehàfî ve lâ tahzenî, innâ râddûhü ileyki ve câilûhü mine'l-mürselîn.) "Korkma ey Mûsâ'nın anası, mahzun olma! Biz sana o evladını döndürüp senin kucağına gene getireceğiz. Ve onu peygamberlerden kılacağız." (Kasas: 7) buyurdu.

(Va'stana'tüke li-nefsî) [Seni kendim için elçi seçtim.] (Tàhâ: 41) Mûsâ AS'ı Allah bebekliğinden hazırlamış peygamberliğe. Tesadüf mü?.. Tesadüf var mı, öyle şey olur mu; çocukluğundan hazırlamış.

Suyun üstüne bırakıyorlar kabın içinde, su götürürken Firavun, hanımı bahçede, bakıyorlar ki bir çocuk bağırarak, çağırarak suyun üstünde akıp gidiyor. Alıyorlar... Belli yâni, öldürülmesin diye anası babası korktuğu için suya salıvermişler. Çünkü erkek çocuklar öldürülüyor. Allah CC o kadına bir şefkat veriyor, diyor ki:

"--Öldürme şunu! Bakarız, evlat ediniriz." diyor.

Tamam, öldürmüyorlar. Hanımın nazı Firavun'u Mûsâ AS'ı öldürmekten alıkoyuyor ama, Allah öldürtmüyor. Neden?.. Yaşatan ve öldüren Allah da ondan.

Kurşun mu öldürüyor? Mikrop mu öldürüyor? Katil mi öldürüyor?.. Hayır, yaşatan ve öldüren Allah ama, Allah kainatın sahibi olduğu için, müsebbibü'l-esbâb olduğu için sebepler aleminde o öyle oluyor, bu böyle oluyor... Sen sonucu görüyorsun, öyle sanıyorsun. Öldüren, yaşatan Allah!..

Mûsâ AS'ı yaşatmayı murad etmiş. Firavun boşuna çıldırmasın. Hem de Allah'ın mekrine bakın ki, ibrete bakın ki, Firavun'a beslettiriyor! Neden?.. Tanısın diye. Nasıl bir kimse olduğunu bilsin diye... Allah'ın dostu, peygamberi, Allah'ın düşmanı hangi şartlar altındadır onu bilsin diye, o muhitte yetiştiriyor. O da bir ibret...

Şimdi biz müslümanların ehl-i küfrün hiç halinden haberi yok. Ne toplantılar yaparlar, ne fesatlar kurarlar, ne cemiyetleri vardır, ne paralar toplarlar, ne düzenler kurarlar, ne hileler yaparlar, neleri nereden oynarlar, hangi manivelaları çevirirler, hangi düğmelere basarlar, ne haltlar karıştırırlar?.. Bilmem. Biz yan gelmiş yatmışız, uyuyoruz.

Demek ki kâfirin halini de bilmek lâzım ki, Allah kâfirin yanında yetiştirmiş.

(Ve harramnâ aleyhi'l-merâdı') [Annesine geri verilinceye kadar, biz onun süt annelerini emmesine müsaade etmedik.] (Kasas: 12) Çocuk süt emmiyor. Allah süt annelerini sevdirtmiyor Mûsâ AS'a, hiç bir memeyi almıyor. Süt emmiyor hiç bir kimseden.

Diyorlar ki:

"--Biz bir kadın tanıyoruz, ona delâlet edelim, kılavuzluk edelim, belki onun memesini alır."

"--Olur." diyorlar.

Çünkü o zaman bebe mamaları ve sâireler, şunlar bunlar yok ki bu çocuk doyacak. Öldürülmemesine de karar verilmiş, hiç bir memeden de süt almıyor. Ne yapacaklar?

"--Pekiyi çaresine bakın." deniliyor.

Çocuğu alıp getiriyorlar, Mûsâ AS'ın annesinin kucağına. Allah'ın va'di hak mı?.. Âmennâ ve saddaknâ... "Biz onu sana geri döndüreceğiz." demedi mi Allah?.. İşte döndürdü. Mûsâ AS tekrar annesinin kucağında. Annesi besliyor, annesi büyütüyor, Mûsâ AS onların içinde yetişiyor.

