.
MEVLÂNÂ HÀLİD-İ BAĞDÂDÎ KS
Mehmed Zâhid Kotku Rh.A
İrtihâli: Şam1242
Boyu uzun, cüssesi büyük, rengi beyaz ve pembe karışımı, gözleri iri ve siyah, burunlarının ortası yüce, dişleri seyrek, yüzü nurlu ve güleçti. Sakalı siyah ve büyükçe, göğsü geniş, kolları uzuncaydı. Vekar ve mehâbeti görenleri hemen hürmete sevk ederdi. Zamânının allâmesiydi. Hadis, fıkıh, mantık, mutavvel, kelâm ve hikmet gibi ulûm-u âliyeye, usûl-ü hendese, ilm-i hey'et ve diğer fünûn-u zâhire ve ulûm-u nâfiaya vâkıfdı. Erbâb-ı kulûb, sohbetine can atardı. Nakşiye, Kàdiriye Sühreverdiye, Çeştiye, Kübreviye Tarîklerinden icâzetli mürşiddi ve müceddiddi.
Çok hadîs okurdu.
Binlerce adam yetiştirdi. Divânı ve te'lifâtı meşhurdur. Hazret-i
Osman RA neslinden Hasan ibn-i Ahmed'in oğludur. Nesebi; veliyyü'l-kâmil
pîr Mikâîldir. Halk arasında altı parmak denilmekte ma'rûftur.
Alimü'l allâme şeyh Hâlid KS zâhirî ve bâtınî bütün ilimlerde
yed-i tûlâ sâhibidir. Sarf, nahiv, fıkıh, mantık, hendese, hadîs
ve tasavvufa derin nüfûz ve bilgileri vardır. kendileri ehl-i sükûtdur.
Vâlidelerinin nesebleri, veliyyü'l-kâmil Fâtımîdir. Kürtlerce pîr
Hızır denmekle ma'rufdur. Tevellüdü takrîben 1190'dır. Baban sancağının
Karabağ kasabasında doğmuştur. Süleymaniye'ye beş mil mesafededir.
Bu kasabada büyümüş ve Kur'ân-ı Kerîm sarf, nahiv okumuş, henüz
âklı, bâliğ olmadan, nesirde, nazımda akrınına kat kat fhaik olmuşdur.
Daha
gençliğinde zühde, açlığa ve tecrîde kendini alıştırmış,
sonra ulûm-ü nâfiayı tahsil için uzak memleketlere gidip, okuduktan
sonra memleketi civarında, âlim ve âmil ve ahlâkı-ı hamîdeye mâlik
şeyh Abdülkerîm Berzencî KS'den ve âlim-i muhakkık Sâlih ve Molla
İbrahim-i Beyârî ve Şeyh Abdürrahîm-i Berzencî'den ilim tahsil
etmişdir. Daha sonra Süleymanniye'ye dönerek orada Mutavvel, hikmet
okumuş bilâhare Bağdad'a gitmiş, orada da, ilm-i usûlden mihtasar müntehâ'yı
okumuş, sonra memleketine avdetle meydân-ı tahakkukda cümlesini
sebkat etmiştir.
Müşkül ve suûbetli ibârelerden her ne sorulsa derhal cevap verir bir kuvve-i hâfızaya ve hâriku'l-âde zekâya mâlikdi. Normalin üstündeki ilmiyle iştihâr edip, şöhreti bütün aktâr-ı arza yayıldı. Bazı medrese müderrisliği teklif edilmişse de, zühdünden nâşî: "Ben bu makâma ehil değilim" diyerek kabul etmedi.
Bilâhare Sündüc taraflarına giderek, hesap, hendese, usturlab-ı felekiyeyi, Sündüc'de âlim müdekkik ve her derdin şifâsı, o zatın işâretinde olan Şeyh Muhammed Kâsım-ı Sündücî'den ikmâl-i ilim ederek vatanına dönmüştür. Süleymaniye'deki âlim şeyh-ı muhterem Abdülkerîm 1213 tâûndan vefât edince, onun medresesine müderris olarak tâliblere neşr-i ulûma başladı. Dünyaya ve ehline meyil vermeyip, ibâdetini Cenâb-ı Hak'ka hasr etti. Hak yolunda tebliğ-i ahkâmda, lâimin levminden korkmazdı. Sözleri te'sirli, sîreti makbûl idi. Her hususda azîmetle amel eder, akrânı kendisine hased ederlerdi. Fakr, kanâat, sabır ile muttasıf ve azîz idi. Bütün vaktini istiğrâk halinde îfâya ve tâata hasr etmişdi.
