Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN Hocamızın Dilinden
ÖMER ZİYÂÜDDÎN-İ DAĞISTANÎ HAZRETLERİ
Bizim Şeyhimizin daha önceki hocası Ömer Ziyâüddin Efendimiz, hafız. Altıbuçuk saatte Kur'an-ı Kerim'i okurmuş, hatmedermiş. O kadar hızlı okuyor. Altıbuçuk saatte, (Elhamdü lillâhi rabbil-âlemin)'den, (Kul eùzü birabbin-nâs)'e kadar okuyor. Hem de Buhârî-yi Şerif'i, yâni Sahîh-i Buhârî'yi ezbere biliyor. Hem de ihlâslı, takvâ ehli bir insan...
Bu zât, Osmanlı zamanında Türkiye'de hakkı söylediği için; "Yapmayın, etmeyin, bunlar yanlış! Bu tefrika doğru değil, itaat edin, aykırılık çıkartmayın, saltanat aleyhine çalışmayın; yabancıların oyununa geliyorsunuz!" filân deyince, ondan sonra da iktidarı İttihad ve Terakkî alınca; yâni padişahı devirdiler, masonlar idareyi ele aldılar. (1) Sultan II. Abdülhamid'i devirdiler, İttihad ve Terakki başa geçti. Bu da sağlam bir hocaefendi, dindar adam. Bunu da sürmüşler. Nereye?.. Yallah, Medine-i Münevvere'ye... Yâni uzaklaştırıyorlar merkezden...
O zaman, Medine-i Münevvere de Osmanlı'ya bağlı ya. Oraya sürmüşler ama, parası yok, pulu yok, hiç bir şeyi yok... Ama adam ricâlullah, Allah'ın sevgili kulu.
(Minel-mü'minîne ricâlün sadakù mâ àhedullàhe aleyh) [Mü'minlerden Allah'a verdiği ahdi yerine getiren adamlar vardır.] (Ahzab: 23) Sıdk u sadakat sahibi insan. Hafız ama, ha'sı gitmiş, vız'ı kalmış değil. Hafız, sağlam insan...
Sıkıntı çekmiş Medine-i Münevvere'de. Dilenmek yok, istemek yok. Çünkü Allah var, Allah görüyor. İbrahim AS nasıl tevekkül etmiş Allah-u Teàlâ Hazretleri'ne... Mübarek insanlar nasıl tevekkül etmişler, (Hasbunallàh) "Allah bize yeter." demişler, (Hasbunallàhu ve ni'mel-vekîl) "O ne iyi vekildir." demişler.
Medine-i Münevvere'de aç kalmış, parası yok... Şimdi bu adamın hali ne olur? Bu Hafız Ömer'in hali ne olacak? Sürüldü; İstanbul'dan, evinden, barkından sürgün edildi, Medine-i Münevvere'ye gitti. Medine-i Münevvere o zaman küçük, şimdiki gibi değil. Para pul yok. Yoksul bir yer, mahrumiyet yeri yâni. Oraya gitmiş.
Orada yalnız Peygamber Efendimiz SAS'in mübarek mescidi var, Türbe-i Saadeti var. Medinetür-Rasûl SAS...
Ne olmuş biliyor musunuz?.. Oğlu anlatıyor. Oğlu da profesör oldu, kuvvetli hâfız. O kadar kuvvetli hafız ki, "Gözümü kapattım mı, sayfa gözümün önüne geliyor." diyor. O kadar kuvvetli hafız. Allah mekânlarını cennet eylesin, makamlarını yüksek eylesin, derecelerini arttırsın... İkisi de tabii vefat etti. Oğlu da vefat etti. Ben oğluyla tanıştım.
Şimdi Mısır Hakimî [Hidiv Abbas Hilmi Paşa]'nın rüyasına Peygamber SAS Efendimiz giriyor. Rüyada Peygamber Efendimiz'i görüyor. Peygamber Efendimiz Mısır'ın hakimi olan bu paşaya diyor ki:
"--Hafız Ömer'i himayene al!" diyor.
"--Hafız Ömer kim yâ Rasûlallah?.."