Ondan sonra, peygamber olarak gönderiliyor. Peygamber olarak gönderildiği zaman, Allah'ın varlığını, birliğini onlara tebliğ ettiği zaman firavun da kendi tezini söylüyor, Mûsâ AS mucize gösteriyor, mucizeye sihir diyor... Olabilir, insan aklı her şeye bir bahane bulur, bir kulp takar. Allah için gönderilmiş peygambere menfaat yapıştırırlar, bir kara çalarlar. Çünkü bu insanlar edepsizdir, Allah'a bile dil uzatmışlardır da şirk koşmuşlardır. Bunlardan her şey umulur. Allah bizi zalimlerin şerrinden korusun.

Tamam, sihir olabilir bu yaptığı şey diyorlar, bütün sihirbazlar toplanıyor. Önümdeki kitaplarda, okuduğum kitaplarda: Şu kadar sihirbaz toplanmış, bu kadar alet edevat, düzen getirmişler filan filan filan... E sihirlerini iptal ediyor Allah, sihirleri de boş. İhtimalleri, bak Allah-u Teàlâ Hazretleri bir bir çürüttürüyor. Tâ ki imana gelsinler; tâ ki, rûz-i mahşerde bir delil söyleyecek, bir mazeret uyduracak halleri kalmasın diye.

Onun için, senin karşına bir delil geldiği zaman, sen burnunu havaya kaldırıp reddederken, neyi reddettiğini düşün!.. Bir tutamağı reddediyorsun, bir fırsatı kaçırıyorsun. Sen bir kuyudasın, bir denize düşmüşsün, boğulmak üzeresin; sana atılan cankurtaran simidini reddediyorsun. Bir hücceti reddetmek, bir delili reddetmek o... Başka bir şey değil ki.

Mucizeler gösteriyor. Sihirbazlar bile bakıyorlar ki bu iş başka bir iş.

(Feulkiye's-seharatü sâcidîn) "Hepsi derhal secdeye kapandılar." (Şuara: 46) Azameti görünce kendi sihirlerinin hepsinin iptal olduğunu ve Mûsâ AS'ın asasının onları yuttuğunu görünce, secdeye kapandılar.

(Kàlû âmennâ bi-rabbi'l-àlemîn. Rabbi mûsâ ve hârûn.) "Alemlerin Rabbine iman ettik. Bu peygamber işi, bu mucize. Alemlerin Rabbinin varlığına birliğine iman ettik. Mûsâ'nın ve Harun'un AS onun tarafından gönderildiğini kabul ediyoruz. Onun bahsettiği imana biz de dahil olduk." dediler. (Şuarâ: 47-48)

Firavun ne diyor:

(Kàle âmentüm lehû kable en âzene leküm) "Ben size izin vermeden siz iman mı ettiniz?" (Şuarâ: 49) Ne olacak yâni iman senin müsaadene mi tâbi?.. Bre Firavun, mel'un! Yâni imanı biz senin müsadenle mi yapacağız? İman müsaadeye tâbi olur mu, iman gönül işi. Onlar anladılar, Allah'tan korktular, hem de öyle bir korkuş korktular ki firavun diyor ki:

(Leükattianne eydiyeküm ve ercüleküm min hilâfin) "Bak, işin şakası yok, ellerinizi ayaklarınızı kopartırım. Çaprazlama... İki ayağınızı kessem yine iki elinizle gene hayatınızı sürdürürsünüz. Bir elinizi keserim, bir de karşı taraftaki ayağınızı keserim, yamuk bir adam yaparım sizi." (Şuarâ: 49)

Diyorlar ki:

(Kàlû lâ dayra innâ ilâ rabbinâ münkalibûn.) "Ne yaparsan yap! Nasıl olsa biz, şüphesiz Rabbimize döneceğiz." (Şuarâ: 50)

(Fakdı mâ ente kàd, innemâ takdî hâzihi'l-hayâte'd-dünyâ) "Ne yaparsan yap bu dünyada yaparsın! Sonu ölüm mü?.. Ölüm. Öldükten sonra?.. Öldükten sonra bize cennet var, sen derdine yan! (Fa'kdı mâ ente kàd) Ne yaparsan yap!" diyorlar. (Tâhâ: 72)