1220'de Beytullahi'l-Harâm'a
haccın şevkı cezb etti ve hayrü'l-enâm aleyhi's-salâtü ve's-selâm
Efendimiz'in Ravza-i münevveresini zîyaret muhabbeti düştü. Bütün
alâkalardan sıyrılarak Allah CC ve Resûlü SAS'in yoluna muhâceretle
Musul, Diyarbakır, Rehâ, Şam, Halep, Hicaz'a azîmet etti. Mezkûr
beldelerde meşhur muhaddislerden Şeyh Muhammed Küzberî'ye uğrayarak
sohbetlerinde bulundular. O zâttan hadîs dinledi ve hadîs aldı. O zât
Mevlânâ Hâlid'i KS kendine yakın kıldı ve onun husûsî tilmîzi
şeyh Mustafa Kürdî'den, şeyhine inâbeten Kâdirî'den icâzet aldı.
Mevlânâ Hâlid KS Medîne-i Münevvere'ye vâsıl olunca, Resûlullah
SAS'i bir kasîde ile farisî olarak belîğ bir methiye ile övdü.
Orada huccâcın kaldığı kadar kaldı. Mescid-i Nebevî-nin devamlı
bir güvencini gibiydi.
Mevlânâ KS buyurdu ki:
Medîne-i Münevvere'de nasîhatti ile teberrük etmek için sâlihlerden bir kimse aradım. Gördüm ki, bir adam abdest alıyordu. Fakat evvelâ ayağını, sonra kolunu yıkadı ve daha sonra yüzünü yıkadı. Kalbime, "Bu adam abdest almasını bilmiyor" diye geldi. O anda bana doğru döndü ve sert sert bana baktı, dedi ki: "Mekke'ye varınca böyle şeylere karışma!" Büyük adam olduğunu hemen anladım. Özür diledim ve sordum; Yemenliymiş. Bir câhilin bir âlimden isteyeceği nasîhatı istedim. Birçok nasîhat ettikten sonra buyurdu ki: "Mekke'de zâhir şerîata muhâlif bir kimsenin hareketini görürsen inkâra tasaddû etme." Vaktâki Harem-i Şerîfe vardım ve o zatın ettiği nasîhat ile amel etmeği tasarladım. Bir deve kurban etmenin sevabını almak için erkenden Harem-i Şerîfe vardım. Kâbe-i Şerîf'e karşı oturdum. Delâil okumaya başladım. Karşımda siyah sakallı avam kıyafetinde Beytullah'a arkasını dönmüş, aramızda hâil olmayarak bana yüzünü çevirmiş bir adam gördüm. İçimden dedim ki: "Şu adamın terbiyesizliğine bak." Hemen bana dedi ki: "Mümine hürmet Kâ'beye hürmetten indallah büyükdür. Neden benim arkamı kâbeye dönüp de sana teveccüh ettiğime itiraz ediyorsun? Sana Medîne'de söylenen sözü ne çabuk unuttun?" dedi. Ben o zatın evliyâullahdan olduğuna şüphe etmedim. Halkdan bu gibi tavırla kendini gizlemiştir, diye eline kapandım. Kusurumun afvını ricâ ettim, beni Hak'ka irşâd etmisini istedim. Buyurdu ki: "Senin fütûhâtın bu diyarda değildir." Ayağını kaldırdı, "Delhi'ye bak" dedi. Baktım, o anda Delhi'yi ayân beyân gördüm. Şu anda hâlâ gözümün önünden gitmedi. Yine buyurdu ki, "Senin fütûhun, arzın o kutrundadır. Sana oradan işâret gelir" dedi. Haremeyn'de beni maksûduma irşâd eden bir zâtın tahsîlinden me'yûs oldum. Menâsik-i Haccı îfâ ettikden sonra Şam-ı şerîfe döndüm. Şam'a bu ikinci gelişimdi buluşduğum ulemâ ile sohbetimizden, onların kalblerinde muhabbet uyandı."
