ALLAH VE RASÛLÜNÜN SEVGİSİ

Prof. Dr. Mahmud Esad Coşan Rh.A

RE. 424/1 (Men serrahû en yühibballàhe ve rasûlehû, ve yuhibbuhullàhu ve rasûlühû, felyasduk fî hadîsihî izâ haddese, velyüeddi emânetehû ize'tümine, velyuhsin civâra men câverahû.)

(Men serrahû en yühibballàhe ve rasûlehû) "Kendisinde aşkullah, muhabbetullah ve muhabbet-i Rasûlüllah olması kimi sevindirecekse, memnun edecekse..." Kimisi o sevgiye ulaşamıyor, içinde o doğmuyor; çünkü nasibsizliği var, kusuru var. "İçinde Allah sevgisi, Rasûlüllah sevgisi uyanmasından memnun olacak olan ve bir de; (ve yuhibbuhullàhu ve rasûlühû) Allah'ın ve Rasûlünün de kendisini sevmesinden memnun olacak olan..."

Sevmez miyiz?.. Yâni Allah bizi sevecek, Rasûlüllah bizi sevecek, canını verir bütün mü'minler. Allah'ın ve Rasûlünün kendisini sevmesinden ve kendisinin içinde de Allah ve Rasûlüllah sevgisi hasıl olmasından sevinç duyacak olan, mutlu olacak olan, memnun olacak kimseler varsa ne yapsın?..

1. (Felyasduk fî hadîsihî izâ haddes) "Konuştuğu zaman sözünü dosdoğru, dürüst konuşsun! Yâni yalan söylemesin, hilâf-ı hakîkat beyanda bulunmasın, karşı tarafı kandırmasın, sözünde dürüst olsun!"

Bunu çok seviyor Allah-u Teàlâ Hazretleri ve çok büyük mükâfâtlarla mükâfâtlandırıyor. Rasûlüllah Efendimiz de çok seviyor. Onun için sözümüze çok dikkat edeceğiz, ölçerek konuşacağız, düşüne taşına konuşacağız. Ağzımızdan şaka bile olsa, şaka yollu bile olsa, yalan söz çıkartmamağa dikkat edeceğiz. Her sözümüz doğru olacak.

Söylemek istemediğimiz bir şey varsa, susabiliriz. Peygamber Efendimiz bazan susardı, cevap vermezdi. Susabiliriz ama, konuştuğumuz zaman, mutlaka doğruyu söylememiz lâzım! Aslâ yalan söz ağzımızdan çıkmamalı!..

Hele hele bir de yalan sözün adaleti saptıran, yalancı şahitlik tarafı var, yalan yere yemin etmek var; onlar daha korkunç... Yalan yere yemin, yalanına Allah'ı şahit göstermek oluyor ki, o daha çok büyük bir küstahlık...

Kesinlikle bir kere yemin etmekten vazgeçmeye çalışmalı! O alışkanlığı maalesef edinmiş kimseler varsa, kurtulmağa çalışmalı! Kötü bir alışkanlık... Yemin etmemeğe çalışmalı! Hele yalanı yalan yeminle desteklemek çok büyük bir vebal; bunu bilmeli, bundan titremeli, korkmalı!.. Konuştuğu zaman doğru konuşmalı!..

Neyi isteyen?.. Allah ve Rasûlüllah sevgisi kalbinde hasıl olsun, Allah-u Teàlâ Hazretleri ve Rasûlüllah Efendimiz de onu sevsin... Yâni iki taraflı; Allah ve Rasûlünden kendisine sevgi, kendisinin içerisinden Allah ve Rasûlüne karşı aşkullah, muhabbetullah, muhabbet-i Rasûlüllah hàsıl olsun diye isteyen ne yapacak?.. Konuştuğu zaman doğruyu söyleyecek, yalan söylemeyecek. Hilâf-ı hakîkat konuşmayacak, gerçek dışı söz söylemeyecek, gerçekleri konuşacak.

Bakın hadis-i şeriflerde yalan olmasın, katışıklık olmasın diye, alimlerimiz nice nice, binlerce, yüzbinlerce sayfa eserler yazmışlardır. Sözün doğrusunu söylemek, ordan bizim prensibimiz olmalı!

Rasûlüllah Efendimiz'den hadis rivayet eden ravîler, "Acaba sözü biraz eksik, biraz fazla söyler miyim?" diye korkusundan bildiği hadisi rivayet etmekten bile çekinmişler. Neden?.. Yalan olmasın diye, Rasûlüllah'a yalan bir söz isnad etmiş olmayayım diye.