"--Bu zât!" diyor. "Şu hafız Ömer'i himayene al." diyor.
Uyanıyor sevincinden, Peygamber Efendimiz'i gördüm diye seviniyor, "Allah Allah, hayırdır inşallah, çok güzel..." diyor, mutlu oluyor. Etrafındakilere anlatıyor, "Bu ne demek yâ?" diyor; anlayamıyorlar.
Bir daha görünüyor Peygamber Efendimiz, biraz da azarlıyor:
"--Hafız Ömer'i himayene al!" diyor.
İkinci defa rüyada görünce, bu sefer korkuyor. Hafız Ömer'i mescidinde gösteriyor Peygamber Efendimiz, "Şu Hafız Ömer'i himayene al!" diyor.
Arkadaşlarına diyor ki:
"--Hazret-i Peygamber beni azarlamaya başladı. Hafız Ömer işi önemli. Ne yapalım?.."
"--Efendim, bir Medine'ye gidelim bakalım!" diyorlar.
Kahire'den, İskenderiye'den atlıyorlar Medine-i Münevvere'ye adamlarıyla beraber geliyor. Rüyada gösterilen şahıs için geliyor. Medine-i Münevvere'ye geliyor, Bâbus-Selâm'a yaklaştıkları sırada önde askerler, arkada askerler; böyle bir ihtişamla, saltanatla, tantanayla geliyor Türbe-i Saadet'e doğru.
Ak sakallı, sarıklı, bastonlu bir kimse:
"--Hey, ne oluyorsunuz, durun! Nereye geliyorsunuz siz? Böyle saltanatla tangur tungur, paldır küldür Rasûlullâh'ın huzuruna ziyarete gelinir mi? Edebinizi takınsanıza!.." diyor.
Gelen askerlerle, maiyetiyle Mısır hâkimi... Bunların karşısına çıkıyor, bastonuyla, "Böyle gelinmez, edebinizi takının!" diye bağrıyor. Tabii herkes de şaşırıyor. Neyin nesi filan diye. Ne düşündüler kim bilir. Ama Mısır'ın hakimi olan olan paşa bir bakıyor ki bağıran şahsa, rüyada gördüğü şahıs:
"--Aa... Hafız Ömer." diyor.
Daha önce hiç görmüş değil. Hafız Ömer, paşayı görmüş değil, paşa Hafız Ömer'i görmüş değil. "Hafız Ömerciğim..." diyor, sarılıyor. Sonra alıyor, Mısır'a götürüyor, konak tahsis ediyor.
İsterse tahsis etmesin... Erkekse tahsis etmesin de göreyim!.. Rasûlullah'ın tavsiye ettiği insana, kendi sokakta yatar, konağını verir. Konak tahsis ediyor Ömer Ziyâüddin Efendi Hazretleri'ne... (2)
* * *
Sonra o yine Mısır'da, "Devletimizi yıkmak istiyorlar. Dış oyunlara gelmeyin, İngiliz oyunlarına gelmeyin!" diye nasihat ettikçe, bu sefer orda da şikâyet oluyor. İngilizler bunu yakalıyorlar, muhakeme ediyorlar; herhalde sakınmadı, dobra dobra sakınmadan konuştu, idama mahkûm ediyorlar.
O sıralarda İngilizler Mısır'a el koymuşlar. Eski valiyi de İsviçre'ye sürgüne göndermişler. İsviçre'de valinin kulağına gidiyor bu olay... İngiltere kraliçesine mektup yazıyor, diyor ki:
"--Bu zatı asamazsınız! Bu mübarek bir zâttır, Rasûlüllah bunu bana havale etti rüyamda... Hakkında böyle idam fermanı filân olmuş; onu asmayın!" diyor.
Kraliçenin emriyle asamıyorlar.
Demek ki, Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh... Misâl tamam mı?.. Bak bütün mantığımızla, kendi düşüncemize göre kurtuluş olmayan hallerde, hep Cenâb-ı Hakk'ın istediği nasıl oluyor!..