Bundan sonra vatana avdet edip zühdünü artırmış, evvelki seyyiâtını da hasenât etmişdir. Bir gün, Abdullah Dehlevî KS Hazretleri'nin dervişlerinden bir Hindli geldi. Mevlânâ KS ile görüşdü ve kendi şeyhinin nakşî tarîkatından ve ahlâk-ı Muhammedî ile mütehallık, hakîkat ilmine âlim ve âmil bir mürşid-i kâmil olduğunu, Cihânâbâd'a gidip onun hizmetine sülûk ederse murâdına nâil olacağını söyledi. Bu Hindlinin sözleri kalbinde nakş oldu ve gitmeğe karar verdi. Tedrîsât vazifesini terk etti. Beyaz develerle ıssız sahrâyı tay ederek Tahrân'a vardı. Orada İsmâil Kâşî isminde bir müctehidle tanışarak uzun mübâhaselerden sonra İsmâîl Kâşî'yi mebhût etmişdir.
Sonra Bestam'a gitti. İmâm-ı tarîkat Bâyezîd-i Bestâmî KS Hazretlerini ziyâret etmiş ve bir Fârısî manzûme ile medh etmişdir. Harkan, Semman ve Nişabur'a uğramış oralardaki evleyâullahı zîyaret etmişdir.
Oradan (Tavs)a varmış, orada bulunan Seyyid Celîli'l- Me'nûs, İmâm Alî Rızâ'yı ziyâret etmişdir. O beldede bid'atler çok olduğundan, durmadan yoluna devam etmişdir. Oradan Herat'a varıp ulemâsıyla sohbet, mübâhase ve muhâvere etmişdir. Efgan ulemâsı Hâlid-i Bağdâdî KS'yi, sâhili olmayan bir denize teşbih etmişler ve cümlesi fazlını i'tirâf etmişlerdir.
Oradan vedâından, bir kaç mil gittikten sonra, acâib haller görmeye başladı. Yol esnasında Kandehar, Kâbil ve Dârü'l-ilim'de müşâvere ettiler. Bu beldeler ulemâsı da, mûmâileyhi korkunç bir sel ve şiddetli fırtına gibi tavsîf ettiler. Oradan âlim-i tahrîr, veliyy-i kebîr şeyh Muammer Senâullah en-Nakşıbendî'nin yanına varıp, ondan dua ve imdâd istediler. Mevlânâ KS buyurur ki: "O gece vâkıamda yüzüme mübarek dişlerini geçirdi ve beni çekmeğe başladı. Fakat ben çekilmedim. Sabah olunca huzuruna vardım. Ben rü'yamı söylemeden dedi ki: "Sir alâ bereketillâhi teâlâ ilâ hizmet-i ahînâ ve seyyidinâ eş-şeyh Abdullah"; O'nu işâret ederek, "Senin fütûhun ve maksûdun şeyhinin yanındadır. Oradan vesîka alınır ve ahidler dahî oradandır" dedi.
Ben anladım ki, şeyhimin kuvvetli câzibe-i himmeti beni kendine çekmişdir. O kasabadan da ayrılarak Cihânâbâd ismiyle ma'rûf (Delhi)ye gittim. Delhi'ye tam bir senede varabildim. Kırk konak kala nefâhat ve işârâtı gelmeğe başlamışdı. Ben varmadan havassı eshâbına benim geleceğimi haber vermiş."
Şeyhına kavuşduğu zaman, Mevlânâ KS bir Arapça kasîde ile şeyhini medh ve himmetini taleb ve Cenâb-ı Hak'dan kabûlünü ricâ ile, matlûbuna vâzıl olduğu için Hâlık-ı zü'l-Celâle hamd ve senâda bulunmuşdur. Delhi'ye varıp şeyhine kavuştuktan sonra, havâyic-i seferiyesinden artan her nesi varsa hepsini müstahaklarına dağıttı. Ondan sonra Hind diyarı meşâyıhının şeyhi, tarîkler kutbu, hakîkatler ma'deni, kâmil ve mükemmil şeyh Abdullah Dehlevî KS'den ahz-i feyz etmişdir. Orada telkîn olunan zikir ve mücâhede ile beraber, bir zâviyenin hizmetiyle de meşgul olmuş, beş ay içinde ehl-i huzûr ve müşâhede sâhibi olmuşdur. "O, Allah'ın ihsânıdır; onu dilediği kimselere verir" (2/63) ve "Allah çok büyük ihsân sâhibidir." (2/64)
Cenâb-ı Hak'kın bazı sevgili kullarına bahş ve ihsan ettiği bu devlet için, kulun iftihâra hakkı yoktur. Hâlık-ı zü'l-Celâl istediğini bir lâhzada vâsıl-ı gâye kılar; bazılarını da birkaç senede. Nitekim, Minhâcü'l-Abidîn'de, Abdullah Dehlevî Hazretleri KS eshâbına mübârek elleriyle yazdıkları mektubunda, Mevlânâ Hâlid KS Hazretlerinin, evliyâ indinde meşhur olan (Fenâ ve Beekâyı-etemmeyn) ile nâil merâm olduğunu beyân buyurmuşlardır.
