.

 

KENDİ DİLİNDEN

PROF. DR. M. ES'AD COŞAN HOCAEFENDİMİZ -2-

Kendi hayatınızdan, başınızdan geçen enteresan olaylardan biraz bahseder misiniz?..

—Muhterem kardeşlerim! Biz, nasıl olmuş da böyle hoca olmuşuz diye merak etmiş, onu soruyor hacı kardeşimiz.

Farsça bir şiir aklıma getirdi bu sorusu. Diyor ki şair:

Ber bende nâgehânî kerdî nisâr-ı rahmet

Cüz lütf-u bî-hadd-i tû an râ sebeb nedîdem

Herhalde Mevlânâ’nın bir beyti olacak bu. “Yâ Rabbi, kuluna çok nimetler ihsân etmişsin, sebebini arıyorum, senin hadsiz hesapsız lütfundan başka bir sebep bulamıyorum.” diyor.

Yâni bir insanın Cenâb-ı Hakk’ın yolunda olması Allah’ın bir lütfudur. Allah da lütfunu herkese veriyor. Elhamdü lillah... Yâni parayla mı aldık biz Allah’ın lütuflarını, gözü, kulağı, sıhhati, Müslümanlığı, imanı, haccı, umreyi, Peygamber Efendimiz’in ziyaretini vs.sini... Herkesin parası var, herkes yapamıyor. Allah’ın lütfundan oluyor.

Allah’ın lütfu neden oluyor?.. İmâm Gazâlî diyor ki: “Allah’ın lütfu gökyüzünden yağmur yağar gibi yağar adaletinin icabı, şakır şakır Allah’ın lütfu, rahmeti yağar, tenceresi ters olmayanlara rahmetten isabet eder. Tencere böyle ters dönmüşse rahmet gelmez içine, kazan, tencere ters dönmüşse rahmet gelmez. Dönük konulmuşsa o zaman ne kadar istifade ederse rahmetten, gelir, onun kabına Allah’ın rahmeti gelir.”

Demek ki ilk önce kabın, tencerenin ters olmaması lâzım, Allah’ın yoluna dönmüş olması lâzım insanın. Allah’ın yoluna ters olduğu zaman Allah’ın rahmetine ermez.

Ayrıca muhterem kardeşlerim, büyüklerin çoook çok büyük tesirleri oluyor insanlara. Şimdi ben meselâ nasıl olmuş da teknik üniversiteye gidecekken, mühendis olacakken, fen bölümünde okumuşken hocalığa böyle kaymışım... Ben istemedim halde sanki kader, güldür güldür akan bir nehir beni böyle bu tarafa getirdi, bizi başka tarafa getirdi.

Bu neden oluyor?.. Büyüklerin himmeti diye bir şey var, ondan sonra büyüklerin duası diye şeyler var, ondan oluyor. Yâni insan bir şey yapmak istiyor, yapamıyor, bir yere gitmek istiyor, gidemiyor, ille şu tarafa gidiyor.

Peygamber Efendimiz çocukken, burada, Mekke’de düğün oluyormuş, onlar da bir arkadaşıyla beraber sürüye bakıyorlarmış. Bir gün arkadaşı düğünü seyretmeğe gitmiş, ertesi gün Peygamber Efendimiz, çocuk ya o da düğün görmeğe gidecek, gidecek ama uyku bastırmış, gidememiş, daha ertesi gün gidememiş, daha ertesi gün gidememiş... Neden? Allah, Peygamber-i Zîşânına o tarafa gitmeyi nasib etmiyor. Buna ne derler? “Kader fetva vermiyor.” derler.

Şimdi bizim büyük dedelerimiz, benim babamın anne tarafları Buhara tarafından gelmiş, Peygamber Efendimiz’in sülalesinden. Oralardan dualarımız vardır elhmadü lillah... Ondan sonra dedelerim medreselerde okumuşlar, yâni bizim oraların mollalarından, alimlerinden imişler. Kahveye filan girmezlermiş, sigara içmezlermiş, tesbihleriyle, seccadeleriyle, bağ bahçede böyle kendilerine namazgâh edinmişler, böyle avamın arasına karışmadan, ibadetle meşgul olurlarmış. Diyelim ki buradan Medine gibi bir mesadefeki hocasına ziyarete gidermiş haftada bir kere, iki kere. Şakır şakır yağmurda bir kere ziyarete gitmiş, büyük halamız da anlatıyor, babamızın halası. Hocası gülmüş, “Yâ, hiç de ıslanmamışsın be.” demiş, yâni nasıl geldiğini biliyorum demek istiyor yâni. Böyle tabii büyüklerin duası oluyor.