E bir insanı böyle bir devletin başkanına, otoritesine bu tarzda böyle bir grubu şeye getiren nedir?.. İmandır. Ellerinin, ayaklarının kesilmesinden korkmayacak hale getiren nedir?.. Onlar menfaatçi insanlardı:

(Kàlû inne lenâ leecren in künnâ nahnü'l-gàlibûn) Firavun'la pazarlık yaptılar önce. "Dediler ki: Eğer biz galip gelirsek bize bir ecir, ücret, mükâfat bir şey var mı?" (A'raf: 113)

(Kàle neam ve inneküm lemine'l-mukarrabîn) "O zaman sizi has hizmetlerime tayin ederim, bol paralar alırsınız." dedi. (A'raf: 114) Menfaatçi adamlardı ilk önce. İşin maddiyatını düşünüyorlardı. Yâni maaşları olacaktı, mevkileri makamları olacaktı ama, iman geldi. İmanın gerçekliğini anladılar, ellerinin ayaklarının kesilmesinden değil derilerinin, etlerinin lime lime doğranmasından korkmaz hale geldiler.

İman odur işte. Gerisi laftır. Senin imanın, benim imanım, onun imanı... Öyle lafla iman olmaz. İman olduğu zaman insanı bu hale getirir. Eğer müslümanlar böyle iman sahip olsalar o zaman müslümanlar aziz olur. Dünya üzerinde her ülkede o zaman müslümanlar aziz olur. O zaman müslümanlar Rusya'da Rusların esareti altında kalmaz. Bulgaristan'da esaret altında kalmaz. Şurada burada sıkıntı çekmez bu imanda olsalar.

Demek ki müslümanların çektikleri zilletlerin sebebi illetleriymiş. Kendi kalblerindeki hastalıkmış. Allah şu mübarek çifte bayram gününde maddî ve mânevî cümle hastalıklarımızdan bizi berî eylesin, şifâyâb eylesin...

Biz, yâ Rabbi, itiraf ediyor ki; senin çok aciz naçiz kullarınız. Biz nerede, has müslümanlık nerede... Yâ Rabbi sen bizim kusurlarımıza bakma... Sen bizi lütfunla, kereminle ıslah eyle... Kahrınla, gazabınla ıslah eyleme... Azabını gönderme... Âd kavmi gibi, Semûd kavmi gibi, Firavun Kavmi gibi helâk eyleme yâ Rabbi...

Sonra ne oldu?.. Mûsâ AS'ın peygamberliği anlaşıldı. Sihirbazlar bile müslüman oldular, "Biz inandık." dediler. Sonra?.. İki topluluk Mısır'da beraber yaşamaya başladı. Mü'minler, müşrikler, kâfirler beraber yaşamaya başladılar. Sonra ne oldu?

Seneler geçti, çeşitli felaketlere uğradılar. Ne zaman başlarına bir felâket gelse, uğursuzluğun kaynağını Mûsâ AS ve ashabı olarak düşündüler:

"--Başımıza bu uğursuzluk bu adamlardan geliyor, bizim dinimizi değiştirdiler, bizim içimize fesadı soktular, ondan dolayı." dediler.

Ne zaman sıkışmışlarsa, baktılar, çare bulamadıkları zaman:

"--Yâ Mûsâ! Rabbine dua et, başımızdan bu belâyı atsın, kaldırsın; o zaman sana iman edeceğiz." dediler.

Biliyorlar. Yâni kâfirlikleri sağlam değil, çürük. Kâfirlikleri sağlam değil kardeşlerim! Küfür sağlam olmaz ki, kendisi çürük zaten. Pamuk ipliğinden gemi bağlanacak halat yapılır mı?.. Boğaziçi'nin asma köprüsünü asacak çelik halatın yerine, pamuk iplik kullanabilir misin?

Küfür zaten çürüktür. Küfrün zaten kendisi ne ki... Kâfirlikleri bile çürük olduğundan böyle mütereddit bir dünya menfaati, bir ahiret endişesi, sallanıp duruyorlar orta yerde. Baktılar, çare bulamadılar mı: Galiba bu peygamber, hadi Mûsâ AS'ın yanına gidiyorlar, diyorlar ki:

"--Yâ Mûsâ! Dua et, başımızdan bu belâ def olsun, o zaman sana iman edeceğiz."