Bir sene şeyhine hizmet ettikden sonra müşterşidini irşâd ve sâlikini terbiye için, vatanına avdet etmek üzere izin çıkdı. Şeyhi, Abdullah Dehlevî KS, Mevlânâ Hâlid Hazretlerini dört mil mesafeye karar teşyi ettiler. Elli gün süren kara ve deniz yolculuğUndan sonra memleketine vâsıl oldular. Fakat yol esnasında yiyip içmeyi terk edip, yalnız zikir ve ibâdetle gıdâlandılar. Avdetinde Şirâz ve Isfahân taraflarında da irşâd kasdıyla va'z ve nasîhatte bulunduysa da, Râfizî ulemâsı çekemediler. Karşılıklı münâzaraya girişdiler ve neticede âciz kaldıkları için mûmâileyhi katle tasaddî ettilerse de bir şey yapamadılar. Hattâ keskin kılıçlarını sıyırarak üstüne yürüdülerse de muvaffak olamadılar ve geri dönüp kaçtılar.
Ondan sonra Hemedâna (Sündüc)e geldi 1226'da Süleymânniye'ye vâsıl oldular. Vatanının ileri gelenleri, ikrâm, i'zâzla karşıladılar. Şeyhinin işâretle o sene (Zor) beldesine gitti. Evliyâyı ziyâretten sonra, Gavs-ı a'zam Abdülkâdir Geylânî KS Hazretlerinin zâviyesine indiler. Orada halkı ahkâm, esas üzere irşâd etmeğe başladı. Beş ay bu hizmete devamdan sonra tekrar vatanına avdet ettiler. Fakat memlekette muâsırları hased ederek adâvet ve iftirâ ile hücum etmeğe başladılar. Onların yaptıkları çok çirkin iftiralara karşı hüsn-ü muâmele ile dua ederdi. Süleymâniye'de ikinci defa olarak 1228'de münkirler, iftirânın büyüğünü ele alan ehl-i garaz, Cenâb-ı Hak'kın şiddetli ikâbından dahî korkmadan, Bağdad valisi, Sâid Paşa'ya içerisi küfür ve dalâlet ile dolu bir mektup mühürleyip gönderdiler. Bununla Mevlânâ KS'nın Bağdâd'ın çıkarılmasını istediler.
Bağdât vâlisi, mektubu sâbık müftülerden Mehmed Emîn Efendiye gönderdi. Bu arada Bağdât ulemâsı da idâre-i maslahat için, Mevlânâ Hâlid Hazretlerine: "Siz yine eski vatanınıza teşrîf edin" diye tavsiyede bulundular. Bunun üzerine tekrar vatana döndüler. Bu seyahatte, Kerkürk, Erbil, Musul, Amâdiye, Ayıntab (Antep), Halep, Şam, Medîne-i Münevvere, Mekke-i Mükerreme ve Bağdât halkı çok istifâde ettiler. Mûmâileyh KS Hazretleri gâyet cömert, ahlâkı hamîde sâhibi, ezâya mütehammil, lisânı belîğ ve tatlı idi. Allah yolunda kendini levm edenlerin levminden sakınmaz, azîmet ile amel eder, eytâm ve erâmili korur, kendi yemeğini yer, kimseden taâm kabul etmezdiler.
Makâmât-ı Harîrî üzerine te'lifi varsa da tekmil olmamışdır. Cibrîl'in hadîsi üzerine şerhi vardır ki, orada akâid-i İslâm'ı cem etmiştir. Farsça yazılmıştır. Esâsen ekserî eserleri Farsçadır. Bir de divânı vardır ki, onu 1235'te tertib etmiştir. Usûl-ü hadîs, tasavvuf ve rüsûm tedrîs eder ve hastaları tedavi ederlerdi.
Mûmâileyh ehli ıyâlıyla Bağdâd'dan Şam'a geldiler. Kınvat Mahallesi'nde yüksek bir ev alıp bir kısmını câmiye vakf ettiler. Beş vakitte namazı orada kılarlar, harâba yüz tutmuş eski camileri ta'mîr ve ihyâ ettirirlerdi. Bu haller 1238'de olmuştur. Muhîtine cûd ve sehâsını, ilim, hikmet ve fazîletlerini neşr etti. Çok mürîdlerini başka beldelere göndererek tarîkat-i Aliyye-i Nakşîbendiye'nin nûrlarını dünyaya yaymışlardır.