Babam Çanakkale’den, memleketten dersliyken İstanbul’a gelmiş, Hasib Efendi’nin camisine gider gelir, namaz kılarmış ama bilmezmiş o zamanlar bu işler gizli saklı ve baskılı olduğundan. Hasib Efendi’nin Gümüşhânevî Dergâhı’ndan olduğunu bilmezmiş ama Hasib Efendi’nin camisine getirmiş kader onu. Ondan sonra Abdülaziz Efendi’den tekrar dersini tazelemiş memleketten dersi olduğu halde.

Yâni biz, çömlekçinin elindeki çamur gibi bizi şekillendiren var, bizi bu yollara sevk eden var.

Sonra rahmetli anam çok dindar bir kadındı. Allah cümlemizin geçmişlerine rahmet eylesin... Kur’an’ı bize okutan odur, doğru yolu tavsiye eden odur, güzel idealleri vermeğe çalışan odur babamız gibi. Babam ile annem akrabadır zaten, aynı şeyden gelirler. Yâni Allah’ın lütfu ile, büyüklerimizin duası ile kaderin sevkiyle biz de Peygamber Efendimiz’in müşrik düğününe gidemediği gibi teknik üniversiteye gidip mühendis olacakken oraya gidemedik. Biz de oraya gidemedik, bizde hoca olduk. Hissediyorum ki yâni böyle kader, duvarlarını örmüş yolumuza, böyle gideceğiz diye. Ondan olmuş.

Tabii bu lütufların hepsinin sebebi: Büyüklerin helal lokma yemesidir, yedirmesidir, helal süz emzirmesidir, insanın büyüklerinden aldığı dualardır.

Meselâ biz ilkokula giderken bile sabahları anamızın babamızın elini öpmeden, duasını almadan gitmezdik. Anne baba duası insanı cennete sokar. Peygamber Efendimiz SAS buyuruyor ki: “Annesine babasına eriştiği halde cenneti kazanamayana yazıklar olsun, burnu yerde sürtsün o adamın.” Yetişmiş de fırsatı kaçırmış yâni. Anne babasına yetişmiş de hâlâ cenneti kazanamamış diye. Bu duaların tabii tesiri vardır.

Ondan sonra da insan günahkâr da olsa muhterem kardeşlerim, hepimiz günahkarızdır, kusurumuz çoktur. Ama içine pişmanlık düştü de Cenâb-ı Hakk’ın yoluna döndü mü Allah lütfeder. Hadis-i şerîf ile sabit: “Kulum bana dönerse ben de ona dönerim.” buyuruyor. Kul yönünü Allah’a döndü mü Allah da kuluna teveccüh eder. “Kulum bana bir adım gelirse ben ona bir arşın gelirim. Kulum bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak giderim.” buyuruyor. Yâni kuldan şöyle bir pişmanlık oldu mu daha diline getirip de “Affet yâ Rabbi, ben çok günahkâr bir kulum, sana layık kulluk edemedim filan diye daha diliyle ifade etmeden, söylemeden Allah günahını affedermiş kulun. Pişmanlığı kalbinde doğar doğmaz diliyle tevbe yâ Rabbi demeden Allah affediyor.

Onun için Allah’ın lütfu çoktur muhterem kardeşlerim. Allah’ın rahmeti çok geniştir. (Zû rahmetin vâsiah) Engin, geniş rahmeti vardır. Değil benim durumum, adamın birisi yol kesiyormuş, eşkıya imiş... Bizim annelerimiz, babalarımız elhamdü lillah cennet mekân, hakikaten memleketimizde tanınmış insanlarmış. Bizim köy de tanınmış bir köydür. Yâni bizim orası hayır hasenat yaparsa, yağmur olmayan zamanda yağmur yağar diye etrafta şöhreti varmış yâni. Ama yol kesen, yol kesici bir insan bile tevbe etmiş, ondan sonra Tezkiretü’l-Evliyâ’da menâkibi yazılıyor, evliyâullahtan bir kimse olmuş. Yâni Allah hatasını anlayan kulana yardım eder.

