ABDÜLHÀLİK-I GUCDÜVÂNÎ RH.A HAZRETLERİ (*)

Buhara'ya yaklaşık 30 km. uzaklıktaki Gucdüvân köyünde (bugünkü telaffuzu Gicdüvân) doğdu. Risâle-i Sâhibiyye adlı eserinde (s.95-96) anlattığına göre babası, İmam Mâlik neslinden, zâhirî ve bâtınî ilimlere vâkıf bir âlim olan Malatyalı Abdülcemil İmam'dır. Düşmanları tarafından şehirden çıkarılan Malatya sultanının tahtına dönmesini sağlayan Abdülcemil, 113 yaşında olmasına rağmen mükâfat olarak sultanın kızıyla evlendirilir. Bu arada Hızır, Abdülcemil'e bu evlilikten bir erkek çocuğunun doğacağı müjdesini verir ve adını Abdülhàlık koymasını ister. Gucdüvânî, sebebini açıklamadığı bir husustan dolayı bir müddet sonra babasının Malatya'dan ayrılmak mecburiyetinde kaldığını ve Buhara'ya giderek Gucdüvân köyüne yerleştiğini, kendisinin burada dünyaya geldiğini kaydeder.

Yetişme çağında tahsil için Buhara'ya giden Abdülhàlık, şehrin önde gelen alimlerinden İmam Sadreddin'in yanında tefsir okurken. "Rabbine yalvara yakara ve gizlice dua edin. Bilin ki O haddi aşanları sevmez." (A'raf 7/55) mealindeki âyetin yorumu sırasında buradaki "gizlilik"le ilgili bir tereddüdünü ifade eder. Şöyle ki: Eğer zâkir yüksek sesle zikreder veya zikir esnasında organlarını hareket ettirirse dua veya zikirden başkaları haberdar olur. Öte yandan sırf kalbiyle zikrederse bundan şeytan haberdar olur. Çünkü hadiste bildirildiğine göre şeytan insanoğlunun içinde damarlarındaki kan gibi akıp durmaktadır (Buhari, Ahkâm, 21), Gucdüvânî. bu durum karşısında âyetteki duayı gizlice yapma emrinin nasıl yerine getirileceğini, diğer bir ifadeyle zlkr-i hafînin nasıl uygulanacağını sorunca hocası Sadreddin, ilm-i ledünne ait olan bu meseleyi ileride ehlullahtan bir zâtın kendisine öğreteceğini söyler. Nitekim kısa bir müddet sonra. Gucdüvânî'nin Hâce Hızır diye andığı, doğumundan önce de kendisiyle ilgilenen Hızır gelerek ondan havuza dalmasını, suyun altında iken kelime-i şehâdeti tekrarlamasını ister ve ona zikf-i hafinin usulünü telkin eder. Aynı zamanda zikrin sayılarak yapılacağını belirten Hâce Hızır, böylece bütün Hâcegân'ın ve onlardan sonra Nakşibendîler'in benimsedikleri vukûf-ı adedî prensibini de ortaya koymuş olur (Reşehat Tercümesi, s, 30). Harîrîzâde, Gucdüvânî'nin suyun altında iken yaptığı zikir sırasında kendisinde el-cezbetü'1-kayyûmiyye denilen çok kuvvetli bir cezbe hâsıl olduğunu kaydeder (Tibyân, l, vr 378b),

Gucdüvânî, yine kendi ifadesine göre, yirmi iki yaşına kadar onu manevî evlât edinen Hâce Hızır'ın terbiyesi altında kaldıktan sonra Buhara'ya gelen meşhur fakih ve mutasavvıf Yûsuf el-Hemedânî'nin (ö. 535/1140) müridleri arasına katıldı. Bazı kaynaklara göre Hemedânî Buhara'ya değil Semerkant'a gelmiş ve Gucdüvânî ona burada intisap etmiştir. Hemedânî'nin zikirde takip ettiği yol alâniyye (cehri) iken Gucdüvânî'nin Hâce Hızır'dan öğrendiği zikr-i hafîye devam etmesine izin vermiş, Hâce Hızır da Gucdüvânî'nin manevî terbiyesinin tamamlanmasını Hemedânî'ye havale ederek aradan çekilmiştir. Bundan dolayı Hâce Hızır'ı Gucdüvânî'nin pîr-i sebak'ı (zikir telkin eden pîri) ve pîr-i irâdet'i (sülüke başlatan pîri), Hemedânî'yi de sadece onun sohbet pîri saymak gerekir (Lâmiî, s 411).

Ancak Gucdüvânî'ye bir hırka verdiği için silsilede onun asıl mürşidi olarak Hemedânî yer almaktadır. Hemedânî Buhara'dan (veya Semerkant) ayrılıncaya kadar onun yanında kalan Gucdüvânî daha sonra memleketine döndü. Burada "sohbetine lâyık" bir kimse bulamayınca (Fazlullah b. Rûzbihân, vr 86a) inzivaya çekilip riyazet ve mücahede dünyasına daldı. İnziva müddeti boyunca gösterdiği bazı kerametler sayesinde (vakit namazlarını kılmak için Mekke'ye gidip gelmek gibi] uzak yerlerde de meşhur oldu. Öyle ki Şam'da onun adına bir hankah kuruldu. Burada oturan müridleri kendisini ziyaret etmek için Gucdüvân'a gelmeye başladılar (Câmî, s, 384).