Mevlânâ Hàlid KS Hazretleri'nin Bazı Beldelerdeki Halifelerine Vasiyeti
Besmele, hamdele ve salveleden sonra:
"Size vasiyyet ederim ki, sünnet-i seniyyeye şiddetle temessük edin! Rüsûm-ü câhiliyeden i'râz ve merdûd bid'atlerden sakının! Şatafât-ı Sôfiyeye aldanmamanızı emr ederim. Vezîr, emîr, paşa ve birtakım avam kimselerle sohbeti terk ediniz. Zîrâ, kötü ittihamlara uğramanıza sebep olur. İki fesâd taaruz ettiğinde ehvenini seçmeniz gerektir. Gayrın nasîhatı ile ittihaz eden kimse saîddir. İhvânın ihtiyaçlarını görmek ibâdetten olduğu, sizi tevehhümle bırakmasın. Zîrâ, bu kaza daha büyüğü bulunmadığı takdirdedir. Melîkler, emîrler ve zâlim kimselerle beraber bulunmayın. Çünkü, sizde onları ıslâh edecek kuvvet yoktur ve onları gıybet ve sebetmeyin. Kendinizi büyük sanıp da gururlanmayın. Onları zulme nisbet edip de, kendinizi sulehâdan saymayın. Zîrâ bu zan, cehil ve ucübdür. Onlara ıslâh ve tevfik ile duâ etmeniz lâzımdır. Peygamber SAS Efendimizden, İmâm-ı Taberânî (Mu'cem)inde, bu hakka dâir bir hadîs rivâyet etmiştir ve bu hadîs-i şerîfde: "Ümmete sövmeyiniz, onları ıslâha çağırınız, çünkü onların salâhı sizin salâhınızdır." buyurmuşlardır.
Bugünden sonra onları tarîkate almayın! Şehvet-i dünyaya dalıp hep dünyadan bahs eden tüccarları ve ulemâdan, talebe-i ulûmdan, ilimlerini şöhret ve câh için vesiyle kılanları da almayın! Bir de, batâlet ve tembelliklerini tarîkate isnâd edenleri ki, bunlar halkın yanında salâh-ı hâl gösterip de yüreklerini halka tahmîl ederler, böylelerini de almayın ki, bunlar dünya mansıblarından bir rütbe gördükleri vakit, kaplanın avına sıçradığı gibi atılırlar. Onlar hulefâdan biriyle müsâvî sayılsalar, hoşlanmazlar. Hele bir mürîdle denk tutsalar, gazablarından kükrerler. Şöhret için hilâfet arzu ederlerse, onlardan kaçının. Zîrâ onları görerek halktan bazıları da hilâfet hevesine kapılırlar ve bu vâsıta ile para toplama çabasına düşerler.
İyi bilin ki, sizin bana en ziyâde sevgiliniz, etbâınızın pek az olanıdır ve ehli-dünyaya alâkası olmayanıdır. Zahmet ve meşakkatı fazla olandır. Fıkıh ve hadîsle meşgul olanınızdır. Bir hadîs-i şerîfde meâlen, "Bir kimse sultâna ne kadar yakın olursa Cenâb-ı Hak'ka o nisbette uzak olur." buyurulmuştur.
Bir kimsenin etbâı ne kadar çok olursa, şeytanı da o kadar çok olur. Şu halde, dünya malı, şöhret ve câh için tama etmek, dîni verip dünyayı almakdan başka bir şey değildir. Böyle olanların fesâdı beyandan müstağnîdir. Şeytan sizi aldatmasın. Hem sizin etbâınız çoğalırsa her gün Kur'ân-ı kerîm'i hatim etmek kolay olmaz. Zikr ettiğimiz zemîmelerden ârî, tâlib ve sâdıklardan bir tânesi, binlerce battâlînden ahsendir. Hatm-i Kur'ân için otuz mürîd kâfîdir. Komşulardan muhlisler ile de mümkün olur. Eğer kolay olmazsa, "Allah bir kimseye ancak gücü yettiği kadar teklif eder?" (2/65) ilâhî hitabı hatırlanmalıdır.