O zaman ne var elimizde?.. Dua gibi bir büyük imkân var. Büyük bir imkânımız var; dua. Açarız elimizi, bükeriz boynumuzu, göz yaşları dökeriz, ağlarız, yalvarırız, Allah’dan isteriz, Allah verir.

İki göze cehennem ateşi değmeyecek. Bir: (Aynün ba'te’t-tahrusu fi sebili’llah) “Hududlarda İslâm alemini bekleyen mücahidin gözüne cehennem ateşi değmeyecek.” İki: (Aynün beket min haşyeti’llah) “Tenhada Allah korkusundan ağlayan insanın gözüne cehennem ateşi değmeyecek.” Yâni cehenneme girmeyecek demek. Gözüne cehennem ateşi değmemesi için o kimsenin cehenneme gitmeyeceği mânâsı çıkar oradan, cehenneme düşmeyeceği anlaşılıyor.

Onun için ne olursak olalım, istek deli olalım, ister veli olalım, ister günahkâr olalım, ister asi olalım, ister hırsız olalım, ister arsız olalım, ister yüzsüz olalım, her ne olursak olalım, pişman olup da Allah’ın yoluna döndük mü Allah da teveccüh eder. Tevbe yâ Rabbi dedik mi, affet yâ Rabbi dedik mi Allah affeder.

Tabii tevbenin bir şartı da kul haklarını vermektir. Adamın tarlasını almışsın, apartmanını üstüne geçirmişsin, şimdi burada hırsız kedi ciğeri çaldıktan, yedikten sonra yalanıyor gibi ondan sonra tevbe yâ Rabbi diyorsun, olmaz. Apartmanı vereceksin, tarlayı vereceksin sahibine. Yâni hem alıp, hem de tevbe deyip hem de affedip hem de cennete gitmek... Öyle yağma yok. Hakkı vereceksin, o zaman helalleşeceksin, kul haklarından kurtulursun, kul haklarından kurtulduktan sonra Cenâb-ı Hak günahları affediyor.

“Hacca gelip de, Arafat’a çıkıp da, Müzdelife’de vakfe yapıp da, Mina’da şeytan taşlayıp da, kurban kesip de, ibadetleri yapıp da acaba Allah beni affetmiş midir, affetmemiş midir diye tereddüt eden günaha girer.” diyor Peygamber Efendimiz, affedilmiştir yâni. Allah günahları affeder, affedilmiştir. Hatta öyle affedermiş ki devesini hacıya kiralık vermiş, deveci yanında geliyor, parayı alacak, şu kadar para alacak. Onun aklı fikri devesinde yâni hac bitince deveyi alacak, gidecek. Devecileri bile affedermiş Mina’da Allah. Neden?.. İyi kulların yanında olanları Allah, (Hümü’l-kavmu lâ yeşkà bihim celîsühüm) O iyilerin yanına yanaşanları deveci bile olsa affeder de ondan. İyilerle beraber olmanın bu faydası vardır.

Onun için iyilerle beraber olmağa çalışalım. Suçumuz günahımız vardır elbette. Dağlardan büyüktür, dağlar gibi günahımız vardır. Tevbe edelim, pişman olalım, bildiğimiz haklar varsa verelim sahiplerine, kimsenin hakkı üzerimizde kalmasın, elimizden geldiğince iyilik yapalım, tatlı dilli olalım, güleç yüzlü olalım, kalp kazanmağa çalışalım, gönül yapmağa çalışalım. Allah-u Teàlâ Hazretleri, rahmeti çoktur, inşâallah hepimizi affeder.