Doğru sözlü olacağız, dosdoğru konuşacağız; bir...

2. (Velyüeddi emànetehû ize'tümine) "Kendisine bir şey emanet edildiği zaman, emanete riayet edecek.

Olur ya bazen birisi, "Al, şu senin yanında emanet kalsın, ben falanca yere gideceğim; gelince alırım!" diyebilir. Veyahut, "Al şu parayı, sende dursun. Emanet olarak veriyorum, zamanı gelince alacağım. Falanca yerde atıl duracak yerde, bankada duracak yerde senin işini görsün diye veriyorum." dedi, emanet olarak verdi. Para olur, mal olur, mülk olur, söz olur. "Bak bu sözü sana emanet olarak söylüyorum, kimseye ifşa etme, açıklama!" diye bir hakîkatı söylemek olabilir.

Her ne ise, güvenildiği ve kendisine bir şey emanet edildiği zaman, o emaneti sahibi geri isteyince, onu verecek.

--Ne olabilir, bazısı ne yapabilir? Ne yapmışlar tarih boyunca?..

Adam savaşa gitmiş. Savaştan dönmüş bakmış ki, mallarını, mülklerini başkaları almış. Veyahut ticarete gitmiş, seyahate gitmiş, dönmüş;

"--Hadi ver bakalım sana emanet bıraktığım paraları, keseleri, malları!" demiş.

"--Sen bana bir emanet vermedin, bunlar benim..." demiş meselâ.

Böyle şeyler oluyor. Ortaklık yapıyorlar, ortaklıkta sözlü anlaşma yapıyorlar. Yazıya geçirmemek doğru değil, yazılı anlaşma olması lâzım ortaklıkların... Sonra da ortak inkâr ediyor:

"--Hayır, ben öyle bir şey demedim!" diyor

"--Demiştin, Allah şahit..."

"--E başka?.."

"--Başka şahit yok..."

"--Yazılı belge?.."

"--Maalesef yapmadık."

"--Hatâ etmişsin, bak işte adam şimdi inkâr ediyor, vermiyor hakkını..."

Böyle şeyler olabiliyor. Bunlar tabii çok büyük günahlar, çok büyük veballer...

Onun için, Allah ve Rasûlü kendisini sevsin, kendisinin içinde de Allah ve Rasûlüllah'a karşı aşkullah, muhabbet-i Rasûlüllah hàsıl olsun diye isteyen insan, emanete hiyanet etmeyecek; kendisine verilen emaneti, istendiği zaman geriye verecek. Bu da çok önemli bir husus.

Tabii emanet kelimesi çok yaygın anlamlara kadar genişleyebilir. Bu din ve şeriat da bize bir emanettir, onu da korumamız lâzım!.. Bu vatan, bu millet, bu topraklar bize emanettir, onu korumamız lâzım!.. Ecdadımızın vakıfları emanettir, onları korumamız lâzım! O vakıflara çok büyük haksızlıklar yapılmıştır, onların giderilmesi lâzım! Devlet tarafından giderilmesi lâzım! Vakıflar idaresinin arkasına düşüp bunları toparlaması lâzım!

Emanete riayetin zıddı, emanete hıyânettir. Emaneti güzel korumuyor, çarçur ediyor, yok ediyor. Vakıf mallarına el koyuyor, delilsiz olduğu zaman, kendisinin olmayan malı, mülkü, parayı, hakkı kendisi üstleniyor, yutuyor. Ama ahirette tabii, büyük cezaya çarpılacak, onu düşünmüyor. Demek ki imanı zayıf, ondan korkmuyor. Maalesef pekçok insan, dünyanın pekçok yerinde bu gibi haksızlıkları yapıyorlar.

Emanet olunduğu zaman, emaneti sahibi isteyince geri verecek.

3. (Velyuhsin civâra men câverahû) "Kendisinin çevresinde bulunan insanlarla, komşuluğunu güzel yapacak."

Yanına birisi gelmiş, ev yapmış; ev komşuluğu... Yanına birisi gelmiş, beraber seyahat ediyorlar; seyahat komşuluğu... İşte dükkân var, dükkânın yanında dükkân komşuluğu...

Hayatın akışı içinde insanlar bazı insanlarla bir arada olurlar. Bir arada olmak icab ediyor, mecburiyetten oluyor. İster istemez çevresi boş olmuyor. Çevresinde kendisine yakın insanlar komşuları oluyor. İşte o komşuların haklarına riayet edip, onlara iyi muamele etmesi lâzım! Komşuluğu güzel yapması lâzım! Komşuluk hukukunu kollaması lâzım! Komşuyu üzmemesi, ezâ cefâ etmemesi lâzım! Komşuyu üzecek işleri yapmaması lâzım!..