Mevlânâ Hàlid KS Hazretleri'nin Müridlerine Vasiyeti
Besmele, hamdele, salveleden sonra:
"Cenâb-ı Hak'tan havf ve haşyet etmeyi size vasiyyet ederim. Sonra
insanlara eziyyet etmemelisiniz (hassaten Haremeyn-i ŞerîfÕte). Sonra hiç kimseyi gıybet etme, her ne kadar başkaları sizin gıybetinizi ederlerse de... Nefsin için dünya menfaatlerinden bir şey alma! Alırsan şer-i şerîfe uygun al ve aldığını da hayra sarf et! Mü'min kardeşlerin aç ve muhtaç iken, şehevât-ı nefsâniyene sarf etme. Bir kimseyi tahkîr etme. Nefsini hiç kimsenin fevkında tutma. İbâdât-ı kalbiye ve bedeniyede içtihâdını bezl ile, hayır ameli yapmadığını hesâb et. Niyet, ibâdetin rûhudur. İhlâssız niyet olmaz. Senden büyükte ihlâs olmazsa, senden olmayacağı âşikârdır. Eğer sen kendini her hayırda müflis görmezsen, bundan büyük cehâlet olmaz. Kendini kesme. Zîrâ, Cenâb-ı Hak'kın fazlı ve rahmeti kul için ins ve cinnin ibâdetinden hayırlıdır. "De ki: Allah'ın ihsânı ve rahmeti ile, ancak bununla ferahlansınlar. Bu, onların tapmakta olduklarından dünya menfaatlarından daha hayırlıdır." (2/66) (İbn-i Abbas RA'da "Kazandıkları her şeyden hayırlıdır." demişlerdir.)Cenâb-ı Hak'kın fazlını, ibâdâtını terke sebep kılma ki, şeytan, insanın aklıyla oynayıp da aldatmış olmasın. Zikr-i kalbe devam et. Sana zikirden bıkkınlık gelmesin. Yürürken dahî olsa, Cenâb-ı Hak'kın havl ve kuvvetine temessük et. Sâdât-ı kibâr (kaddesallahü esrârehüm) Hazerâtının rûhâniyetlerinden istimdâd et. Hamele-i Kur'ân, ehli-ilim ve hafaza-i Kur'ân'a ikrâm et. İmkân oldukça kırâet ile iştigâl et. Fıkıh ilmine başka ilimlerden fazla önem ver. Huzûr-u kalbî sizi fıkıh ilmiyle uğraşmakdan alıkoymasın. Zîrâ bu hal, meşrebin darlığından ve tabiatın adem-i vüs'atindendir. Hükümetin işlerine karışma, velev seni taleb etseler dahî. İmâm-ı Müslimînin, vüzerânın ve ümerânın ıslâh-ı hâline dua et. Cenâb-ı Hak'dan İslâm'ın küfr üzerine gâlib gelmesi için dua et. Vücûdunu terke, mevcûdunu bezle âmâde ol. Bulunana kanâat göster. Sâhib-i makâm-ı Mahmûd'un sünnetine temessük et.
Nâfile namaz, teheccüd, işrâk, evvâbîn, duhâ namazlarına devam et. Dâimâ abdest üzere ol ve: (2/67)
[Sübhânallàhi ve bihamdihî ve adede halkıhî ve rıdà nefsihî ve zinete arşihî ve midâde kelimâtih] tesbîhini (bu tesbîh hakkında hadîs-i şerîflerde yüz defa söylemesi tavsiye buyurulmuştur) üç kere okumağa devam et. Sallallâhü teâlâ ve selâmühû aleyhi ve alâ âlihî ve sahbihî ebede'l ebedeyn vel hamdülillâhi Rab'bi'l-âlemîn..."
Mevlânâ Hâlid KS Hazretlerinin irtihâli yaklaşınca Cenâb-ı Hak ona irtihâlini münkeşif kıldı. Kabr-i mübârekinin hazırlanmasını emretti. Sâlihiyye'de kabrinin mekânını ta'yîn etti. Şam'ın hâricinde, (Kasiyon) dağının altındaki tepede, kırklar makâmının karşısındadır. Kabrin kazılması tamam olunca, üçüncü günü hastalandı ve 1242 yılı Zilka'de'sinin on birinci günü Cum'a gecesinde irtihâl ettiler. Tâûn salgınının ondördüncü gününe tesadüf etti. Cenâb-ı Hak, şehâdet-i müteaddideyi cem etti. Vefâtından evvel halîfeliğine Şeyh İsmail Kürdî'yi vasiyyet ettiler.
Her yaptığın işte maksadın Hakk'a yaklaşmak olsun. Yaşadığımız her dakîkanın hesâbını mutlakâ Allah (CC)'a vereceğiz.
Kaynak: Tasavvufî Ahlâk 2
.