LAİKLİK DEMOKRASİ VE BİZ
Halil Necatioğlu
Hıristiyanlık Garp halkları üzerinde tarih boyu, koyu ve mutlak bir hakimiyet kurmuş, millet hayatının her safha ve faaliyetine el koyarak günümüze kadar devam etmiştir. Bitip tükenmeyen Haçlı seferlerinin biz Şark ülkelerindeki tahribat ve katliamları tarihin sayfalarını doldurur. Papazlık, kendi ülkelerindeki insanlara da, sırf inancından dolayı sonsuz zulümler yapmış, afarozlarla kralları tahtından düşürmüş, engizisyonlarla işkence etmiş, ilim adamlarını susturmuş, değişik mezhep mensuplarını, kâh saman yığınları üstünde yakarak sindirmiştir. Bu, hepsine müşahhas misaller verebileceğimiz akla hayale sığmayan korkunç, ama gerçek olan baskılar, yeni yeni mezheplerin, karşı gizli teşkilatların, ictimaî gruplaşmaların doğmasına sebep olmuşsa da kilisenin tesir ve nüfuzunu tamamen kıramamıştır.
Kilise bugün dahî, hâkim ve güçlü bir teşkilâttır. Bir kere müstakil siyasî bir şahsiyeti yani Papazlık devleti vardır. Ayrıca bütün ülkelerde geniş kadrolara, zengin vakıflara sahiptir. Siyasî, iktisadî, kültürel ve ictimaî nüfuzu son derece yüksektir. Sırf papazlar tarafından idare edilen üniversiteler, hastaneler, yurtlar, gazeteler, yayınevleri, ticarî şirketler, hayır kurumları... v.s., toplumları kıskıvrak avuçlarında tutar, istedikleri gibi yönetir, toplumları kıskıvrak avuçlarında tutar, istedikleri gibi yönetir, yönlendirebilirler.
Laiklik işte bu amansız teşkilât karşısında garp aydınlarının uzun yıllar mücadele ederek kazanabildiği kısmî bir inanç ve fikir serbestliğinden ibarettir. Kısmîdir; çünkü bugün dahi her garplı, her istediği fikir ve inancı kolaylıkla benimseyip, ülkesinde rahatça yaşayamaz, binbir sinsi entrikaya, baskıya, mağduriyete mâruz kalır; meselâ işinden atılır, muhitinden tecrid olunur, evi toplanır, dinî teşkilatın devamlı tâcizine uğrar... Ama devlet gücü ve kanunlar, yılların hattâ asırların mücadelesi sonunda çeşitli mezhepler ve karşı görüşler arasında kurulmuş olan dengeyi ve sağlanan fikir ve inanç hürriyetini -o ülkenin demokratiklikteki samimiyet ve ileriliği ölçüsünde- sağlamağa yöneliktir. Böylece Garpta bugün herkes dilediği tarzda yaşar, giyinir, eğlenir, düşünür, tapınır hale gelebilmiştir.
Bize gelince; iş tersine dönmüştür. Ülkemizde laikliğin yönü, tarifi ve sınırları konusunda ta baştanberi garip bir kargaşa hâkimdir. Cumhuriyet kurulduktan sonra ilk anayasada "devletin dini İslâm'dır" diye yazılmışken, sonra bu hüküm kaldırılmış, resmen bastırılan bazı kitaplarda "Türkiye İslâm dini ve medeniyetinin her türlü hüküm ve eserini bertaraf ederek garp medeniyetine iltihak etme kararındadır" dahi denilebilmiştir. Tâ 1937'lerde kabul edilen laiklik ilkesi, İslâm dinine karşı ters işletilmiş, din eğitimi okulları kapatılmış, Kur'an-ı kerim'ler ve eski eserler toplatılıp yakılmış veya toprağa gömülmüş, hocalar jandarma ile takip edilmiş, asırlık vakıflar ve dinî yapılar tahrip olunmuş,tarihî eser kitabeleri "eski yazıdır" diye kazıtılmış, camilerde kiliseler gibi org çalınması, sıra konulması istenmiş, gazetelerin dinî konulu tefrikalar yayınlamaları yasaklanmış, ezan değiştirilmiş, hac ibadeti yıllar boyu engellenmiştir...