Mûsâ AS:

"--Yâ Rabbi! Bu kavmin başından bu belâyı def eyle. Bu gelen musibeti izale et, bu sıkıntı gitsin. Bu felâket, bu musibet def ve ref olsun..." diye dua ettiği zaman, peygamber, Allah'ın sevgili kulu, ulü'l-azim peygamber; kalkıyor. Kalkınca ne oluyor?.. Kavim gene yan çiziyor. Hani demin söz vermiştiniz? Hani inanacaktınız?.. Gene: "Felaket kendiliğinden kalktı, ne mâlûm onun duasıyla kalktığı." filan diyorlar.

Peki bir sefer böyle olabilir, ikinci bir felâket, üçüncü bir felâket, dördüncü bir felâket... On tane, belki Allah-u âlem sayısı... Çeşitli imtihanlar oluyor da, ondan sonra Firavun helâk oluyor.

Muhterem kardeşlerim! İbret alın. "Ben inanmadım." deyince başına felâket topuzu, balyozu inip, birden helâk olmuyor.

(İnna'llàhe lâ yazlimü'n-nâse şey'en) "Allah-u Teàlâ Hazretleri kullarına zulmedici değildir. (Ve lâkinne'n-nâse enfüsehüm yazlimûn) Kullar kendi kendilerine zulmediyorlar." (Yunus: 44) Rabbimiz Vedûd'dur, Rahîm'dir, Erhamü'r-râhimîndir, kullarının doğru yola gelmesi için peygamberler göndermiştir, kitaplar göndermiştir, ârifler göndermiştir, nasihatler göndermiştir, insana dosttan, düşmandan, oradan, buradan:

(Senürîhim ayâtinâ fî'l-âfâki ve fî enfüsihim hattâ yetebeyyene lehüm ennehü'l-hakku) [İnsanlara ufuklarda ve kendi nefislerinde ayetlerimizi göstereceğiz ki, onun (Kur'an'ın) gerçek olduğu onlara iyice belli olsun.] (Fussilet: 53)

Zahiri batınî nice deliller gelir. Her şahsa Allah ayrı delil gönderir. Sen sanki rüyalar görmedin mi?.. Sen kendini düşün. Bırak hocalardan duyduğun lafları, sözleri, vaazları, nasihatları... Sanki Allah sana, sırf senin öz zât-ı şerîfin için sanki sana delil göndermedi mi? Binlerce delil gönderdi. Binlerce ibretli hadiseyle karşılaştın, "Haa, iman doğruymuş." dedin de ondan sonra gene unutuyorsun. Çünkü insan rahata geldi mi unutur, sıkıntıya geldi mi Allah'ı anar. Tabiatı bu. Bu alçak tabiattır.

Allah bizi alçak tabiatlardan kurtarsın, temiz tabiatlı müslümanlardan eylesin... Halis müslüman eylesin... Sâfî müslüman eylesin... Edip, zarif müslüman eylesin... Salih müslüman eylesin... Sevdiği kul eylesin...

Kendisi ihsân ediyor, biz isyân ediyoruz. Ayıp yâ, çok ayıp. Utanır insan. "Bu kadar da edepsizlik olmaz ki!" diye, insan Allah-u Teàlâ Hazretleri'ne severek kulluk etmeli...

İşte böyle sabah namazından sonra oturup da zikirle vaktini ihyâ eden kimseye Allah çok sevaplar verir diye hadis-i şerîfte geçiyor da bu bayram günlerinde de bayram namazının vakti, sabah namazıyla bayram namazı arasındaki vakit bu hadise uygundur.

Şimdi biz de burada bir şeyler konuştuk. Benim aciz naçiz şahsım bir tarafa ama ayetler, hadislerden duyduğumuz şeyleri anlattık. Ne oldu? Allah anıldı. Allah CC hatırlanıldı, kulluk vazifelerimiz hatırlanıldı, ona göre vaktimizi öyle değerlendirdik. Allah-u Teàlâ Hazretleri hac ve umre sevapları veriyor, kabul olunmuş hac ve umre sevapları veriyor.

