ÂRİF-İ REVGİRÎ RH.A HAZRETLERİ

Buhârâ'ya 30 km uzaklıkta bulunan Rivger köyünde dünyâya geldi. Doğum târihi 1067 (H.560) olarak rivâyet edilmekte ise de kesin bilinmemektedir. 1315 (h.715) târihinde vefât etti. (1)

Orta boylu, ay yüzlü, büyük gözlüydü. Kaşları hilal gibi ince, rengi pembe beyaz karışımı bir çiçeği andırırdı. Mübarek vücutlarından misk ve amber kokuları yayılırdı. Türk velîlerinin etkıyâsıydı. İlim, hilm, zühd, takvâ, riyâzât, ibadet ve sünnet-i seniyyeye tam mütâbaat üzere idi. Yüz elli seneden fazla yaşadı. (2)

Küçük yaşta medrese tahsîline başladı. Zekâ ve kavrayışının parlaklığı sebebi ile ilmî mertebeleri hızla geçti. Bu esnâda ilim ve hikmet sâhibi, ibâdet şartlarını harf harf yerine getiren, insanlara doğru yolu göstermede zamânın kutbu Abdülhâlık Gücdüvânî Hazretleri ile tanıştı ve bütün dünyâsı değişti. Daha ilk günde ebedî saâdet tâcının başına konduğunu hissetti. Derhal kendisine bağlandı, vefâtına kadar hiç ayrılmadı.

Hocası ilk sohbetinde ona şöyle dedi: "Hak yolcusu bir sâlik, talebe, vaktinin, zamânının değerini gâyet iyi bilmelidir. Üzerinden vakitler bir bir geçip giderken kendisinin ne hâlde olduğunu sezmeye bakmalıdır. Şâyet geçen bir an içinde, huzurlu olduysa, bunu şükür gerektiren bir hâl bilmeli. "Allah'ıma şükürler olsun." demelidir. Eğer gafletle geçip gitmiş ise, hemen onu telâfî etme yoluna gitmeli, yüce Yaratana nefsânî mâzeretini bildirip ondan bağışlanmasını dilemelidir..."

Ârif-i Rivegerî, Abdülhâlık-ı Gücdüvânî Hazretleri'nin hayatlarında yüksek hizmet ve huzûruna devâm ile meşhûr olup pek çok feyz ve bereketlere kavuştu. Yüksek üstadının vefâtından sonra onun yerine Peygamber Efendimiz'in ve ashâbının yolunu insanlara öğretme işine memur oldu. Himmet, inâyet ve gayretlerini Allah-u Teàlâ'yı arayanlara sarfeyledi.

Pek çok kimsenin hidâyete ve evliyâlık makamlarında yüksek derecelere kavuşmalarına vesîle oldu. Zamânının bir tânesi idi. Herkese çok iyi ve yumuşak davranır, kimsenin kalbini kırmazdı.Nefsinin istediklerini hiç bir zaman yapmaz, istemediklerini yapmak, rûhunu yükseltmek için çok çalışırdı. Haramlardan şiddetle kaçar, hattâ harama düşmek korkusu ile mübahların fazlasını terk ederdi. Geceleri vaktini hep ibâdetle, gündüzleri talebe okutmakla geçirir, sünnet olduğu için; gündüz öğleden önce bir miktâr kaylûle yapardı, yâni biraz uyurdu. Peygamber Efendimiz'in sünnet-i seniyyesini çok iyi bilir, onun unutulmaması için nasîhatlerinde üzerinde durur, târif ederdi. Sünnet-i şerîflerin yaşanması için çok gayret gösterirdi. Her sohbetine; "Cenâb-ı Hak bizleri, hepimizi dünyâ ve âhiretin efendisi ve bütün insanların her bakımdan en yükseği ve en iyisi olan Rasûlüllah Efendimiz'e tâbi olmak saâdetiyle şereflendirsin! Çünkü Cenâb-ı Hak, O'na tâbi olmayı, O'na uymayı çok sever. O'na uymanın ufak bir zerresi bütün dünyâ lezzetlerinden ve bütün âhiret nîmetlerinden daha üstündür. Hakîkî üstünlük, O'nun sünnet-i seniyyesine tâbi olmaktır.

Ârif-i Rivgerî Hazretleri'nin bu gayretlerine karşılık Cenâb-ı Hak, büyük makamlar ihsân etti. Uzun bir ömür yaşadı. 1315 (H.715) senesinde Rivger'de vefât etti. Kabri oradadır. (3) İrtihâli sırasında ser  halîfesi Mahmûd-ü Fağnevî KS'ye alenî zikri ta'lim buyurmuşlar ve bu hal öyle bir zevk ve şevk-ı mâneviyye müncer olmuş ki, kendilerinden sonra sâdât-ı kirâm, mescidlerde topluca alenî zikir yaparak cümlenin istifade ve istifazesine imkân verilmiş ve zikir zevki halka duyurulmuştur. (4)


(1) Evliyalar Ansiklopedisi, Türkiye Gazetesi, İstanbul 1992.

(2) Tasavvufî Ahlâk, c. 2, s. 187, Seha Neşriyat, İstanbul 1991.

(3) Evliyalar Ansiklopedisi, Türkiye Gazetesi, İstanbul 1992.

(4) Tasavvufî Ahlâk, c. 2, s. 187, Seha Neşriyat, İstanbul 1991.

 

Dervişân | Silsile-i Şerîf