Laiklik, din düşmanlığı mı demektir; yoksa halkın yüzde doksan dokuzu Müslüman olan ülkemizde azınlıklar, yahudilik, hristiyanlık, dinsizlik, imansızlık, edepsizlik dıştan destekli olduğu için serbestir de, sadece İslâm mı himayesiz olduğundan, şamar oğlanı durumundadır ki her gelen İslâm'a darbe vurur? Müslümanın mevcut kanunlar çerçevesinde dahi olsa inancına göre yaşamağa, dinini yaymağa, çalışmağa, Kur'an-ı kerim'in ahkâmına uymağa, gönlünce ibadet etmeğe; istediği mezhebi, meşrebi, yolu seçmeğe hakkı yok mudur? Kendisine yapılan iftiralara, haksız hücumlara, yalanlara cevap vermek için ağzını açsa, kalemi ele alsa suç mudur ki dergisinin kapatılması, gazetesinin susturulması -hem de televizyonda- teklif olunabilmektedir?
Resmen fuşuh yuvaları dahi açılmış iken; bar, pavyon, gazino ve diskoteklerde her türlü zararlı ve müstehcen faaliyet çılgınca işlenip dururken; bütün kötülüklerin anası içkinin her türlüsü üretilir, haksız kazançlar sağlanır, faizler yenilir, gençlik dejenere olur, nesiller çürür, yuvalar yıkılır, kızlar artist olmağa kaçar, ictimaî değer hükümleri çözülür; haramlar, rüşvetler, haksızlıklar başını almış giderken... bu gidişin vehametini gören vatan evlâdına bir îkaz ve nasîhat hakkı dahî çok mu görülüyor? Cinsî sapıkların, ayyaş ve serserilerin, fahişe ve metreslerin haklarını (!) savunanların o engin hoşgörüleri, Müslüman halkın hak ve hürriyetlerine gelince nerelere kayboluyor? Halkımız câhil ve sefil paryâ veyâ hissiz ve şuursuz robot mudur ki vicdan ve inanç yönünden de katı yasaklar ve kaprisli komutanlarla idare edilmek isteniyor?
Hâyır... hâyır! Sadece, çok bilmiş aydınımız (!) henüz reşid olamamış, garptan çilesi çekilmeden ithal edilen demokrasi ve laikliği anlayamamış, evrensel insan hak ve hürriyetlerini hazmedememiş, gerçek mânasıyla yobaz ve çağdışı kalmıştır.
Türkiye'de mutlakiyetten, diktatörlükten demokrasiye, "kanun devleti"nden "hukuk devleti"ne sosyal devlet seviyesine ulaşılmışken, halâ diktatörlüğe, zorbalık ve zulme dönmeğe heves edenler, bunu kışkırtanlar; tam donkişotvâri değirmenlerle savaşa kalkışanlar, halkı ve hakkı karşısına almış, muhayyel düşmanlarla savaş çığlıkları atan devrimbaz yaygaracılar vardır... o kadar! Hak ve halk elbette bunları hizaya sokacak hakkından geleciktir.
Ülkemizde hırçın bir azınlık, halka karşı fevkalâde kuvvetli organize olmuştur; gereğinde hükümete çatar, orduya ihtilal davetiyesi çıkartırlar; üyesiz, kuru kalabalık derneklerle, mahdut grupların yüksek tirajlı müstehcen dergi ve gazeteleriyle "zinde güçler" edebiyatı yapar, efkâr-ı umumiyyeyi şartlandırıp, yönlendirmeğe, halkı baskıya alıp sindirmeğe çalışırlar.
Artık halkımız da bu zorba takım karşısında uyanmalı, şuurlanmalı; hür ve demokratik yolda kendi öz yayın, eğitim, reklâm ve propaganda müesseselerini kurup, kendi varlık, benlik ve hukukunu koruyup kollamayı öğrenmelidir.
İslam, Mart 1987