Adamlar öldürmeğe karar veriyorlar, öldüremiyorlar. Hükümet sürgüne gönderiyor, Allah konağa getirtiyor, izzet itibar yaptırtıyor. Yâni, Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh... Anladınız mı?.. (3)
* * *
Bir yola girmişiz, tarîkat demişiz. Birbirimizle dost olmuşuz, ihvân demişiz. Bunu samîmî yapmak lâzım!.. Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin zikrini vazife olarak üstümüze almışız. Aldığımız hazinenin kıymetini bilelim!.. Bir kalbden Allah demek dört milyon dokuzyüzbin derece sevap kazandırırsa insana, kalbi zikrullahla zikr-i müdâm halindeki meşgùliyete erişmiş bir insanın derecesini nasıl ölçececeğiz?.. Onlar dünyanın direkleridir. Dünya onların yüzü suyu hürmetine ayakta durur.
Onun için, büyüklerle inatlaşmayı, söz dinlememeyi bir tarafa bırakmak lâzım! Alimlere teslim olmak lâzım!.. Büyük evliyâullaha, büyük mürşidlere, büyük müctehidlere, fâzıllara, kâmillere teslim olmak lâzım!.. Eğer sen Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin sevgili kulu olamazsan, işaretlerinden bu belli değilse, gayri şeylerin hepsi boştur. Hepsi mâsivâdır, gayrullahtır, kıymeti yoktur.
Dün akşam videodan gördük ki, oğlu anlatıyor; "Mısır'daydık, İskenderiye'deydik..." diyor. Ömer Ziyâüddin Efendi Hocamız'ın oğlu Yusuf Ziya Binatlı... Profesör, hafız, derviş... "Babamla İskenderiye'de bulunuyorduk. Biz ayrı odada yatıyorduk, babamlar yandaki odada yatıyorlardı. Bir hıçkırık, bir ağlama, bsir ağlama... Babamların odasından... 'İçeride herhalde validemiz vefat etti de, babam onun için ağlıyor.' dedik. Odamızdan dışarıya çıktık. Öbür tarafa kapıyı vurduk, girdik. Baktık ki babam ağlıyor, annem de onu teselli etmeye çalışıyor. Nedir filân diye, biz de sorduk." diyor.
Ömer Ziyâüddin Efendi rüya görmüş. Rüyasında İsmâil Necâti Safranbolî Hazretleri kendisine demiş ki:
"--Ömer Ziyâüddin, kalk, gel!.. Posta otur, makama geç!"
Diyor ki:
"--Bu şeyhimin vefat etmek üzere olduğuna işarettir, ona ağlıyorum."
Hanımı da teselli etmeye çalışıyormuş, diyormuş ki:
"--Rüyadır, neye yorulacağı bilinmez."
"--Bu rüya başka rüya, toplayın evi!.." demiş.
Akşama kadar evi derlemişler, toplamışlar. Akşam hareket eden vapura İskenderiye'den binmişler. İzmir üzerinden İstanbul'a gelirken İzmir'den telgraf çekmişler. "Çanakkale'de bizi vapurda karşıladılar ve şeyhimizin vefatını haber verdiler." diyor.
Rüyası böyle olmayan, haberleşmesi böyle olmayan, hali böyle olmayan bir insan olduktan sonra ne kıymeti var?.. İstediğin kadar mevki sahibi ol, makam sahibi ol, para sahibi ol... Allah'ın böyle lütfuna ermedikten sonra ne kıymeti var?..
Allah-u Teàlâ Hazretleri bizi sâlihînden eylesin... Zümre-i sâlihîn ile haşreylesin... Evliyâullah'ın yolundan ayırmasın... Onların zümresiyle beraber haşreylesin... Cennetiyle, cemâliyle cümlemizi müşerref eylesin... (4)
NOTLAR:
(1) 24. 12. 2000 - İSVEÇ
(2) 13. 01. 2001 - AVUSTRALYA
(3) 24. 12. 2000 - İSVEÇ
(4) 22. 02. 1990 - Özelif / ANKARA
Silsile-i Şerîf | Ömer Ziyâüddîn-i Dağıstanî KS | Dervişân
.