Muhterem kardeşlerim! Mü’minlerin hepsi —sadece beni gibi cübbeliler, sarıklılar değil, sakallılar değil— hepsi Allah’ın evliyâsıdır. (Vallahu veliyyü’l-mü’minîn) “Allah mü’minlerin velîsidir.” (Âl-i İmrân: 68) Mü’minler de Allah’ın velîsidir. Hepsi umûmî olarak, bütün mü’minlerin Allah’ın evliyâsı olmak sıfatı vardır. Umumî bir evliyâlığı vardır her müslümanın.

Onun için Allah yolundan ayrılmamağa gayret edelim. Buraya geldik, tevâzûyu öğrenelim. Bilelim ki dış ameller, dış hareketler çok önemli değildir. Asıl kalp önemlidir. (Len yenâle’llahe luhûmuhâ ve lâ dimâuhâ ve lâkin yenâlühü’t-takvâ minküm) “Kestiğiniz kurbanların etleri, kanları Allah’a gitmeyecek ki...” Allah’a kebap mı yapacak yâni ne olacak yâni gönderecek, etlerin, kanların Allah’a gitmesi bahis konusu değil. “Senin takvân, senin duygun, senin hulûs-u kalbin gidecek Allah’a.” (Hacc: 37) Allah onu makbul sayacak. Onun için kalbe dikkat edelim.

Burada kalbe dikkat edeceğiz. Sûi zan olmayacak, hüsn-ü zan olacak. Kötülük olmayacak, iyilik olacak. Fısk ı fücûr olmayacak, takvâ olacak. Kalleşlik olmayacak, sıdk u sadakàt olacak. Yâni Şu kalbin içindeki, şu kafamızın içindeki duyguların temiz olması önemli. Yoksa elbise önemli değil, sarık önemli değil, cübbe önemli değil, mertebe önemli değil, omuz kalabalıklığı önemli değil, insanın sarayı olması, arabası olması, Mercedes’i olması önemli değil muhterem kardeşlerim. Mühim olan kalbinin temiz olması. Fukaracık, simsiyah renkli, yoksulun birisi cennete girebilir, Mercedes’li bir saray sahibi cehennemin dibine gidebilir yâni. O dış şey öneli değil, kalp temizliği önemlidir. Kalbimizi temiz tutmağa dikkat edelim.

Yâni namazı doğru kılmağa dikkat ediyoruz. Ben akşam üst kata çıktım, şöyle Kâbe-i Müşerrefe nazlı nazlı karşımızda, insanlar böyle etrafında dönüyorlar, tüyleri diken diken oluyor insanın. Böyle Hacer-i Esved’e böyle balıklama herkes gidiyor. Böyle yukarıdan daha iyi görünüyor. Böyle hırsla... Yâ, bunlar niye böyle koşturuyor buraya diye düşündüm... Niye?.. Hacer-i Esved bir taş, niye ona böyle bu kadar birbirini ezerek, birbirinin üstünden balık gibi kayarak oraya gidiyorlar, itiyorlar, şey yapıyorlar?.. Hacer-i Esved’e istilâm eden, elini süren, Allah’la musafaha yapmış gibi oluyor da ondan. Allah’la musafaha yapmış gibi olmaktan dolayı o şerefin peşine koşuyor insanlar da Hacerü-i Esved’i öpeceğiz diye oraya rağbet ediyorlar.

E düşündüm... Yâni peki Allah’ı sevmediği işleri niye yapıyorlar?.. Allah’ın sevdiği işlere niye böyle balıklama koşmuyorlar?.. Allah’ın rızasını kazandıracak işlere niye koşmuyorlar?.. Yâni onlara da böyle balıklama atlasalar ya sevaplı işlere. Demek ki şekilde kalıyorlar, öze inemiyorlar. Öze inmek lâzım. İşin iç yüzünü anlamağa çalışmak lâzım. Yâni Kâbe önemli ama Rübbü’l-Kâbe asıl murad. Kâbe’nin Rabbi mühim olan. Kâbe’ye hürmet önemli ama Allah-u Teàlâ Hazretleri’ne hürmet daha önemli. O bakımdan o iç şeylere dikkat edelim.

07. 06. 1992 - MEKKE

 

Silsile-i Şerîf | Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN Rh.A | Hocamız Hakkında... | Dervişân

.