Allah böyle mükafatlara, ecirlere, sevaplara cümlemizi nail eylesin... Bizi has müslüman eylesin... Daimi müslüman eylesin... Ateş böceği gibi bir yanıp bir sönenlerden eylemesin... Daima fener gibi, sirâc gibi her tarafı aydınlatıcı, devamlı nurlu eylesin, devamlı müslüman eylesin... Sevdiği işleri, amelleri yapmaya cümlemizi daima muvaffak eylesin...

Zikrinde, şükründe ve hüsn-ü ibadetinde bize tevfîkini refîk eylesin... Sevmediği ne gibi hal varsa, ne gibi huy varsa, ne gibi iş varsa, ne gibi sıfat varsa bizim üzerimizde; bizi onlardan şu mübarek bayram sabahında pâk eylesin... Bizi has halis, sâfî müslüman eylesin... İmanımızı kavî eylesin... O sağlam kavî îmandan sonra tereddüte, şekke, şüpheye asla düşürmesin...

İman-ı kâmil ile bir abd-i salih olarak yaşayıp, salih ameller işleyip sonunda bir gün gelip de biz de bir bayrama erişemeyeceğiz, o da muhakkak. Cümlemize son nefesimizde Peygamber SAS Efendimiz'in cemâlini göre göre cennetteki makamlarımızı seyrede ede dilimizde Kur'an-ı Azîmu'ş-şân ve kelime-i şehâdet ve buyrun:

"--Eşhedü en lâ ilâhe illa'llàh ve eşhedü enne muhammeden abdühû ve rasûlühû" diye diye, iman-ı kâmil ile şu can emânetini Azrâil AS'a güzel bir hal üzere teslim etmeyi nasib eylesin...

Secdelerde, namazlarda, oruçlu hallerde, ibadethanelerinde ruhumuzu teslim etmeyi nasib eylesin...

Kabrimizi cennet bahçesi eylesin... Günahlarından dolayı kabri cehennem çukuru olanlardan eylemesin...

Kabirden kalktığımızda, bizi şu camide, şu bayram günü caminin içinde, dışında, avlusunda topladığı gibi Peygamber Efendimiz'in Livâü'l-Hamd'i altında peygamberlerle, sıddıklarla, şehidlerle, salihlerle beraber böylece haşr u cem eylesin...

İnsanların hesabı görüldüğü zamanda, sıkıntılara düştüğü zamanda, mahşer halkının diz çöküp korkuyla titreştiği zamanda, bizi korktuklarımızdan emin eyleyip, Arş-ı A'lâ'nın gölgesinde gölgelenenlerden eylesin... Bi-gayrı hisâb ve itâb ve ikâb cennetine duhûl-ü evvelîn ile dahil olmayı nasib eylesin...

Peygamber SAS Efendimiz'in Havz-ı kevseri başında da bizi böylece haşr-ı cem eylesin... Bazı kullar günahlarından dolayı havz-ı kevsere doğru gelip dururken melekler tarafından yoldan çevrilecekler; Rabbimiz bizi onlardan eylemesin...

Peygamber SAS Efendimiz'in sevgisine, teveccühüne, iltifatına nail eylesin... Sünnet-i seniyyesine ittibâ eyleyip ümmet-i Muhammed'e hizmet eyleyip şehid sevapları kazanmayı nasib eylesin... Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin cemâlini müşahede eden, has, halis bahtiyar kulların arasına bizi de Rabbimiz islah eyleyip, lütfuyla, keremiyle dahil eylesin...

Bi-hürmeti esmâihi'l-hüsnâ... Ve bi-hürmeti habîbihi'l-müctebâ muhammedini'l-mustafâ... Ve bi-hürmeti iydü'l-fıtr... Ve bi-hürmeti yevmi'l-cumuah... Ve bi-hürmeti sâati'lletî tüstecâbü fîhe'd-daavâtü fi'l-yevmi'l-cumuah... Ve bi-hürmeti esrârı sûreti'l-fâtihah!..

29. 05. 1987 - İskenderpaşa

Dervişân