TASAVVUF VE RAMAZAN
Halil Necatioğlu
İslâmcı bir gazetede yazıldığına göre, Ankara'da iki genç, tahsili müslüman, ama caddede yürüyorlarken biri diğerine birdenbire sormuş:
-Üç gün sonra öleceğini bildirselerdi, ne yapardın?
Diğeri de gayr-i ihtiyarî şu cevabı vermiş:
-Gider mutasavvıf olurdum.
Bu cevap, hele modern bir gençten gelince, çok büyük önem ve anlam kazanmaktadır; kısa ama doğrudur. Ölüm bahis konusu olunca iş ciddiye binmekte, işin şakası kalmamakla, gönlü tatmin edecek tam garantili yolun seçilmesi gerekmektedir.
Çünkü İslâm tasavvufu, Peygamber SAS Efendimiz'in hayatını yaşama çabası, Şeriat'ın hayata uygulanma özlemidir; dinî vecîbelerin samimiyetle edası, iman esaslarının sineye sindirilmesidir; İslâm'ın aslı, ruhu ve özüdür; ibadette ihsân makamıdır; lâf değil iş, kàl değil haldir; gaflet, cehalet ve hurâfe değil, ilim-irfan ve âgâhlıktır; çünkü büyük din âlimlerimizin ekseriyeti aynı zamanda bir velî ve tasavvuf lideri idiler. Tasavvuf da, tefsir, hadis, kelâm, akaid ve fıkıh gibi "şer-î" bir ilimdir, Kur'an'dan ve hadisten alınmıştır, "fıkh-ı zâhir"e mukabil fıkh-ı bâtın ve ilm-i ahvâl-ı kalp ve tezkiye-i nefstir.
Tasavvuf nefsi terbiyedir, sağlam iradedir, güzel ahlâktır, salih ameldir; tembellik, miskinlik ve âtıllık değildir; çünkü İslâm âleminde en büyük liderler, aksiyonerler ve mücahidler bu mutasavvıflar içinden çıkmıştır. Emperyalistler hâlâ en çok mutasavvıflardan korkarlar.
Ehl-i Sünnet tasavvufu, bazı bâtıl yol ve sapık tarikatlerdeki zındıklık ve safsatalardan âlî, berî ve pâktır; onlar İslâm âleminin ilimden uzak, geri yörelerine sonralardan girmiş, komşu yabancı kültürlerden sokulmuştur. Papaza kızıp oruç bozmağa, sapıklara bakıp asîl tasavvufa kızmağa lüzum yoktur. Zaten zındıklarla, sapıklarla en güzel mücadeleyi gene mutasavvıflar vermiş ve vermektedir.
Sâfî tasavvuf hâlâtı, zühd-ü takva hayatı, ta "Asr-ı saadet"ten beri vardı ve kıyamete kadar da, -inşâallah- var kalacaktır. Çünkü tasavvuf, Allah'ın rızasını kazanma yoludur ve mutasavvıf da, iyi Müslüman, gerçek mü'min, has ve hâlis kul demektir.
Ramazan da -ilim ve irfanla, basîret gözüyle bakılırsa- gerçekten bir Tasavvuf ayıdır. Bu ayda âyet ve hadîslerin gereği olarak yaptığımız ibadet ve taatlerle, topluca "dervişleşmekte", derûnî sûfiyane bir hayat sürmeğe başlamaktayız. Kur'an-ı kerim ve sünnet-i seniyyede açıkça görüldüğüne göre ramazan orucunun maksadı ve nihaî hedefi, nefsin terbiyesi, takva ve güzel ahlakın husulüdür. Dervişin gayesi de bunlar değil midir?
O halde bu dervişlik ve tasavvuf ayınız, hakkınızda hayırlı ve mübarek olsun. Allah cümlemize Yunus, Mevlana, Hacı Bayram, Eşrefoğlu, İbrahim Hakkı, Üftade, Hüdaî... misali ârif ve kâmil kişi olmayı ve saadet-i dareyni bulmayı nasib eylesin değerli okuyucular!
İslâm Dergisi, Mayıs 1987