Hemedânî'nin bıraktığı halifelerin üçüncüsü olan Ahmed Yesevî, Türkistan'da İslâmiyet'i yaymak için Buhara'dan ayrıldığı zaman Gucdüvânî inzivasından çıkarak Buhara ve civarındaki dervişlerin başına geçti. Gucdüvânî'nin, halifesi Hâce Evliyâ-yı Kebîr'e hankahta oturmamasını tavsiye ettiği halde hayatının bu son dönemini Gucdüvân'daki hankahta geçirdiği anlaşılmaktadır. Muînülfukarâ. aralarında meşhur Al-i Burhân'dan âlim Muhammed b. Ömer es-Sadr'ın da bulunduğu Buhara'da ikamet eden müridlerinin her cuma gecesi onu ziyarete geldiklerini kaydeder (Tarih-i Mollazâde, s. 46).

Kaynaklarda Gucdüvânî'nin vefat için muhtelif tarihler verilmektedir. Gulâm Server Lâhûrî, herhangi bir eski kaynağa dayanmadan onun 575'te (1179) vefat ettiğini söyler (Hazînetü'l-Asfiyâ, I, 530). Müellifi meçhul Makàmât-ı Abdülhàlık Gucdüvânî ve Arif Rivgerî adlı esere göre (s. 16) Gucdüvânî, Necmeddîn-i Kübrâ'nın 618 (1221) yılında vuku bulan ölümünden az önce ve henüz Moğol istilâsı başlamadan vefat etmiştir (s. 16) Risâle-i Sâhibjyye'yi neşreden Saîd-i Nefîsî bu kayda dayanarak Gucdüvânî'nin ölüm tarihini 617 (1220) olarak verir.

Rivayete göre Yûsuf el-Hemedânî gibi Gucdüvânî de dört halife tayin etmiştir: Hâce Ahmed Sıddîk, Hâce Evliyâ-i Kebîr (Kelân), Hâce Habbâz Buhârî ve Hâce Arif-i Rivgerî. Hâcegân silsilesi bunlardan sonuncusu vasıtasıyla sürdürülmüştür.

Gucdüvânî'nin kelimât-ı kudsiyye olarak tanınan sekiz tarikat prensibini ortaya koyması son derecede önemlidir. Huş der-dem (alınan her nefeste gafletten uzak olmak), sefer der-vatan (beşerî sıfatlardan sıyrılıp ilâhî sıfatlarla muttasıf olmak), nazar ber-kadem [yürürken bakışlarını ayağından ayırmamak), halvet der-encümen (zahirde halkla, esasta Hak ile bulunmak), yâdkerd (lisanı zikirle beraber kalbi zikri icra etmek), bâzgeşt (zikir yaparken (ilâhî ente maksûdî ve rıdâke matlûbî) "Allah'ım! Maksûdum sensin ve talep ettiğim senin rızândır." cümlesini söylemek), nigâhdâşt (meşguliyet verecek düşünceleri defetmek) ve yâddâşt (zikrin sebep olduğu uyanıklığı sürdürmek) prensiplerinden ibaret olan kelimât-ı kudsiyye, sonradan ilâve edilen üç prensiple beraber (vukûf-ı zamânî, vukûf-ı adedî, vukûf-ı kalbî) Nakşibendiliğin başlıca umdelerini oluşturmaktadır (Reşehât Tercümesi, s. 32-43.) Gucdüvânî'nin asıl önemi Hâcegân silsilesini Kurmanın da ötesinde ruhaniyet âleminde Hâce Bahâeddin Nakşıbend'e zikr-i hafîyi telkin etmiş olmasıdır.

Eserleri

1. Rısâle-i Sâhibiyye. Yûsuf el-Hemedânî'nin menkıbelerini anlatan ve kendi hayatına dair bilgiler veren eser Saîd-i Nefisî tarafından yayınlanmıştır. (Ferheng-i İrân-zemîn, 1/l içinde, s. 70-l01 Harîrîzâde'nin Tıbyân'ında da (I. vr 379a-389b) yer alan eserin bir Özetini İrec Efşâr neşretmiştir(Kandiyye, s.6-16)

2. Vesâyâ (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3702/5) Gucdüvâni, kısa bir adâb risalesi mahiyetindeki bu eserini halifelerinden Hâce Evliya-i Kebir için kaleme almıştır. Risalede cahil sûfilerden Kaçınmak, şeriat ve sünnetten ayrılmamak, hâkimlerden uzak kalmak, mümkün mertebe evlilikten kaçınmak, hankahta oturmamak, semâ ile fazla meşgul olmamak gibî öğütler verilmektedir. Buhara'ya iltica eden İranlı Şafii âlimi Fazlullah b. Rûzbihân. Gucdüvân şehrinin 918'de (1512) bir Safevî muhasarasından Gucdüvânî'nin ruhaniyeti sayesinde kurtulduğu inancıyla Vasâyâ'sına bir şerh yazmıştır. (Süleymaniye Ktp., Yahyâ Tevfik, nr. 1500. vr. 83a-102b).


(*) TDV İslâm Ansiklopedisi, c.14, s.169-171.

Dervişân | Gucdüvânî Hazretleri'nin Nasihatleri | Silsile-i Şerîf

.