Adam meselâ, çıkartıyor pis suları şarr diye döküyor, ordan komşusunun arazisine gidiyor. Veyahut çöpleri rastgele atıyor; rüzgâr savuruyor, bütün torbaları, kâğıtları komşusunun bahçesine götürüyor. Bahçesine bakmıyor, pislik birikiyor; komşusu rahatsız oluyor... Bunların hepsi, komşuluğu iyi yapmamak misalleri oluyor.

Komşuluğu güzel yapacak, komşusunu üzmeyecek, komşusuna ezâ cefâ vermeyecek, komşusunun hukukunu çiğnemeyecek, komşusuna haksızlık yapmayacak. Komşusunun ırzını, namusunu koruyacak. Bu da en önemli şeylerden birisi. Pencereler pencerelere bakar, komşu komşusunun evini, arazisini görür. Bunu kötüye kullanmayacak.

Kendisi çok yüksek ev yapıp, komşusunun havasını kesmeyecek. Peygamber Efendimiz'in bir tavsiyesi de bu... İşte evler böyle yüksek yapılınca, felâketler de büyük oluyor.

Bu zelzeleden iki gün önce, ihvânımızdan birisi rüyasında Hocamız Mehmed Zâhid-i Bursevî Hazretleri'ni görmüş. Hocamız ona, "Ben size evi yüksek yapmayın demedim mi? Niye böyle yüksek yapıyorsunuz?" demiş. Daha ortada zelzele filân yokken.

Peygamber Efendimiz'in hadis-i şeriflerinde, evin pek yüksek yapılması tavsiye edilmez; şan şöhret olacak diye. Yedi zirâdan daha yukarıya doğru çıktığı zaman, "Nereye doğru gidiyorsun ey zalim?" diye kendisine seslenilir diye rivayetler var. Onun için mütevazi olması lâzım!

Ben Avustralya'da bakıyorum, evlerin çoğu tek katlı ve toprağa yayılmış durumda, geniş... Tabii sıkışık olan yerlerde, mecburiyetten yukarı doğru katlar yapılabiliyor, şehirler büyüdüğü için... Ama mecburiyet olmayan yerde, mümkün olduğu kadar böyle tek katlı yapmalı! Kendisi de tercih edeceği zaman, apartman dairesi yerine bence, kırsal kesime doğru bahçeli yerlerde oturmalı!...

Yıllar yılı yaptığımız bütün çalışmalarda arkadaşlara bunu söyledim ben, "Aman, bahçeli evler olsun!" dedim. Ama nerede toplu konut çalışması yaptıysak, maalesef orda gene arkadaşlar şöyle dediler, böyle dediler; olayların sürüklemesiyle, kimi yerde onbir katlı evler oldu, meselâ Özelif Sitesi'nde... Kimi yerde, işte bu havaalanına giderkenki Gümüşköy'de olduğu gibi, "Yollar kazılacak, kotlar değişti, bilmem ne..." derken, iki katlı evler üç kata dört kata çıktı, istenmeyen şeyler oldu.

Komşusunun havasını, ışığını kesmemek de bir komşuluk âdâbı oluyor. Kendisi burda bir şeyler pişirip, kokusunu, dumanını komşuya göndermek; o da komşuyu dumanla rahatsız etmek oluyor.

Buna benzer şeylerin hepsine dikkat ederek komşusuyla komşuluğunu güzel yapsın diyor Peygamber Efendimiz.

Demek ki zor şeyler değil: Doğru konuşacak, emanete riayet edecek, istendiği zaman verecek, komşusuyla komşuluğunu iyi yapacak. Böyle olursa ne olurmuş?.. Allah ve Rasûlü kendisini severmiş. Kendisinin içinde de bir nûrâniyet, bir temizlik hàsıl olup, kendisinde Allah sevgisi, Rasûlüllah sevgisi hàsıl oluyormuş. O halde bu doğru sözlülüğe, emânete riâyete ve komşuluğu güzel yapmağa çok dikkat edelim!

Başka insanlarla bir arada bulunulduğu zaman o insanlara güzel muamele etmek, onları üzmemek, kırmamak, geçimli olmak çok önemli bir husus oluyor.

15.10.1999 - Cuma Sohbetinden

Dervişân